Kadir AYTAR
Tearüf medeniyeti
Tearüf, iki insanın ya da daha fazla kişinin birbirleriyle tanışmasıdır. Dilimizde tearüf kavramıyla aynı kökten türeyen; urf (örf), arif, urefa, arife, araf, arafat, maarif, maarifet, ma’ruf, muarefe, itiraf ve tarif gibi kavramlar da kullanılmaktadır. Görüldüğü üzere medeniyetimizde tearüf kavramını besleyen oldukça zengin kavramlar kullanılmaktadır. Bu da oldukça fazla sarsıntı geçiren medeniyetimizin yeniden inşası için yeteri kadar kavram var demektir. Bütün mesele bunları hayata geçirmektir. Dil ile medeniyet arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Dil medeniyetin aynasıdır. Dilin zengin olması medeniyetin de güçlü olduğunu gösterir.
Hergün artan cinayetlere, yerinden yurdundan edilen, esir kamplarında insanlık dışı şartlarda süründürülen, başlarına bomba yağdırılan, başka ülkelere sığınmak zorunda bırakılan insanların, öksüz ve yetim bırakılan çocukların içler acısı hallerine baktığımızda bu kavramlara ne kadar da çok ihtiyacımızın olduğu ortadadır.
İnsanların kendilerini ve başkalarını tanıyamamaları, düşmanlık, kibir, açgözlülük, hırs gibi medeniyeti yiyip bitiren kötü hasletlerin dünyaya hâkim olması, bu yangını daha da körüklemektedir.
Elbette bu vahim gidişata bir dur demek mecburiyetindeyiz. Bu anlamda Risale Akademi’nin 2020 yılını Tearüf Yılı olarak ilan etmesini ve bu konudaki faaliyetlerine hız vermesini, bütün ehl-i imanın ve dünyanın dikkatlerini bu noktaya çekmesini çok anlamlı buluyorum.
Tearüf aslında hayat ile başlar. Hayat, kâinatın en ehemmiyetli gayesi, en büyük neticesi, en parlak nuru, en lâtif mâyesi, gayet süzülmüş bir hülâsası, en mükemmel meyvesi, en yüksek kemâli, en güzel cemâli, en güzel ziyneti, birlik sırrı, ittihadrabıtası, kemâlâtının menşeidir.[1]
Hayat sahibi olmamız bize, bütün dünya ve kâinat ile irtibatımızın olduğunu ve onlarla tanışmamız gerektiğini göstermektedir. Mesela bir bal arısına hayat girdiği anda, bütün kâinatla münasebet tesis eder, bütün taifelerle ticaret akdeder, “âlem bahçemdir der” sevk ve şevk veren duyuları ile dünyanın ekser nevileriyle yakınlık kurar, tasarrufa başlar, alışverişini yapar ve ihtisas sahibi olduğu iş olan balı yapmaya başlar.[2] İnsan da aynı bal arısında olduğu gibi, doğduğu andan itibaren aynı şekilde çevresiyle varlıklarla tanışmaya, münasebet kurmaya, istidad ve kabiliyetlerini geliştirmeye, hayatı için gerekli olan şeyleri öğrenmeye ve tedarik etmeye başlar.
İnsan kâinatın küçük bir misalidir, çekirdeğidir, meyvesidir. Hayvanlar, sanki başka bir âlemde eğitim verilmiş, dünyada yapacakları işler öğretilmiş veya programlanmış bir şekilde dünyaya gelmektedirler, doğduktan çok kısa bir süre sonra, hemen işlerini mükemmel bir şekilde yapmaya başlamaktadırlar. İnsan ise,iki yaşında zor ayağa kalkabilen, ancak on beş yaşında doğru ile yanlışı ayırt edebilen, eğitim süreci ise, beşikten mezara kadar devam eden,yine de öğrenme işini dört dörtlük tamamlayamadan bu dünyadan göçüp giden bir varlıktır.
İnsanbaşıboş bir varlık değildir. Dünyaya vazifeli olarak gönderilmiştir. Vazifesi de ilim ve dua vasıtası ile Allah’a kulluk etmektir.
Kişinin kendisini tanıması ve bilmesiçok önemlidir. “Kendini bilen Rabbini bilir.” İnsan, gayet aciz, fakir ve hadsiz ihtiyaçları olan bir varlık olduğunu, bütün ihtiyaçlarını karşılayan ve hadsiz düşmanlarına karşı koruyan bir Rabbe muhtaç olduğunu bilmelidir. İnsanı en iyi bilen ve tanıyan elbette Yaratıcısıdır. İnsan, elinin yetişmediği, gücünün yetmediği şeyleri Rabbinden ister. İstemesi bir duadır.
Kişinin istidat ve kabiliyetlerini keşfetmesi, kendisinden neler beklendiğini, görevlerinin neler olduğunu bilmesi, “Ben kimim? Dünyaya niçin geldim? Nereden geliyorum? Nereye gidiyorum?” sorularının cevaplarını vermesi gerekir. İnsan hayatı ancak bu soruların cevaplarının bulunması halinde bir anlam kazanır.
Bu güzel âlemin sahipsiz olması imkân dışıdır. Bu nedenle bu âlemin sahibi olan Rabbimizi ve Sahibimizi bize tarif eden üç büyük muarrif var. Bunlardan birisi şu içinde yaşadığımız kâinat kitabıdır. İkincisi Kur’an-ı Azimüşşandır. Üçüncüsü de kâinat kitabının büyük ayeti olan Hâtemü’l-enbiya (asm) dır.[3]
Yüce Allah, yeryüzünü insan için bir nevi beşik gibi yaratılmıştır. İnsan bu beşikte istediği gibi tasarruf eden bir halifedir. Mahlûkatın en şereflisidir ve en selahiyetlisidir. Dolayısıyla Mâlik-i Hakikînin insanla iletişim halinde olmaması da imkânsızdır ve peygamberler vasıtasıyla böyle yüksek kullarına emir ve isteklerini bildirmek için, Kendisini bildirip târif etmesi de zarurîdir.
İnsan da bu güzel âlemin Sahibinin kemâlatına delâlet eden âlemin hüsnünü zaten gözleriyle de görmektedir ve şahit olmaktadır. Cenab-ı Hakkın cemal ve kemali nihayetsizdir. Nihayetsiz cemal ve kemal sahibinin, elbette kendini görmek ve göstermek, teşhir etmek istemesi, en esaslı bir kaidedir. Bu nedenle kitab-ı kebîr-i kâinatın Nakkaş-ı Ezelîsi, bu kâinatla ve bu kâinatın herbir sahifesiyle ve herbir satırıyla, hattâ harfleri ve noktalarıyla kendini tanıttırmak ve kemâlâtını bildirmek ve cemâlini göstermek ve kendisini sevdirmek için, en cüz'îden en küllîye kadar herbir mevcudun müteaddit lisanlarıyla cemâl-i kemâlini ve kemâl-i cemâlini tanıttırmakta ve sevdirmektedir. Kendisini insana her bir mahlûkuyla hadsiz ve parlak tarzlarda tanıttırmak ve sevdirmek isteyenbu kainatın hikmetli Hâkimini, insan imanla tanımazsa, ubudiyetiyle kendini O’na sevdirmezse, ne derece hadsiz muzaaf bir cehalette bulunduğunu, hasâret ettiğini ve gaflet içerisinde olduğunu bilmesi ve ayılması gerekir.[4]
Tearüf ve Müsbet Hareket
Olumlu ve pozitif düşünme, delilli ve ıspatlı olma, kardeşçe düşünme, muhabbet etme, yardımlaşma ruhu taşıma, hakkaniyetli davranma, barış içinde yaşama arzusu, güvenilir, hoşgörülü, müsamahalı, affedici ve anlayışlı olma gibi davranışlar müsbet hareketi ihtiva etmektedir. Bu hareketler aynı zamanda tearüfün zeminini oluşturmaktadır.
Tearüf ve Dört Kelime
Bediüzzaman, “Otuz yıllık tahsil hayatımda dört kelime öğrendim” diyor. Bunlar; niyet, nazar, mana-yı ismi ve mana-yı harfi’dir. İnsanlara karşı iyi niyetle yaklaşmalı, bakış açısı olumlu olmalıdır. Ayrıca varlıklara Yaratıcısı hesabına bakılmalıdır. Kötü ve art niyetli olmak, çeşitli oyunlarla insanları aldatmaya çalışmak, yakınlaşma ve dostluk yerine ancak düşmanlık getirir. Varlıklara kendi hesaplarına bakıldığında değeri binden bire inecektir. Antika bir sanat eserini hurdacı demir fiyatına alır. Antikacı da sanatkârına nisbetle yüksek fiyatla alır. Yunus Emre “Yaratılanı sev Yaratandan ötürü” sözünü bu manada söylemiştir. İnsan Allah’ın esma ve sıfatlarının tecelli ettiği antika bir sanat eseridir. Bütün bunları görmeyen insan, iyi muamele yapamaz ve gereği gibi sevemez. Bu da iyi bir tanışma, bir arada olma ve işbirliği gibi güzel sonuçlara götürmez.
Davranış biçimleri, karşı tarafa beslenen duygular, düşünceler, inançlar, tutumlar, niyetler, hedefler, tearüfe götüren önemli unsurlardır. İyi niyetli yaklaşımlar ve düşünceler, insanların inançlarına müdahele etmeden ortak hedefler çerçevesinde tanışma çabaları, her zaman müsbet netice verecektir.
Tearüf ve Nurani Bağlar
İman birliği, kalplerin birliğini, itikat birliği de sosyal birliği gerektirir. İnsanın tabur arkadaşına karşı dostane bir bağ, aynı kumandanın emri altında bulunmakla arkadaşane bir alaka, memleketlisine karşı kardeşane bir münasebet hissetmesi gibi, bütün müminlerle de arasında Esma-i İlahiye adedince birlik alakaları, ittifak bağları ve kardeşlik münasebetleri vardır.
Bütün bunlar, ittifak, muhabbet ve kardeşliği gerektirdiği halde, ayrılık ve düşmanlıklara sebebiyet veren önemsiz şeyleri tercih edip mümine karşı düşmanlık etmek ve kin bağlamak, bu birlik bağlarına karşı bir hürmetsizliktir, muhabbet sebeplerini hafife almaktır ve kardeşlik münasebetlerine karşı büyük bir zulümdür.[5]
Mümin olan kimse, iman ve tevhidin gereği, kâinata kardeşliğin beşiği nazarıyla bakmaktadır. Küfür ise soğukluk, yabancılık ve düşmanlık tohumları ekmektedir.[6]
Tearüf ve Başarı
Başarılı olmak isteyen bir kimse, Allah'ın âdetlerine uygun hareket etmeli, fıtratın kanunlarını tanımaya çalışmalı ve insanlarla sosyal bağlar aracılığı ile münasebetler kurmalıdır. Aksi takdirde, fıtrat, red cevabı vereceğinden başarısız olacaktır.[7] Allah’ın âdetleri, kâinata koymuş olduğu kanunlar, nizam ve intizamlar demektir. İnsan bütün bunlara uymak zorundadır. Zaten neredeyse tamamına yakınına uymaya mecburdur, yoksa yaşaması imkânsızdır. Diğer yandan dünyevi ve sosyal işlerinde de bu nizam ve kanunlara uymazsa başarılı olamaz ve istediğini elde edemez. Mesela insanın bir ekmeği yiyebilmesi için çift sürülmesi, tohum ekilmesi, sulanması, gübrelenmesi, ilaçlanması, biçilmesi, un yapılması, fırında pişirilmesi gibi önümüze gelene kadar birçok safhadan geçmesi gerekmektedir. Bunun gibi işlerimizin tamamında böyle mertebeler vardır. Bunlara uyulmazsa sonuç başarısızlık olacaktır.
“İnsana çalıştığından başkası yoktur.”[8] Ayetinde de buyurulduğu üzere, Allah insana emeğinin karşılığını veriyor. Sebeplere başvurmak mecburidir. Fakat başarı ve sonuç odaklı çalışmak hatalıdır. Sonuçları Cenab-ı Allah yaratmaktır. Toprak ağacı, ağaç meyvayı yaratamaz. Bu nedenle sebeplere başvurup neticeyi Allah’tan beklemek gerekir.
Tearüf ve İktiran
İktiran, iki nimetin beraber gelmesi veya aynı anda bulunmasıdır. Memleketin öbür ucunda bir dağ köyü olan Nurs’tan, Barla gibi bir dağ köyüne, kaderin sevkiyle gelen Bediüzzaman Said Nursi, oradaki birkaç talebe ile tanışmış, bir marifetullah ilmi olan Risale-i Nurları birlikte yazarak bütün dünyaya okutmuşlardır. İnsanlara;sıfatlarıyla, esmasıyla, kudretiyle, iradesiyle, hikmetleriyle ve sanatlarıyla cemal, kemal ve hüsün sahibi Rablerini tanıtmışlar ve aynı zamanda tevhid okumalarıyla bütün varlıklarla insanları dost kılmışlardır.
Cenâb-ı Hak, talebelere Kur'ân dersinde verdiği istifade nimetini, Üstadlarına ihsan ettiği ifade nimetini birlikte vermiştir. Talebelere kalem vasıtasıyla olan kudsî nimetten sonra, Üstada da bu hizmete muvaffakiyet ihsan etmiş, birbirine iktiran etmiştir.[9]
Tearüf ve Arafat
Hac Arafat demektir. Arafat, Hz. Âdem ile Hz. Havvâ’nın yeryüzüne indikten ve uzun bir süre ayrı kaldıktan sonra buluşup tanıştıkları dağın adıdır. Diğer yandan dünyanın her tarafından gelen insanların burada birbirleriyle görüşüp tanıştıkları ve Allah’a karşı günahlarını itiraf ederek af diledikleri yerdir.
Dünyanın her tarafından Arafat’ta toplanan, Aynı Allah’a ve peygambere inanan, dilleri, renkleri ayrı olan müminlerin “Allahuekber” demeleri Rasul-i Ekrem (asm)’ın ve sahabelerinin 1441 sene evelkisadalarının bir yansıması olan külli bir ubudiyettir.[10]
Peygamberimiz “Hac Arafat'tır”[11] buyuruyor. Haccın hikmetlerinin ihmali gazap ve kahrı celbeder. Haccın özellikle tearüfle fikir birliğini, yardımlaşmayla işbirliği yapmayı içeren İslamın yüksek siyasetinin ve çok geniş sosyal faydaların ihmali, düşmanın milyonlarla İslamı aleyhimizde istihdamına zemin hazırlamıştır.
İslam milletleri birbirlerini tanımadığı için düşman zannederek, annelerini, babalarını ve kardeşlerini öldürmüşler, şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemez bir halde çığlık atıyorlar. Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan hac seferine çıkmak yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatlar ettirilmiştir. İbretlik bir durum.[12]
Arafatın hakiki manada ihyası İslam milletlerinin bu perişan halinin düzelmesine, düşmanlık yerine kardeşlik, yardımlaşma ve işbirliği gibi sağlam bağların tesisine vesile olacaktır.
Tearüfün Engelleri
Toplumun maddi ve manevi gelişmesinin engeli olan unsurlar aynı zamanda kişilerin ve toplumların aralarındaki ilişkilerin de kesilmesine neden olacaktır. Ümitsizlik, yalancılık, güven verici olmamak, düşmanlık, nurani bağların bilinmemesi, istibdat, şahsi menfaat düşkünlüğü, ırkçılık, savaş gibi olumsuz şeylerin toplumlarda hâkim olması, gelişmeyi ve ilişkileri, tanışıklıkları bozacaktır. Bütün bunlar, başkalarını küçük ve değersiz görme, yok etme, yakma ve yıkma gibi davranışları içerdiğinden, sefalet ve zulmü doğuracaktır. Medeniyetler, hep barış ve iyi ilişkilerin kurulduğu, insanların ve toplumların birbirleri ile tanıştıkları, işbirliği yaptıkları ve yardımlaştıkları zamanlarda inşa edilmiştir.
Yukarıda saydığımız unsurlar aslında toplumsal birer hastalıktır. Ümitsizlikle içine kapanan, yalancılıkla güveni sarsılan, düşmanlığa muhabbet eden, manevi değerlere itibar etmeyen, insanları ailede, mahallede, ilimde, sanatta, idarede, siyasette, yani her alanda baskılayan, şahsi menfaatlerini toplumun menfaatlerinden üstün tutan bireylerden oluşan toplumlarda gelişme, huzur ve saadet olması beklenemez.[13]
Bu âlem pek muhteşem bir saray, muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehirdir. Bu kâinat fabrikasının cüzleri, fertleri, türleri ve sair unsurları arasında çok hikmetli tanışıklık, dostane konuşmak, kerimane bir yardımlaşma vardır ki, süratli bir şekilde ve pek uzun mesafelerinden birbirlerinin seslerini işitmekte, ihtiyaclarını görmekte ve derhal imdadlarına yetişmektedirler.[14] Bu âlem sarayını veya fabrikasını ibretle ve tefekkürle gözlemleyen insanların bütün bunları örnek alması, fıtrata uygun bir hareket olacaktır. Çünkü hal dili ile yapılan bu muamelelerde, tanışmalarda, dostane konuşmalarda ve dualarda, derin bir şefkat, yüksek bir merhamet ve rahîmane bir mukabele olduğu hissedilmektedir.[15]
Hem başını kaldırıp semaya bakan ve tefekküre dalan adam, bir güzellik, bir hayranlık, bir yakınlık, bir ünsiyet hissedecektir. Ulvi yıldızları tanıyınca da onların hareketlerinden korkmak ve dehşet almak yerine, Allah’ın memurları olduklarını anlayacak ve onların yakınlık ve emniyet verici seslerini kalben işitmeye başlayacaktır.[16]
Tearüf, Teknoloji ve Sosyal Medya
Teknolojinin gelişmesiyle ve iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla tanışma ve iletişim şekilleri de değişmiştir. Yüzyüze görüşmeden kıtalar arası tanışmalar, toplantılar, müzakereler ve ticaretler yapılabilmektedir. Teknolojiyi kullanılırken güzel ahlak kurallarına, insan ve çevre haklarına duyarlı olunmalıdır.
Sosyal medya bir sorumluluktur. Yapılan paylaşım, tanışma ve arkadaşlıklar, edeb çerçevesinde olmalı ve mahremiyetlere dikkat edilmelidir. Toplumu galeyana getirecek, taşkınlıklara, suça ve yanlış yollara sevk edecek paylaşımlardan kaçınılmalıdır. Ortak değerlere sahip çıkma sorumluluğunu her kullanıcı kendi üzerinde hissetmelidir. Sosyal medya ve teknoloji, güzel anlamda iyi kullanılırsa, kaliteli, güzel bir müzakere ve muarefe zemini oluşturabilir.
Sonuç
İnsanların farklı topluluklar halinde yaratılmasının hikmeti, birbirlerini tanımaları, tanışmaları, yakınlaşmaları (muarefe); birbirlerinin tanımsal çerçevesini öğrenmeleri (tarif); birbirlerinden etkilenmeleri (örf); iyi ve doğru şeyleri, güzel hasletlerini birbirlerine aktarmaları (ma'ruf) ve (irfan) zemininde, kendi nefislerini tanımaları (ma'rifetü’n-nefs), varlık âlemini tanımaları (ma'rifetu’l-halk) ve Allah'ı bilmeleridir (Ma'rifetullah). Bu suretle hikmet ve marifete sahip olacaklar, barış içinde ve bir arada yaşayacaklardır.[17]
Dipnotlar:
[1]Nursi, Said, Lem’alar, 30. Lem’a, 5. Nükte, s.593
[2]Nursi, Said, Nokta Risalesi, 2. Nükte, s.194
[3]Nursi, Said, Sözler, 19. Söz, 1. Reşha, s. 319
[4]Nursi, Said, Lem’alar, 30. Lem’a, s.568
[5]Nursi, Said, Mektubat, 22. mektup, 1. Mebhas, 2. Vecih, s.375
[6]Nursi, Said, Mesnevi-i Nuriye,Hubab, s. 118
[7]Nursi, Said, İşârâtü’l-İ’câz, s.229
[8]Necm Suresi, ayet 39
[9]Nursi, Said, Lem’alar, 17. Lem’a, 13. Nota, s.231-232
[10]Nursi, Said,Asa-yı Musa, Meyve Risalesi, s.70
[11]Tirmizî, “Tefsîr”, 3
[12] Nursi, Said, Sünuhat, Rüyanın Zeyl,, s. 339
[13]Nursi, Said, Hutbe-i Şâmiye, s.536
[14]Nursi, Said, Mesnevi-i Nuriye, 7. Lem’a, s.26
[15]Nursi, Said, Şualar, 4. Şua, s.119
[16]Nursi, Said,İşârâtü’l-İ’câz, s.53
[17]Bulaç,Ali,31.8.2009 Timeturk
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.