İsmail BERK
Tefekkür-Tecdit-Teşebbüs
Yeni yüzyılın altın üçgeni; Tefekkür-tecdit ve teşebbüs olsa gerek.
Bilginin teknoloji ile birlikte hayatımızı kolaylaştırdığı bir çağda, yeniliklerin üretim/pazar bağlamında görüldüğü ticari bir zeka ve kazanç ötesinde neye ihtiyacımız var?
Bilim, tek başına hayatı keşfetmeye yeter mi?
Hikmet boyutu gelişmemiş bilim, bilgi ve teknoloji insani değerler sistemini nasıl inşa edecek? Güvenli sistemler inşa etmeye çalışan organizasyonlar, acaba post modern toplumun eşiğinde güvenli insan üzerinden barış ve mutluluk aşısı yapan insan modelini oluşturabildi mi?
Eğer cevap "evet" ise, çağdaşlığın seküler tutkusu ve kontrol edilemez hırsın sürüklediği sömürgeci dayatmalar ve batının son 200 yıllık hegamonyası altında insanlık trajedisini nereye koymak gerekir?
İşte bu ve benzeri sorular için tefekkür zemininde ilerlemek gerekiyor. Tevhitle yola çıkan bir tefekkür sitemi, tevhid ve tefekkür ekseninde hayatın amacını, dünyanın yaratılış sebebini ve bizden bekleneni doğru sorgular, öğrenir ve iman eder.
Tefekkür, Selçuklu ve Osmanlı yönetim geleneği ile kurumsal birer vasıf kazanan ve son bin yılın irfanını teşkil eden tasavvuf zemininin akli melekeler ve hikmet şuuru ile birlikte tevhidin tahkik-i imanla teminini sağlamaktadır.
Tefekkür, her insanın sorgulama mayasını harekete geçiren, ukdelerini saran ve yaratılış sebebini merak eden sorulara cevap bulma derinliğidir.
Allah, ruh, kainat, yaratılış, ahiret, vicdan, melekler, kader, dünya, mutluluk, istek, arayışlar ve gibi dip sorulara konu olabilecek ve zihnimizi kurcalayacaktır. Çağın evlatlarına ise habire şüphe ve öğrenme soruları misafir olurlar.
İşte bu şekilde sessiz derinliğe, vicdani arayışa cevap verecek, akıl destekli mantık ve muhakemeyi öne çıkaracak, hikmete çağın diliyle ve ilmi kapısıyla girecek bir tefekkür havzası gerekmektedir.
Dini bilginin nakille verildiği, taklidi bir İslam geleneğinin şahsın akli metanetini sarsıldığı, duygularının bölündüğü ve "acaba"lar ile şeytanın ikilemlerine ve şüphelerine/şirklerine/şeklerine sürüklendiği bir çağda, tasavvuf ehli dahil “tasavvuf+tefekkür” demek için tefekkür havzasından istifade etmek gerekmez mi?
Kainat niçin yaratıldı?
Ben neden yaratıldım?
Başıma belalar/kazalar/musibetler/hastalıklar neden geliyor? Neden ben?
Nasıl mutlu olabilirim? Neden hep huzursuzum? Bir türlü tatmin olamıyorum?
Hırslarımı/beklentilerimi nasıl dengeleyebilirim? Makul taleplerimi nasıl organize edebilirim?
İrademi kuvvetlendirmek için akli ve kalbi meleklerimden nasıl destek alabilirim?
Kalbin merkezi ne için gerekli? Kalbin fonksiyonu ve yaratılış sebebi nedir? Kalbin "ayine-i samed" olması nasıl mümkün olacak?
Vicdanın akli ve kalbi boyutları nelerdir? Vicdan neyi temsil eder?
Yaratılışımız ile vicdan arasındaki ilişki ve özellikler/farklılıklar nelerdir?
Vicdanın görevi nedir? Neden Vicdan? Vicdanı nasıl yaşıyoruz? Yaşamadığımızda neler oluyor?
Çağımızın hafızası ve dünyanın vicdanı ne ile kaimdir? Ne gerekir?
Kalpsiz vicdan olur mu?
İmansız kalp olur mu?
Olur diyenlerin dayanağı nedir?
Fıtrat nedir? Bunu günümüzde modern bilimle nasıl tarif ederiz?
Hayatımızı nasıl tanzim ediyoruz? Ne için yaşıyoruz?
İnsanın/insanlığın rehber hizmetlerini kim verecek?
Rehber insanları nasıl belirleriz?
Rehberimizin modelimiz olup olmadığına nasıl karar veririz?
Kainatın rehberi kimdir?
Neden peygamberler elçidir? Hayatın anlamı ve geleceğini peygambersiz planlamak mümkün mü?
Şuurlu düşünmek peygambersiz olur mu?
Neden peygamberler?
Melekler, kader, kaza, ahiret v.s. binlerce soru.
Bunlara akli, mukni izahlarla cevap vermek, çağın kavrayışını doğru algılamak ve günümüzün reçeteleri ile güncel cevaplar vermekle mümkündür. Doğru reçete için doğru teşhis lazım.
Çağın teşhisini ortaya koyan Risale-i Nur üzerinden tefekkür yolculuğuna çıkmaya ne dersiniz?
Mesela Ayetül Kübra üzerinde kainat yolculuğuna çıkmak, seyyah olmak ve "Kainattan halıkını sormak" nasıl bir başlangıç olur tefekküre?
Tefekkürü eksik, tahkiki imanla inşa edilmemiş bir imanın çağımızın sadmelerine/sarsıntılarına karşı metanetini akli, ruhi, kalbi ve vicdani koruması oldukça müşkül. O yüzden müşkülpesent labirentlerde bilgi yığını içinde propaganda kültürü ve kabul ettirme baskısı öne çıkıyor.
Halbuki cezbeden bir hakikate ve içine çeken bir tefekküre ihtiyaç var. Tahkikle tefekkürü tevhid içinde yoğurmak gerekli.
Şimdi, Risale-i Nur’un tefekkür iklimi ile tahkiki bir imanın tecdit ruhunu, ihya etme zamanı. Ve dirilen her nefesin teşebbüsle birlikte tecdidi hayata mal etmesi bir zaruret.
O zaman Medresetüzzehra’nın “maddeten tecessüm” duası/gayesi tahakkuk edecektir.
Sade bir soru ile zihni koridorumuzu açalım:
Hayatımızın alışkanlıklar sarmalını ve sabitlenmiş düşünce labirentlerini ve muhakemesiz hassasiyet kalıplarını ne zamandan beri tecdit ve teşebbüs süreci içinde tefekkürle muaheze ettik?
İçimizde saklı fıtratın vicdan kodları ile muaheze ettiğimiz nefis ve çerçevelerimizden sonra hangi hareketimize yeni bir boyut veya değişiklik/tekamül kazandırdık?
Yani, “eski hal muhal” oldu mu?
Olduysa, “yeni hal” diyeceğimiz ne var fikri inkişafımızda?
Yoksa, hâlâ yaşadığımız yeni hal, hayatımızda muhal mi?
İşte bu sorular bile kendimizle ve çağın zekaları ile birbirine karışmış birlerce soruya, “ehl-i haliz namzed-i istikbaliz” çerçevesinde bakma vakti.
Bugüne değil, statükoyu korumaya da değil, yarına istikbale ve inkişafa dair tefekkür, tecdit ve teşebbüs için haydi Bismillah!
Böylece Risale-i Nur hazinesine ilim ehliyle, akademik camiayla birlikte yola çıkma hızlancaktır.
Çünkü, “Mahiyet ve istidat itibariyle her şey ilme bağlıdır.”
Mahiyeti keşfetmenin ve istidatları teşvik etmenin ilimsiz olması mümkün mü?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.