Senai DEMİRCİ
Tefsir değil iksir…
Bir bilgeye sorarlar: “Bilgelikte ustanız kimdir?” “Bir köpek!” diye cevap verir. “Bir dere kenarında duruyordu fakat neredeyse susuzluktan ölmek üzereydi. Su içmek için dereye eğildiğinde, sudaki aksini başka bir köpek sanıp korkuyla geri çekiliyordu. Sonunda susuzluğu öyle bir noktaya geldi ki, korkusunu unutup suya daldı. Suya dalar dalmaz ‘diğer köpek’ kayboluverdi. Köpek kendisi ile arzusu arasındaki engelin yine kendisi olduğunu fark etmişti. Kendisini yok etmeyi göze aldığında, engel aradan kalkmış ve arzusuna ulaşmıştı. Ben de önümdeki engelin yine kendi nefsim olduğunu öğrenince ondan kurtuldum. Köpek gibi yaptım. Yolumu bir köpekten öğrendim.”
Bu mesel, Risale-i Nur’un özellikle Sözler’de beliren, öncelikle Küçük Sözler’de belirginleşen öğretme/öğrenme usulünün ipuçlarını verir. Birinci Söz’den başlayarak ‘iki adam’ üzerine kurgulanmış hikâye/meseller, okuyucuyu her defasında “sudaki sûreti” ile yüzleştirir. “Bil ey nefsim,” hitabı ise, hikayenin çözümlenmesi aşamasında, Onuncu Söz’de ima edildiği gibi, ‘sûret’ten ‘hakikat’e geçişte, insanı ‘kendilik engeli’ ile yani nefsi ile karşı karşıya getirir. Birinci Söz’de, sudaki aksimizin ilk simasıyla tanışırız. “Mağrur”uzdur; ‘kendimizi kendimize malik’ bilerek, ‘kendi başımızaymışız’ zannederek aldanmışızdır. Elimizin asla erişemeyeceği sınırsız ihtiyaçlar içindeki hâlimizi fark edince, elimizle karşı koyamayacağımız nihayetsiz düşmanlar ortasındaki sûretimizi görünce, gurur ayinesinden yansıyan ‘ene’miz olması gereken yere yerleşir, vaz edilir. Doğru yere vaz edilmek üzere ‘tevazu’ haline eğiliriz. Öğreniriz ki, tevazuun tek ayarı Allah’a karşıdır. “Benim” dediklerini de “ben” dediğini de Rahman ve Rahim’den alan insana, başka bir konum yakışmaz. Eşsiz rahmetin müsaadesiyle var olduğumuzu gördüğümüz sürece ‘mutevazı’ olmayı biricik ama en tatlı var olma seçeneği olarak yaşarız. “Bismillah…” demeni olma karşılığı olarak “mütevazı’ kalırız.
Benliğimizin kabukları kırılır. Kaybedecek bir şeyimiz olmadığını anladığımızda, aldatıcı sûretimizi yeneriz, yırtarız. ‘Hakikat’e giden yolda ‘sûret’ten geçeriz. Sûreti hakikate engel değil araç eyleriz. “Mağrur” nefsimiz, şu dünya çölünde bir “seyyah”tır. Nihayetsiz aczi ve fakrı, nefsin kendini ayrık ve özgür bir birey olarak tanımlayacak sınırlarını siler, kabuklarını inceltir. Kendini katılaştıracağı, taşlaştıracağı şablonlardan sıyrılır.
Bilgeye yol gösteren köpeğin ilk korkusuna dönersek, Sözler’i okurken yüzümüze çarpan görüntüden biz de aynı korkuyla kaçarız. Kendimizi “iki adam”dan “iyi” olanının yanına ya da yerine koymaya hevesleniriz. Küçük Sözler’in ayinesinde yansıyan, “mağrur,” “hodbin,” “bedbaht,” “acemi,” “nefisperver,” “ayyaş,” “tembel,” “ahlaksız,” “serseri,” “sersem” ve “hain” sûretli görüntümüz bizi ürkütür.
Hikayecikleri okurken, hemencecik, “mütevazı”, “hüdabin” “bahtiyar” “muallem” “vazifeperver” “iyi huylu” ve “emin” olan adamların yerine geçip, bu sakinleştirici sıfatların gölgesinde kendimizi avutup, kıyıda kalmayı yeğleriz. İçimizdeki “öteki adam”ın sûretiyle yüzleşmekten kaçarız.
Tam da bu yüzden, Üstad’ın Sözler’de yaptığı ‘tefsir’ tanımı içine sığmaz. Bir iksir gibi bizi yoğuran, bir halden bir hale eviren yüzleşme yaşarız. Bıçak sırtı sınamaların sırtında bırakır bizi Sözler. Bu yüzden başı ve sonu yoktur Sözler’in. Mesela Birinci Söz hiç bitmez, sürekli yeniden başlar, hep başlar. Yol ayırımında bir tercihe çağırır bizi.
Küçük Sözler’in kelimeleri yaralar biz. İçimizdeki yanıp duran ateşe sokar kalbimizi. “Ya o ya bu” tercihinde çırpınırız. Alıntılanıp başkasına anlatacak bir metin yoktur ortada; alınıp kendimizi vuracağımız bir kılıç ucu vardır. Nefsimizin asıl sûretiyle baş başa kaldıkça, yeni baştan tanımlarız yeryüzü mirasımızı. İçeride bir yerde, enfüs’te bir seyrüsüluk başlar. Sarkaçlanır hallerimiz; med-cezir’e tutular enemiz.
Psikoterapi yeni keşfetmiştir temsil sırrını. Hastanın ego direncini kırmak için zaman zaman bir başkasının hikâyesi anlatılarak kişinin dışa kapalı ve bencil algılama alanı içine sancı vermeden nüfuz edilir. Kişinin kendi dışına taş(ın)arak, kendiliğine doğru kendiliğinden bir muhalefet oluşturması umulur. Kapı “içeriden” açılır. Temsilin ya da metaforun muhakemesini benimseyen kişi, kendi algısı dışında da var olan bir gerçekliğin varlığını fark eder. Sözler’deki “temsilî hikayecikler” kırıcı olmayan, derinlemesine nüfuz eden bir ikna kapısı açar okuyucuya. Artık, karşımıza aniden çıkan nefsin “sûret”ini sözle itiraf edip etmemek bize kalmıştır.
Küçük Sözler müellifi bir iyilik daha yapar okuyucuya. En evvel kendi nefsinin sûretini ifşa eder: “İşte, ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın.” Kendi nefsinin sûreti ile yüzleşir. Okuyucuya, bir başkasının nefsiyle yüzleşmesini izleyerek, korkmadan, ürkmeden, çekinmeden kendi nefsiyle de tanışma yolunu açar. Nefsimizi tezkiye edip temizlemek için, bilgenin köpeği gibi, sûretimizin yansıdığı suya dalmaktan korkmamalıyız. Nefsimizi temize çıkaracak suda her zaman nefsin “kirli sûret”ini göreceğiz. Nefsin temize çıkarılması da, nefsi “kirli” bilmekten geçer.
“Risale okumaya nasıl başlayayım?” diye soranlara hazır olduğu kadar sıcacık cevabımdır: “Hemen Küçük Sözler al!” Nasılsa bir ömür orada kalacak; benim gibi. Kısa ama keskin Küçük Sözler okumalarıyla, “sûret”iyle yüzleşmeyi göze alabilirse, içinde bir şeyler kopacak, enfüsünde bir yerde dağlar devrilecek. “Diğer adam”, “adam” olmaya doğru giden bir Hira yokuşunda ter dökecek. “İkra…”yı duymaya doğru giden devrimini başlatacak…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.