Hüseyin KARA
Tevekkül tembellik mi?
Lemaat ekseninde duygu çağrışımları (38)
Tevekkül tembellik değil, tam aksine bir şeyin gerçekleşmesi için bütün ayrıntılarına kadar her şeyi yerine getirmeye gayret ettikten sonra, sonucu Allah’a havale etmektir. Başka bir deyişle sonucu hiç hatıra getirmeden sürece yoğunlaşmaktır.
Hal böyle iken, en çok karıştırılan davranış da budur. O kadar ki Resulullah zamanında bile bu konu gündeme gelmiş, bir bedevinin devesinin güvenliği ya da devesi hakkında tevekküle yaraşan tutumu için, devesini bağlamasının şart olduğu tembihlenmiş, işe girişmeden, yani deveyi bağlama işlemini yapmadan sadece Allah’a havale ile tevekkülün yerine getirilemeyeceğine dikkat çekilmiştir. Böyle olunca tevekkül, hazıra, beleşe konmakasla değildir. Tevekkül anlayışında eylem her zaman sözden önce gelir; sürecin gerektirdiği şeyi yerine getirmek, sonra ne olursa olsun sonucuna razı olmak.
İşlerimizin oluşması şartlara, yani sebeplere bağlıdır. Yalnızca dua ile tarladan bir ürün alma şansına sahip değiliz. Çiftçi önce tarlayı sürer, tohum eker, sular, gübreler ve daha sonra sonucunu bekler ve aldığı ürüne kanaat ederek şükreder. Süreç onun eylemsel duasıdır. Çiftçi belki de farkında olmadan “şeriat-ı irade” den gelen “şeriat-ı kübra-ı fıtriye” denilen fıtratın kanunlarına,“sunnetullah”a uyar. Bunlara “evamir-i tekviniye/yaratılış kanunları” denir. Her şey bu kanunlarla ayakta durur. Çift sürme süreci bu kanunlardan biridir. Bu kanunlara uymadan bir şeyi yerine getirmek mümkün olmadığı gibi tevekkül denen erdemli davranış da gerçekleşmez.
Tevekkül yaratılış kanunlarına uymaktır, denilebilir. Böyle olunca tevekkül bütünüyle fıtrata uymaktır. Dosdoğru yoldur. Eylem bu yolun olmazsa olmazıdır. Bu yolda çaba ve çile vardır. Bu yol olma yoludur; hakikatin yaşanmasıdır. Tevekkülün sonunda Allah’la bilinçli muhatap olma gibi bir pozisyon da var.
Tevekkül olgusunun aslında üç aşaması var. Biri tevekküldür, yani işe başlayıp sürece yoğunlaşmaktır; diğeri süreç esnasında teslimdir ki Allah’ın güç ve kuvvetine itimattır ve bir diğeri de “tefviz” dir, yani “beni benden daha çok düşünen biri var” düşüncesi içinde, sonuç ne olursa olsun, her şeyi tam bir güven içinde işi Allah’a havale etmektir. Zaten O en büyük vekildir. “Allah bana yeter (5/23)” ayeti de insana bu güven içinde rahatlığı vermektedir.
Oluş süreci bir “tekvini” kanundur. Aynı zamanda Mevlâna’nın dediği gibi Peygamber sünnetidir. Gayretin özüdür. Süreç olmadan hiçbir şeyin olamayacağının vurgusudur. “Sözel” duadan önce gelen “eylemsel” duadır. Hiçbir şey de bedelsiz olmaz. Tevekkülün yüksek oluşumlarına çıkmak için mutlaka terlemek, gerektiğinde çile çekmek gerekir.
Tevekkül, “Tevekkül edecekler, başkasına değil yalnız ve yalnız Allah’a güvenip dayansınlar(14/2)” ayetine göre, inananların ayrılmaz tevhidi bir vasıftır.
Tevekkül olgusunun en büyük mertebesi olan “tefviz”, dünyada rahatlığın da kaynağıdır. Her şeyi Allah’tan beklemek! O’nun hakkımızdaki takdirine razı olmak! Başka şahıs ve nesnelere olan bağlarımızdan soyunarak bir Tek’e bağlanmak… İçimizdeki tağutlardan sıyrılmak anlamına gelen bin bir türlü istek ve arzularımızı bir kenara bırakarak, ne olursa olsun, Allah’tan geleni rıza ile karşılamak büyük rahatlıktır. Koca dünyayı bir anda sırtımızdan atmaktır. Bu anlamda tevekkül büyük bir psikolojik gevşemedir. Nitekim Enderuni Vasıf “Gelir elbet zuhura ne ise hükm-i kader/Hakk’a tefviz-i umur et ne elem çek ne keder” diye insanın rahatının yolunu gösterir. İbrahim Hakkı da “Tefvizname”sinde “Hak şerleri hayreyler/Sen sanma ki gayr eyler/Ârif ânı seyreyler/Mevlâ görelim neyler/Neylerse güzel eyler” dizelerinde insanın güvenli halini güzel terennüm eder. Bediüzzaman da belanın muhteşem bir gülücüğe dönüşmesini tevekkülün en büyük meyvesi olarak görür ve şu anlamlı şiirimsi sözü söyler: “Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.”
Tevekkül bütünüyle bir şuur halidir. Her an görevimizin ne olduğunu bize hatırlatır. Her zaman Allah’la beraber olmanın bilincidir. Muhammed İkbal’in dediği gibi “Tevekkül bir fiil ve amel inkârı değil, aksine fiili terk şöyle dursun, fiilde kararlı ve gayretli olmayı gerektiren sınırsız bir kuvvetten beslendiğimize inanmaktır.”
Tefviz ki işin sonunu Allah’abırakmak, sorumluluğu üzerimizden atmayı asla gerektirmiyor. Daha çok tasavvufun kullandığı ve uygulayageldiği bu duruş asla kelam ilminde olan “cebr” anlamında olmamıştır. Bu, kulun kendine düşeni yapıp gerisini Allah’a bırakmasıdır. Tasavvufta çekilen çileler de bunun ispatıdır. Tevekkül anlayışı tevhidin derin bir tezahürüdür. Her nefes ve adımda Allah’la olmak ve O’na güvenmek, elbette erdemdir.
Tevekkülü tembellikle karıştırmanın hiç bir nedeni yok. Çünkü tevekkül tembelliğin zıddıdır. Birbirinden uzak ve hiçbir benzerliği olmayan iki mefhum… Tevekkül zaman kaybetmeden olması gerekeni yapmaktır. Eylemsiz tevekkül asla olmaz. Oysa tembellik eylemsizliktir; eylemsizliğin ötesinde işi gündemine bile almamaktır. Bediüzzaman tevekkülün tembellikle ilişkisinin yalnızca bir benzetme yanılgısından ileri geldiğiniLemaat’ta şu tespitle çek güzel dile getirir: “Tertib-i mebadide tevekkül, tembelliktir. Terettüb-ü netice noktasındaki tefviz, tevekkül-ü şer’idir.” İşin başında söz değil eylem gereklidir. Eylem olmadan istenildiği kadar dua edilsin varılacak bir merhale yoktur. Nitekim Seyyid Burhaneddin Tirmizî(Ö: 638)de bir misalle “Allah’a tevekkül ederim demek, işe girişirsen bir işe yarar. Düşman geliyor, bir kale var, ona girmek gerek; işte, sığınırım demek, bu kaleye sığınmak demektir. Kaleye girmeden ‘sığınırım, sığınırım’ sözünü tekrarlamanın bir yararı yoktur.” diye konuya açıklık getirir.
Tevekkül kuvvetli imanın meyvesi olarak tezahür etmektedir. İmanın bir sonucudur. Tevekkül etmeyene dünya son derece ağır gelir; dünyanın hayhuyları altında ezilip kalır. Bediüzzaman 23. Söz’de “Demek, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder” demek suretiyle tevekkülü sıralamanın son halkasında gösterir. Bu demektir ki sağlıklı tevekküledenler ancak kuvvetli imanlılardır. Bediüzzaman buna vurgu yaptıktan sonra, tevekkül konusunda yanlış anlamalara meydan vermemek için şu güzel tarifi de dikkatlere sunar: “Fakat, yanlış anlama! Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiilî telakki ederek, müsebbebatı/sonucu yalnız Cenab-ı Hak’tan istemek ve neticeleri O’ndan bilmek ve O’na minnettar olmaktan ibarettir.”
İnsanın her iş karşısında bir sorumluluğu var. Bu sorumluluktan kurtulmak ise onun biricik amacı. Bu sorumluluktan ancak tevekkül etmekle, yani süreci başlatmakla, yani işe koyulmakla kurtulabilir. Ama olumlu ama olumsuz, sonuç onu asla ilgilendirmemelidir. Sonuca rıza göstermek ise teslimiyetin bir gereğidir.
Teslimiyet ise yaratıcının en çok hoşlandığı bir haldir. Zaten insanın elinde etkili olabileceği başka bir şeyi de yoktur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.