Himmet UÇ
Tezad kelimesinin arkasında
Bediüzzaman kanunlara göre konuşan adam. Kainat nihayetsiz fiziki ve manevi kanunlara göre yaratılmış ve o kanunlarla idare ediliyor. Mesela cehennemi anlatırken yerin merkezine doğru sıcaklığın belli bir metrede arttığını söylüyor. Jeolojiye göre ve hadisçe merkezdeki sıcaklığı anlatıyor. Fizyoloji, kimya, astronomi, fizik, matematik ve felsefi hakikatlerin kanunları daha birçok kanun ile konuşuyor, o kanunlara göre konuşan adam. Çok yazarın konuşup konuşup bir fındık kabuğunu doldurmayan mülahazalarına karşı o daima konuşulması gerekeni konuşur.
Temasül tezadın sebebidir. Tenasüp tesanüdün esasıdır. İki şey arasında benzeşme varsa zıtlık da olabilir veya temasül hastalıktan kurtulmaya doğru gitmektir ki hastalıkla sağlığı aynı anda barındırır. Biraz da tezat demektir.
Tezad bir çok şey arasında vardır ve birbirine güç verir. Buna tezadi münasebet denilir. Tergib ve terhib yani korkutma ve ümitlendirme birbirine güç verir. İkisi birbirine zıttır ama birbirine güç verirler. Korku ve ümid de yine tezadidir ama birbirine güç verirler. Hayat tek boyutlu ise güç vermez, sürekli rahat gibi. Cennet ve cehennem de tezadi münasebettir ama birinin varlığı birine güç verir. Cehennem olmazsa cennet lezzet vermez.
Daha geniş boyutta Bediüzzaman bunu izah eder:
”Zeminde ezdâd içtimâ etmiş, eşrâr ahyâra karışmış; içlerinde münâkaşât başlamış. O sebepten, ihtilâfât ve ıztırâbât düşmüş; ve ondan, imtihânât ve müsâbakàt teklif edilmiş; ve ondan, terakkiyât ve tedenniyât çıkmış. Şu hakikatin hikmeti şudur ki: Beşer, şecere-i hilkatin en son cüz’ü olan meyvesidir. Mâlûmdur ki, birşeyin semeresi, en uzak, en cemiyetli, en nâzik, en ehemmiyetli cüz’üdür. İşte bunun için, semere-i âlem olan insan, en câmi’, en bedî, en âciz, en zayıf ve en latîf bir mu’cize-i kudret olduğundan, beşiği ve meskeni olan zemin, âsumâna nisbeten, maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi, bütün mu’cizât-ı san’atın meşheri, sergisi ve bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrâkiyesi ve nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri ve makesi ve hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtât ve hayvanâtın kesretli envâ-ı sağîresinde cevâdâne icadın medâr ve çarşısı ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta numunegâhı ve mensucât-ı ebediyenin süratle işleyen tezgâhı ve menâzır-ı sermediyenin süratle değişen taklidgâhı ve besâtîn-i dâimenin tohumcuklarına süratle sünbüllenen dar ve muvakkat mezrası.”
Tezadı daha geniş dairede izah etmiş olur böylece.
Bu ilişkiyi ve birbirine hız vermeyi efal-i ilahiyede de anlatır. Onun düşünce muhitinin biz kıyılarında dolaşıyoruz. Akdenizin kıyısındaki milletler kurbağalar gibidir diyor bir filozof, tezadı kainattaki en uzak fiiller arasında da görür ve anlatır. Zıtların en uzak mertebesini de gösterir.
“Demek, o Sâni-i Zülcelâl, iş başında işlerini hem göze, hem kulağa göstermek için, âyât-ı Kur’âniye ile, bir çekici zerreye vuruyor; aynı âyetin diğer kelimesiyle, o çekici şemse vuruyor, merkezine çakar gibi ulvî üslûpla vahdâniyeti ayn-ı ehadiyet içinde ve nihayet celâli nihayet cemal içinde ve nihayet azameti nihayet hafâ içinde ve nihayet vüs’ati nihayet dikkat içinde ve nihayet haşmeti nihayet rahmet içinde ve nihayet bu’diyeti nihayet kurbiyet içinde gösterir. Muhâl telâkki edilen cem-i ezdâdın en uzak mertebesini, vâcip derecesindeki bir suretini ifade eder, ispat edip gösterir. İşte bu tarz ifadesi ve üslûbudur ki, en harika edipleri, belâgatine secde ettiriyor.”
Büyük fiil ve isimlerinin de arasındaki tezadı izah eder. Bir kelimeden okyanus gibi anlamlar çıkarmıştır. Adeta alem tezadın birbiri ile ilişkilerinden doğmuştur.
“Şu kâinat Hâlık-ı Zülcelâlinin hem cemâlî, hem celâlî iki kısım esmâsı bulunduğundan ve o cemâlî ve celâlî isimler, hükümlerini ayrı ayrı cilvelerle göstermek iktiza ettiklerinden, Hâlık-ı Zülcelâl, kâinatta ezdâdı birbirine mezc edip, birbirine mukabil getirip ve birbirine mütecaviz ve müdafi bir vaziyet verip, hikmetli ve menfaattar bir nevi mübareze suretine getirip, ondan, zıtları birbirinin hududuna geçirip ihtilâfat ve tagayyürat meydana getirmekle, kâinatı kanun-u tagayyür ve tahavvül ve düstur-u terakki ve tekâmüle tâbi kıldığı için; o şecere-i hilkatin câmi bir semeresi olan insan nevinde o kanun-u mübarezeyi daha acip bir şekle getirip, bütün terakkiyât-ı insaniyeye medar bir mücahede kapısını açıp, hizbullaha karşı meydana çıkabilmek için hizbüşşeytana bazı cihazat vermiş.”
Bu tezadın en büyük aktörü şeytandır o da faaliyetinin devamlılığını ve kalitesini ortaya koyar.
Zıtlar bahçe mimarisinde de önemlidir. Bediüzzaman bunu da izah eder, bakmadığı ve yorumlamadığı yer yok ki:
“O ezdadı cem eden bahçenin manzarasına baktığı zaman anlar ki, o çirkin, kaba şeyler kasten yapılmıştır ki, güzellik, intizam, letafet artsın.”
Zıtlar arasındaki çarpışmadan bir başka aleme mahsüller çıkıyor, cennet ve cehenneme.
”Kâinatta, ezdâd, birbiriyle çarpışıyor, dâimâ tegayyür ve tebeddülâta mazhar oluyor, başka bir âlemin mahsulatının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor.“
“Ve cem-i ezdâdda büyük bir hikmet var; kudret elinde şems ve zerre birdir Ey birâder-i kalb-i hüşyar! Ezdâdın cem’indendir tecellî-i iktidar. Lezzet içinde elem, hayrın içinde şer.”
Burada daha da farklı bir yorum var, zıtların birbiri içinde olması iktidarı doğurur, onların kavgası böyle bir sonuç verir. Muhalefet ile muvafık olanların mücadelesinden iktidarların kalitesi doğduğu gibi.
Bir şeyde mertebeler de zıtların tedahülündendir. Soğuk sıcak, açlık tokluk gibi:
”Madem zâta ârız olamaz; kudrete bizzarure tahallül edemez. Madem ki tahallül edemez; kudrette meratip, bizzarure, olamaz. Zira meratibin vücudu, ezdadın tedahuliyledir. Meselâ, hararette meratip, burudetin tahallülüyledir. Hüsündeki derecat, kubhun tedahüliyledir. Ve helümme cerrâ... Mümkinatta hakikî lüzum-u zâti-i tabiî olmadığından, kâinatta ezdad birbirine girebilmiş.”
Varlığın görünen yüzü zıtların savaştığı ve oynaştığı yerdir. Bu da varlığın önemli bir nedenidir.
”Kâinatın iki ciheti var-aynanın iki vechi gibi: Biri mülk, biri melekûtiyet. Mülk ciheti ezdadın cevelangâhıdır. Hüsün-kubh, hayır-şer, sağîr-kebîr gibi umurun mahall-i tevarüdüdür. Onun için vesait ve esbab vaz edilmiş, tâ dest-i kudret zahiren umur-u hasise ile mübaşir olmasın. Azamet, izzet öyle ister. Hakikî tesir verilmemiş; vahdet öyle ister.”
“Ey sıhhatinin lezzetini kaybeden hasta senin hastalığın sıhhatteki nimet-iilahiyenin lezzetini kaçırmıyor bilakis tattırıyor ziyadeleştiriyor. Çünkü bir şey devam etse lezzetini kaybeder hatta ehl-i hakikat mümtefikan diyorlar ki ”innemal eyyau turefu biezdadiha“, yani her şey zıddıyla bilinir mesela karanlık olmazsa ışık bilinmez lezzetsiz kalır. Soğuk olmazsa haraket anlaşılmaz zevksiz kalır açlık olmazsa yemek lezzet vermez mide harareti olmaçsa su içmesi zevk vermez. İllet olmazsa afiyet zevksizdir. Maraz olmazsa sıhahat lezzetsizdir.
Madem fatır-ı hakima insana her çeşit ihsanatını ihsas etmek ve her bir nevi nimetini tattırmak ve insanı daima şükre ve sevk etmek istediğini şu kainatta çeyit çeşit hadsiz enva-ı nimeti tadacak tanıyacak derecede gayet çok cihazat ile insanı teçhiz etmesi gösteriyor ki elbette sıhhat ve afiyeti verdiği gibi hastalıkları illetleri dertleri de verecektir.
Senden soruyorum bu hastalık senin başında veya elinde veya midende olmasaydı sen başın elin midenin sıhhatindeki lezzetli zevkli nimet-ilihayiye hissedip şükreder miydin? Elbette şükür değil belki düşünmeyecektin, şuursuz o sıhhati gaflete belki sefahete sarfederdin.”
Böylece kanunlarla konuşan Bediüzzaman tezadın bütün muhitini anlatır. Bunların içinde hastalık ile sıhhat arasındaki münasebetin tezattan doğduğunu anlatır.
Bediüzzaman muhataplarının yani hastalar ve musibetzedeler de olduğunu anlatır. Bunlar toplumun beşte birini oluşturur. O topumu sağlıklı düşünmeye götürür, itikaden de amelen de fizyolojik ve psikolojik olarak da. Bu hizmetini anlatır.
“Türk milletinin beşten dört kısmını teşkil eden musîbetzede, fakirler ve hastalar ve dindar müttakîler taifelerine bin Türkçü kadar hizmet etmişim” der. Yani benim muhataplarım ülkemin her sınıf insanıdır ideolojik bakış açılarının yüzeysel ve kısmi bakışı değil, der…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.