'Toprak Aynası'nın gösterdiği 'Hakiki Hakikat'
“Hakiki hakikat” tabiri çok orijinal olmakla birlikte akla suni, sahte hakikati de getiriyor.
Emre Sessiz'in yazısı...
“TOPRAK AYNASI”NIN GÖSTERDİĞİ “HAKİKİ HAKİKAT”
“Hakiki hakikat” tabiri çok orijinal olmakla birlikte akla suni, sahte hakikati de getiriyor. Demek ki sahte hakikatler, suni gerçekler de varmış. Biz bu yazıda “Hakiki hakikat” ifadesinin rehberliğinde büyük, umumi bir derde deva bulmaya çalışacağız. Ta ki karanlığı, düşünce feneriyle kovup her şeyin hakiki yüzünü ortaya çıkaralım.
İnsan, gözünü kapamakla gerçeklerin lehinde veya aleyhinde olmasından kurtulamaz. Gerçekler, her zaman gerçektir, değişmez. “ Bir dane-i hakikat yıkar, kasr-ı hayali.” sözü, ne güzel de konumuza ışık tutuyor. Fakat nedense kimse görmek istemez. Öyleyse gerçek (yani hakikat), saatin millerinin şahitliğiyle anlaşılır ki her vakit gerçektir, suni olamaz. Suni ise gerçek diye sunulamaz. Sunulsa bile suniliği geçici olarak yutulur, realist bir göz; sönmemiş bir akıl; ölmemiş bir kalp kandırılamaz. Ancak, suni (sahte) ile hakikiyi (gerçeği) ayırt edemeyen basiretten mahrum bir kişiye rüya, hayatın ta kendisi, aynanın içindeki dışındakiyle karıştırılarak gösterilebilir, yani yutturulur. Basiretsizlik de bir nevi hastalıktır. Bu derdin devası da “toprak aynası”nda gizlidir. Basiretsizliğin sebebi her ne olursa olsun delile aşık, akıl sahibi bir insan eğer suni hakikat ile hakiki hakikati ayırt etmeye yarayan bir gözlükten (toprak aynasından) mahrumsa hadisatı mizana vuramaz.
Toplum, büyük buhranlar geçiriyor, girdaplar içinde.
İnsanlar kandırılıyor, gerçek gerçeklerin içinde.
Fertler feda ediliyor, anlamsızlığın içinde.
İhtiyarlar uyutuluyor, hakiki hakikati görmesin diye.
Gençler boşlukla dolduruluyor, düşünmesin diye.
O şefkatli analar, merhametli babalar, suiistimal ediliyor, “Aman kalkar, uyanmasın!” diye.
İhtiyarlar çekiliyor, hüzün kafesine.
Gençler itiliyor, sefih eğlencelerin karanlığına.
Toplum, davet ediliyor neme lazımcılık batağına. Söylediklerim hayal mi? Hayır, hakikat. “Demek, hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır. اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ
Millet uyanmış, mugalata ve cerbeze ile iğfal olunsa, devam etmeyecektir. Hakikat telakki olunan hayalin ömrü kısadır. Feveran eden efkâr-ı umumiye ile, o aldatmalar ve mugalatalar dağılacak ve hakikat meydana çıkacaktır inşâallah...” (Tarihçe-i Hayat,76 )
Hal-i hazırdaki intiharlar, suni hakikat faciasının sonucu değil midir? Mahkemelerin gençlerle dolması, adı huzurevi olan huzursuz evlerin ihtiyarlarla ağlaması, boşanmaların gittikçe artması, aile arasında hürmetin kalkması, devlet ricalinde ve hatta bir kısım ailelerde bile rüşvetsiz muhabbetin kalmaması, karşılıksız muhabbetin kalkması, neyin göstergesidir? Peki, ne olmuş da bu güneş kadar parlak hakikat, görünmüyor da gizli kalıyor. Aydın geçinen karanlık kafalar, başlarını deve kuşu gibi gece kumuna sokmuşlar da ondan. İlgi ve alakalar, hakiki ihtiyacı ve derdi dert edinmiyor da ondan. Geçici lezzetlerin geçeceği, elem bırakacağı akla gelmiyor da ondan. Zehirli bir bal ne demek bilinmiyor da ondan. Akıldan ziyade hisler hükmediyor da ondan. Ya da “ Hayat sadece bu dünyadan ibaret, sonra yok olacağız.” diye düşünülüp bir muhasebe mahkemesinden mahrum, mahrum, mahrum… Kısacası toplum, fert olsun efrat olsun “ el-Mümit”i* idrak edebildiği nisbette dirilir. Aksi takdirde hareketli bir ölü, yürüyen bir heykel olmaya mahkûmdur. Zira el-Mümit anlaşılırsa hayaller suya düşmez; bilakis sonsuz bir hayalin uğruna ne canlar feda edilir? Bir hakiki hakikat arkeloğuna bin can ile arzulanan el-mümit ismi el-Muhyi** gibi gelir. Çünkü mümit hazinesinin şifresi çözülürse ölüler bile dirilir; geçmiş, gelecek bir sinema şeridi olur. Bedir’den Çanakkale’ye tüm tarihi ve mefahir-i milliyesini bir film misali izleyebilir. Onun için ölüm, yeni bir hayatın adıdır. Mümit’in dili anlaşıldığı vakit Muhyi sesi duyulacaktır. Mümit bir kara peçe gibi dursa da altında daima muhyi kalbi güm güm eder. O sese kulak verin. Elbet vicdanınız “duydum!” diyecektir. Zira yeni bir hayatı vermeyen bir ölüm dünyayı da verse “doydum!” dedirtmez. Hz. Âdem, o koca cennetteyken bile yine tatmin olmuyor; “Ebediyet” ağacına el uzatıyordu. Sahiden şeytan, Âdem babamızla Havva anamızı nasıl kandırmıştı, bir düşünmek lazım değil mi? Öyleyse biz doymaya değil bütün bir hayat boyu tatmaya geldik, buradakiler numunelerdir, aslına bakmalı, sunisine dalmamalı, hakiki hakikati almalı, aynanın içindekine değil dışındakine müşteri olmalı. Çünkü o, kabirde daha vefalı bir dosttur. Ayna içindekilerse kabre kadar gelir orada söner; beş para faydası olmaz. Aksi takdirde bir elmayı tatmak gibi sonu hüsran olur.
El- Mümit ismi çözülmezse her şey tersine dönecek; gençler zulme, ihtiyarlar ağlamaya, çocuklar haylazlığa, zalimler istibdada devam edecek; insanların dilinde “hürriyet” denilen nefse esarete (köleliğe), ismi “hayat” olan hayatsız hayata girecek, tüm “hakikat”ler (o kişi için) hayal olacak. Hayatın ta kendisi ve içindeki her şeyi (onun bir cihette can cekişen fikir hayatında) hayal olacak. İstese de halledemediği, çözemediği bir karanlık çukur, bir dehliz, bir dipsiz kuyu, aşamazsa çıldırtan bir “HAKİKAT” var ki o da: Gafil kafaya bir tokmak, balyoz gibi hakikat olan “ÖLÜM”.
Sözün özü, mayası toprak olan “biz” diyoruz ki: Ölümün rehberliğiyle her şeye bakmalıyız. Bakmalıyız ki suni hakikatlerle hakiki hakikatleri fark edip hakikat-i hali görebilelim. Toprağın rehberliği ve aynalığı maksadı anlatmaya kâfi değil midir? Evet kâfidir. Fakat göstermek ayrı, görmek ayrı, bakmak ise bütün bütün ayrı bir hakikat… Öyleyse “Toprak”, sözüne şu şiirle başlıyor:
TOPRAK AYNASI
Ben bir “HİÇ”im, egom aynadır,
Kendimi “HEP” görürüm aynaya baktıkça.
Ben bir “KEDİ”yim, nefsim aynadır,
Kendimi “ARSLAN” görürüm aynaya baktıkça.
Ben bir “ZERRE”yim, ben bir aynadır,
Kendimi “GÜNEŞ” gördüm, aynaya bakınca.
Ben bir “İNSAN”ım, insan bir aynadır,
Rahman’ı gördüm, aynaya “İNSAN” gibi bakınca.
Rahim’i gördüm “rahm”i görünce.
“Bir kan pıhtısı” insanın aynası..
Ancak bu kadar parlak ayna, gösterir nası.
Daha büyük ayna “toprak” aynası
Ey çamur! “Yeri deleceğim, dağları geçeceğim!” deme.
Şimdiden diyor, “Külli atin karîb!” aynası:
“Birazdan dikilir bir avuç çamurla, tevazu binası.”
* EL-MÜMİT: İmate eden, öldüren, hayatı sonlandıran, Allah’ın(c.c.) bir ismi
**EL-MUHYİ: İhya eden, dirilten, hayat veren, Allah’ın(c.c.) bir ismi