Cemil TOKPINAR
Trafik kazasından camiye
Namaz kahramanlarından gelen mesajlara devam ediyoruz:
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır isimli kitabınız bir arkadaşımın dükkânında elime geçti. İnceledim, bazı bölümlerini hece hece okudum ve teslimiyeti kırılmış bu asırda ciddî bir ubudiyet şevkine vesile olacağını düşündüğüm için: “Keşke maddî imkânım olsa da bu kitaptan 100 adet satın alıp muhtaçlara dağıtsam.” dedim.
Birkaç hatıramı sizinle paylaşmak istiyorum:
Yıllar önce Radyo Dolunay’da program yaparken “Karanlıktan Şikâyet Etme, Bir Mum da Sen Yak.” başlığı altında bir namaz kampanyası başlatmıştık. Hatta bu bir teheccüt namazı kampanyasıydı ki sorunlardan ona buna dert yanmaktansa iç âlemimizi her şeyin dizgini elinde olan Rabb-ı Rahimimize açmak esprisiyle başlamıştı ve yüze yakın dinleyicim bu vesileyle her gece teheccüde kalkıyor, dualar ediyordu.
Dinleyicilerimden, Fatih’te oturan bir hanım, bir gece teheccüde kalkamıyor. Sabah namazını kılıyor, ama teheccüdü kaçırdığı için öyle üzülüyor ki üzüntüsünden hıçkıra hıçkıra ağlıyor.
Ben de onu teselli etmek için bir şeyler yazmayı düşünürken baktım ki şiddetli yağmur var; rahmet cuş-u huruşa gelmiş.
“Günah kapılarının ardına kadar açıldığı şu zamanda, günahları alışkanlıklarının arasına katmış şu insanlar içinde günahına ağlayabilen var mı acaba? Evet, birisi var ki o günahına değil, teheccüde kalkamadığı için ağlıyor da gökler ona gıpta edip ihtizaza gelmiş, onunla birlikte ağlıyor.” mealinde bazı şeyler yazmıştım.
Bir de şu hatırayı anlatayım: Pendik Kaynarca’dan arkadaşlar, Mustafa Sungur Ağabey’in validesinin mevlidine giderken Adapazarı civarında kaza geçirdiler. İçlerinden birisi çok ağırdı, beyninde problem vardı; 20 gün kadar yoğun bakımda kaldı, sonra inayet-i İlâhiye yetişti, şifa buldu. Halis bir mümin, adı da Rehber. Yoğun bakımdayken, aklî muhakemesi yerinde değilken, bir cuma günü:
– Bırakın beni, ben cumaya gideceğim, diyor. Yoğun bakım servisindekiler:
– Bugün cuma değil, diye güçlükle onu ikna ediyorlar. Dışarı çıkmaktan Rehber vazgeçiyor, ama o gün gerçekten cuma imiş.
Yine bir gün şöyle bir olay yaşanmış. Doktor:
– Rehber Bey, nasılsın, diye sormuş. O da:
– Allah’a şükür, diye cevap vermiş. Doktor tekrar sormuş, tekrar:
– Allah’a şükür, demiş Rehber. Sonra doktor:
– Rehber Bey, sen başka kelime söylesene, diye çıkışınca Rehber bu sefer de:
– Elhamdülillâh, diye konuşmuş.
Sonraları bu hadiseyi yanında refakatçi olan annesi Rehber’e anlatmış ki kendisi hiç mi hiç hatırlamıyor. Demek tahkikî iman dersleri dem ve damarlarına o kadar işlemiş ki yoğun bakımdayken, aklî muhakemesi ve muvazenesi yerinde değilken bile namaz ve şükür şuurunu kaybetmemiş.
Rehber’le birlikte kaza yapan diğer arkadaşların hâli de bir başka acayip ve garip idi. Hepsi sargılar içindeler. Kafalarını kollarını âdeta sargı bezleri istilâ etmiş. Onları görseniz:
– Bunlar hangi savaşın gazileri, diye sorardınız. İşte onlar o hâldeyken bile namazı ihmal etmemiş, hastaneden çıkar çıkmaz ulaştıkları ilk camide abdest alıp insanların şaşkın bakışları arasında cemaatle namazlarını kılmışlar.
Ben şimdi onlardan biri olan Fatih kardeşe bazen bu hadiseyi hatırlatır:
– Mahşer günü beni cehenneme sürerlerse diyeceğim ki: “Ya Rabbi. Ben böyle böyle kullarının yanından geliyorum, onların hürmetine beni affet” derim, o da ihlâsından ve tevazuundan:
– Aman ağabey, ne diyorsun, diye titrer hep.
Şimdi böyle neticeleri olan trafik kazasına “musibet” mi demek lâzım?
Cenab-ı Hak çalışmalarınızda azamî muvaffakiyetler buyursun, eserlerinizin tesirini halk eylesin. Âmin.
(Halil Dülgâr)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.