Abdulkadir MENEK
TRT Şeş veya bir tabu yıkılırken (IV)
1991 yılında 12 Eylülün üzerinden 11 yıl geçtikten sonra yeniden Başbakan olan Süleyman Demirel, bu dönemdeki ilk gezilerinden birisini Diyarbakıra yapmış ve burada yaptığı konuşmada Kürt realitesini tanıdıklarını ifade etmişti. Aslında bu söz yetmiş yıldır uygulanan ve inkâra dayanan bir politikanın hazin bir iflası anlamına geliyordu. Demek ki Türkiyede Kürtler vardı ve yetmiş yıla yakın bir zamandır uygulanan asimilasyon politikaları bir işe yaramamıştı.
Fakat bu realite sadece demeçlerde kalmış, bürokratik devletin ve derin mahfillerin katı ve ırkçı tutumları ve dirençleri karşısında hiç bir mesafe alınamamıştı. Terör süratli bir şekilde tırmandırılmış, bu söz sadece meydanda söylenen bir söz olarak kalmış, atılması gereken adımlar atılamamış ve bu önemli mesele sadece sözlerle geçiştirilmeye çalışılmıştı. Bu olaydan sonra en önemli adım ise, 3 Ekim 2001de atılmış, Anayasanın 26. ve 28. maddeleri değiştirilerek, Anayasa anadille ilgili yasaklardan arındırılmıştı.
Bu yasal değişikler yapılırken Kürtçe ile ilgili tartışmalar hiç bitmedi. Sağ ve soldaki bütün ulusalcılar birleşerek koro halinde bu tür değişikliklere şiddetle karşı çıkmaya devam ettiler. Ülkenin bölüneceği korkusu pompalanmaya çalışıldı. Oysa uydu aracılığı ile televizyon yayınları çoktan başlamış ve bir uydu alan herkes yurtdışından yapılan Kürtçe televizyon yayınlarını rahatlıkla izler hale gelmişti. Yine de boş durulmadı. Birçok yerde uydu antenler yasaklandı, balkon ve çatılardan çanak antenler toplanmaya başlandı. Fakat bu yasaklarla, bunu önlemenin imkânsızlığı kısa sürede ortaya çıktı. İnsanlar yeni yollar ve formüller deneyerek Kürtçe yayınları izlemeye devam ettiler. Buralarda yapılan olumsuz propagandanın tesiri her geçen gün artmaya başladı.
1997 yılında Türkiyede tartışılan konuların başında kamuoyunda Zenginler Kulübü olarak bilinen TÜSİADın (Türkiye Sanayici ve İşadamlar Derneği) Prof. Bülent Tanöre hazırlattığı Türkiyede Demokratikleşme Perspektifleri Raporu geliyordu. Bülent Tanör, Kemal Alemdaroğlunun Rektör olduğu İstanbul Üniversitesinde görevli bir öğretim üyesi idi. Kemal Alemdaroğlu, Prof Bülent Tanörü, bu çalışmayı izinsiz yaptığı gerekçesiyle ve meslekten men cezası talebiyle YÖK Disiplin Kuruluna sevk etti.
Aslında bu rapor münhasıran Kürt Sorunu ile ilgili değildi. Türkiyedeki demokratikleşme konusunda yapılan çalışmaları ve bunun için gerekli olan atılımları anlatan çok geniş kapsamlı bir rapordu. Mevcut Anayasanın ihtiyaçları karşılamadığı ve yeni bir Anayasanın yapılması, idam cezasını kaldırılması, insan haklarının iyileştirilmesi, AB reformlarının hızlandırılması, işkenceyi önlemek için yasal iyileştirmeler yapılması, kültürel hakların tanınması için gerekli değişiklikler yapılması, MGK'de sivil üye sayısının arttırılarak, TSK'yi temsilen sadece Genelkurmay Başkanının bu toplantıya katılması, Siyasi Partiler Kanununun değiştirilmesi, partilerin iç işleyişinin demokratikleşmesi, seçim sisteminin yenilenerek siyasi partilerin seçim ittifakı yapmalarının önünün açılması, barajın makul bir seviyeye indirilmesi, nisbi takviyeli, iki turlu, dar bölge sisteminin getirilmesi, Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Kanunu'nda yasal düzenlemeler yapılması, ifade ve basın-yayın özgürlüğünü kısıtlayan hükümlerin gözden geçirilmesi, Ulusal Program'da kültürel hakların iki önemli konusu olan anadilde eğitim ve televizyon-radyo yayın konusuna açıklık getirilmesi, Anayasa'daki dil yasakları ve mevzuattaki öteki sınırlamaların kaldırılması, yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanması talepleri bu rapor ile dile getirilmişti.
Raporda, Demokratikleşme Perspektifleri çerçevesinde Kürt Sorununun çözümü için bazı öneriler sıralanıyor ve ad koyma serbestliğinin tanınması, yerleşim yerlerine halkın kullandığı isimlerin verilmesinin yolunun açılması ve bu çerçevede Anayasada ilgili hükümlerin değiştirilmesi isteniyordu.
İşadamı Sakıp Sabancı da bir rapor hazırlatmış, sonuçlarını yaptığı bir konuşma sırasında kamuoyu ile paylaşmıştı. Sakıp Sabancı, bu konuşmasından sonra ulusalcı ve ırkçı cephe tarafından tam bir eleştiri bombardımanına tabi tutulmuş ve tehditlere varan hücumlara hedef olmuştu. Bu arada en sert ve en dikkati çeken eleştirilerden birisi MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeşten gelmiş ve Sakıp Sabancıyı çizmeyi aşmakla suçlamıştı. Sabancı tarafından bu raporun kamuoyuna açıklanmasından sadece iki ay sonra Sabancı Centerde çok planlı olarak yapıldığı anlaşılan bir suikast gerçekleştirildi. Burada Sakıp Sabancının kardeşi Özdemir Sabancı ile birlikte Sabancı Holding üst düzey yöneticilerinden iki kişi öldürüldü. Bu olayın içyüzünün bugün dahi çözülebildiğini söylemek mümkün değildir. Daha sonraları, bu suikastın Sakıp Sabancıyı hedeflediği, ancak o sırada binada olmadığı için kurtulduğu iddia edildi. Bu suikastı gerçekleştirenlerden Fehriye Erdal yurt dışına kaçtı. Olaydan yaklaşık bir yıl sonra Mustafa Duyar, sürpriz bir şekilde teslim oldu. Mustafa Duyar, Afyon Cezaeviinde 15 Şubat 1999da çıkan bir isyan sırasında, Ergenekon bağlantıları araştırılan Nuriş Kardeşler (Vedat ve Nuri Ergin) tarafından öldürüldü. Kardeşlerden Nuri Ergin, hapishane penceresinden dışarıya seslenerek bu devlet bana Mustafa Duyarı öldürttü diye seslendi. Mustafa Duyarın öldürülmesinin, Veli Küçük tarafından azmettirildiği, iddialar arasında yer aldı. Bu olaylar sis perdesi arkasında bütün yönleri ile araştırılmayı bekliyor.
Aslında benzer bir olay da, daha önceleri Adnan Kahvecinin başına gelmişti. 1995 yılında bir Kürt Raporu hazırlayarak radikal sayılabilecek çözüm yollarını kamuoyu ile paylaşan Adnan Kahveci, raporu açıkladıktan üç ay kadar sonra bugün bile şüphe ile karşılaşılan bir trafik kazası geçirmiş ve bu kazada eşi ve çocukları ile birlikte hayatını kaybetmişti. Aslında bu konu bir mayınlı alandı ve meselenin çözümü için kafa yoranlar bir şekilde susturuluyorlardı.
Kürt Sorunu ile ilgili olarak hazırlanan raporlar sadece bu raporlardan ibaret değildi. PKKnın sahneye çıkması ile birlikte konuya çözüm bulmak amacı ile birçok kişi ve kuruluş tarafından raporlar hazırlanmıştı. Fakat raporların çoğunun içi boştu ve mesele yalnızca bir güvenlik meselesi olarak görülüyor, buna yönelik öneriler sunuluyordu. Bu konuda CHP, TOBB, Hak-İş, Türk-İş, İstanbul Sanayi Odası, İstanbul Ticaret Odası ve İktisadi Kalkınma Vakfı gibi kişi ve kuruluşlar da bu dönemde hazırladıkları raporlar ile konunun çözümü için kendi görüş ve düşüncelerini ifade ediyorlardı. TOBB adına bir rapor hazırlayan Prof. Dr. Doğu Ergil, bazı çevreler tarafından büyük hücum ve tehditlere hedef olunca çareyi yurtdışına gitmekte bulmuş ve bir süre yurt dışında gözlerden uzak yaşamayı tercih etmişti.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı(TESEV) tarafından 2008 yılının Aralık ayında bir rapor hazırlanarak hükümete sunuldu. "Kürt Sorununun Çözümüne Dair Bir Yol Haritası: Bölgeden Hükümete Öneriler" başlıklı raporda, Kürt sorununun PKK'ya endekslenmemesi, siyasal, anayasal ve ekonomik reformların bir an önce yapılması istendi ve Kürtçenin ikinci dil yada seçmeli dil olarak kullanılması gerektiği ifade edildi.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.