Tüm vaktimizi kudsi vazifeye vermeliyiz

Tüm vaktimizi kudsi vazifeye vermeliyiz

Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

Bir suale mecburi cevabın tetimmesidir.

Aziz sıddık kardeşlerim,

Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengamı ve şuhur-u selasenin çok sevaplı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silahla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle, gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur'un hizmeti zararına bir atalet, bir fütur ve tevakkuf başlar.

Aziz kardeşlerim, siz kat i biliniz ki, Risale-i Nur ve şakirtlerinin meşgul oldukları vazife, ru-yi zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için, dünyevi merak aver meselelere bakıp, vazife-i bakiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz; kuvve-i maneviyeniz kırılmasın.

Evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fani hayatta zalimane olan düstur-u cidal dairesinde, gaddarane, merhametsiz ve mukaddesat-ı diniyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle, kader-i İlahi, onların o cinayetleri içinde, onlara bir manevi cehennem veriyor.

Risale-i Nur ve şakirtlerinin çalıştıkları ve vazifedar oldukları fani hayata bedel, baki hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkarlarına gayet dehşetli ecel celladının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kati ispat etmektedir. Şimdiye kadar o hakikati göstermişiz.

Elhasıl: Ehl-i dalalet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nur-u Kur'ân ile cidaldeyiz. Onların en büyük meselesi-muvakkat olduğu için-bizim meselemizin en küçüğüne-bekaya baktığı için-mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsi vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz?

Bu ayet (Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez. (Mâide Sûresi: 105.)) -ve usul-ü İslamiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan yani, "Başkasının dalaleti sizin hidayetinize zarar etmez; sizler, lüzumsuz onların dalaletleriyle meşgul olmayasınız"; düsturun manası: "Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz."

Madem bu ayet ve bu düstur, bizi, zarara bilerek razı olanlara acımaktan men ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsi vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri malayani bilip, vaktimizi zayi etmemeliyiz. Çünkü elimizde nur var, topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nurani müdafaadır. (Tarihçe-i Hayat, Altıncı Kısım: Emirdağ Hayatı)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

ATÂLET : Boş durma, tenbellik, işsizlik, yılgınlık
CELLÂD : İdâma mahkûm olanları îdam etmekle vazifeli şahıs.
CİDÂL : Sözle mücâdele, ateşli konuşma; muhârebe; cenk; kavga, mücadele, çarpışma, çekişme.
CİHET : Yön, taraf; vesile, sebep, bahâne.
DERD-İ MAÎŞET : Geçim sıkıntısı.
DÎVÂNE : Aklı başında olmayan, deli.
DÜSTUR-U CİDAL : Çarpışma kaidesi. Sürekli çarpışma.
ECEL : Her mahlûkun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti.
EHL-İ DALÂLET : Doğru ve hak yoldan sapanlar, îmân ve İslâmdan çıkmış olanlar.
ELHÂSIL : Kısacası, netice olarak, özetle.
EVAKKUF : Durma, duraklama, bağlı olmak.
FÜTUR : Yeis. Ümidsizlik. Usanç. Gevşeklik.
GADDARÂNE : Zâlimcesine, hiddet ederek.
GAFLET : Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık; nefsine uyarak Allah'ı ve emirlerini unutmak.
HENGÂM : An, zaman, vakit, sıra, çağ.
HİDÂYET : Doğru inanç ve yaşayış üzere olmak.
KUDSİYE : Mukaddeslik, azizlik, temizlik, pâklık.
KUVVE-İ MÂNEVİYE : Mânevi kuvvet, moral gücü, mâneviyâttan gelen dayanma gücü.
MÂLÂYÂNÎ : Mânâsız, faydasız, boş şey.
MERAK-ÂVER : Merak verici. Merak veren.
MESÂİL : Meseleler.
MEŞGALE : İş, meşguliyet.
MEŞGUL : (Şugl. den) Bir işle uğraşan.
MEŞGUL : (Şugl. den) Bir işle uğraşan. * Dalgın. * Doldurulmuş, tutulmuş, işgal olunmuş.
METÂNET : Kararlılık, dayanıklılık, sağlamlık.
MUAZZAM : En Büyük, iri, kos koca.
MUKABİL : Karşı, karşılık olarak, bedel.
MUKADDESÂT-I DİNİYE : Dînen kudsî ve kusursuz sayılan şeyler.
MUVAKKAT : Geçici; kısa bir zaman, vakitli, fâni.
PERESTİŞKÂR : İbâdet edercesine seven, çok ileri sevgi ve hürmet besleyen.
RÛY-İ ZEMİN : Yeryüzü.
SAADET-İ EBEDİYE : Dâimî saadet; Cennet hayatı, ebedî mutluluk.
SEBAT : Dayanmak, kararlı olmak.
ŞUHÛR-U SELÂSE : Üç aylar; Receb, Şaban ve Ramazan ayları.
T ŞÂKİRT : Talebe, yardımcı.
TECÂVÜZ : Haddini aşma; söz veya hareketle ileri gitme, saldırma.
TETİMME : Tamam etme, tamamlama, ek.
VAZİFE-İ BÂKİYE : Daimi vazifeler.
VAZİFE-İ NURİYE : Risâle-i Nur hizmeti.
VESÎLE : Sebep, vasıta, fırsat, bahane.
ZÂLÎMÂNE : Zulmedercesine.