İbrahim KAYGUSUZ
Türkiye, Modernleşme ve İslam
Modernizm, Osmanlı/Türkiye özelinde son iki asırdır hayatın bütün alanlarında etkisini derinden hissettiren bir kavramdır. Bu kavramın batıdaki tarihi ve teorik kökleri, “Rönesans” ve “Reform”a kadar uzanır.
Kavram, bütün dinler ve kültürler üzerinde, hususan İslâm kültür ve medeniyeti üzerinde derin etkiler bıraktı.
Modernizmin ekonomik, sosyal ve siyasî hayatımızdaki belirleyiciliği inkâr edilemez.
Batı'nın beş yüz yıllık tarihî tecrübesini özetleyen bu kavramı tanımlamak, elbette çok kolay değil. Fakat bu kavramın tarihi süreç içinde kazandığı anlam itibarı ile “Batı'nın ideolojik kodlarını” içerdiği bir gerçektir.
Modernleşmeyi salt bir “ilerleme” olarak ele almamız elbette mümkün değildir. Kavramın “batı ideolojisi” kaynaklı muhtevasını dikkate almamız gerekir.
Her şeyden önce, “modernleşme kuram”ının, “modern” ve “geleneksel” olarak nitelenen iki toplum tipinin karşılaştırılmasına dayandığı bilinmelidir.
Bu tipleştirmede “modern toplum tipi”nin ne olduğu ifade edilir.
Yapılan bu tanımlama, tipleştirmenin diğer tarafındaki “geleneksel toplum”u, “modern olmayan toplum” olarak karşımıza çıkarır.
Geleneksel bir toplumun modern bir toplum haline gelmesinin tek yolu vardır: “Modern toplumlara benzemek!”
Modern toplumdan kastedilen Batı toplumları olduğuna göre, “modernleşme”nin yolu Batı ideolojisini benimsemektir. Bu da Batı'da hâkim felsefî görüşlerin “modernleşme” kılıfı ile ihraç edilmesi anlamını taşımaktadır.
Osmanlı/Türkiye modernleşmesi tabandan yükselen bir halk hareketi değildir.
Osmanlı/Türkiye modernleşmesi, yönetici/aydın elit tarafından sırtlanan bir çaba olarak karşımıza çıkar.
II. Viyana bozgunundan, Tanzimat Fermanı'nın ilanına kadar tarihi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkan modernleşme, bu tarihten sonra, yöneticiler tarafından topluma dikte ettirilen bir hareket olmuştur.
Tanzimat Fermanı'nın ilânından sonra Mustafa Reşit Paşaya bir mektup gönderen Fransız Filozofu Auguste Comte, kurduğu yeni din olan “pozitivizm”e Osmanlının hazırlanmasını ister.
Her ne kadar bu istek hemen gerçekleşmemişse de, çok geçmeden Beşir Fuad, Ahmet Ziya ve Ziya Gökalp'ın eliyle Pozitivizm, Osmanlı bünyesine yerleşmeye başlamıştır.
Cumhuriyet döneminde yeni devletin nihai hedefi, bütün geri kalmış devletlerde olduğu gibi, “muasır medeniyet seviyesi!” olarak gösterilmiştir.
Türkiye kısa sürede batı toplumlarının siyasî, sosyal ve iktisadî özelliklerine bürünecek ve modern bir ülke haline gelecekti!
Bu modern ülkenin felsefî temeli pozitivizme dayanacaktı. Dinin yerini modernleşme kuramına uygun “pozitivist laiklik!” alacaktı.
Dolayısıyla bu modern ülkenin “kutsalları” da değişmek zorundaydı!
Osmanlı/Türkiye Modernleşme sürecini tüm yönleri ile yaşayanlardan birisi hiç şüphesiz Bediüzzaman Said Nursi’dir.
Bu bağlamda Bediüzzaman’ın risalelerinde geçen medeniyet, garp, felsefe, terakki vb. kavramlara dikkat etmek gerekir.
Haftaya devam edelim.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.