Türkiye’yi dinliyorum

Türkiye’yi dinliyorum gözlerim kapalı!
Ta uzaklardan bir tren sesi, ardından bir korna…
Ve bir vapur yanaşıyor iskeleye, adeta bir barajın önü açılır gibi
İnsan seli boşalıyor.
Tarihin derinliklerinde kılıç şakırtıları…
İlayı kelimetullah uğruna giden akıncılar bir daha yurda dönmüyor…
Osmanlıdan arta kalan bir parça ve bu parçaya maya çalan Bediüzzaman'ı görüyorum.
Derken iğnenin deliğinden geçirilen bir neslin uyuşukluğuna bulaşıyorum...
Ve gece yarısı Türkiye radyolarında iliklerimizi donduran bir anons: “Türk Silahlı kuvvetleri ülke idaresine el koydu.”
Yarın sokağa çıkma yasağı var.
Türkiye’yi dinliyorum gözlerim kapalı.
*                                            *                     *
Ruhumda bir med- ceziri yaşıyorum.
Kürt açılımı mı yoksa demokrasi açılımı mı?
Yıllar yılı Nobel edebiyat ödülüne namzet oluyorum.
Danimarka'ya boykot düzenlerken Fransa’yı da ekliyorum.
Adeta bütün dünyaya düşman kesiliyorum.
Zorlu bir yıla hazırlanırken, Suriye ile vize anlaşmasına irkiliyorum.
Yok, yok şaşırıyorum. Belki de hala inanmıyorum.
"PKK militanları dağdan iniyor" sedasına "dut yemiş bülbül" kesiliyorum.
Bir mayın patlıyor dağların eteklerinde… Ta uzaklarda vaveylalar kopuyor.
Bir “Ceylan” vuruluyor. Bir ana son kez ağlıyor.
Ve bir başbakan meclise sesleniyor: “Sizin hiç çocuğunuz öldürüldü mü?”
İçim ürperiyor gözlerimdeki yaşı gizliyorum.
Gözlerim kapalı Türkiye’yi dinliyorum.
*                                       *                           *
Medeniyetleri toplumsal gelişmeler meydana getirir.
Bireysel erdemlilikler topluma yansıdığı ölçüde de medeniyetler kaim olur.
Anadolu tarihe “analık” ettiği sürece insanlık topyekûn kerametlere nail olabilir.
Yoksa Bediüzzaman; “Mekke’de de olsaydım yine Türkiye’ye gelirdim” demezdi.
Yıkılmışlıklar içindi bir medeniyetin yeniden kuruluşuna şahit oluyorum adeta.
Türkiye’yi dinliyorum ki Dersim'de buluyorum kendimi.
Onur Öymen’e belli belirsiz protestolar canlanıyor.
Diyarbakır hapishanesi kabir azabına eşdeğer bir işkence yumağı olduğu söyleniyor.
“Bu kalp seni unutur mu?” şarkısı kulaklarımızda çınlanıyor.
Her ihtilal Atatürk ilkelerine ihanetten yapılırken “ATA-PUT” başlıklı yazılar yazlıyor gazetelerde (Taraf-Murat Belge,13.11.2009).
Ve domuz gribinden ölenlerin sayısı yüze çıkıyor.
Türkiye’yi gözüm kapalı dinlerken yine sahneye Demirel çıkıyor.
Deniz Baykal’la yan yana poz veriyor ve ekliyor:
''Bir ülkede herkes devlet düşmanı olabilir mi, bir ülkede herkes rejim düşmanı olur mu, bir ülkenin savcısı devlet düşmanı olur mu, Yargıtay'ı devlet düşmanı olur mu, bir ülkenin kurumları o rejimin düşmanı olur mu?”
Ama her nedense “Ergenekon”dan da bahsetmiyor.
Ergenekon sanıkları bir zamanlar bu devletin idarecileri değil miydi?
Türkiye’yi dinlemek kolay değil.
Yinede Türkiye’yi dinliyorum fakat bu sefer gözlerim açık.
*                             *                      *
Gözümü kırpmadan Türkiye’yi dinlerken arada bir kendimi çimdikliyorum: "Burası Türkiye mi?” diye…
Ama öylesine garip olaylara şahit oluyoruz ki tanıdığımız Türkiye’ye hiç uymuyor.
Yani şu anlarda yaşadığımız birçok olay Türkiye’de yaşanacakta yer yerinde oynamayacak. İrtica hortlamayacak, ülke elden gitmeyecek, laiklik tehdit altında olmayacak, yine “takunyalılar” muhabbeti başlamayacak ve en nihayet ordu “laiklik ve Atatürk ilkeleri” elden gitmesin diye muhtıra yahut ihtilal yapmayacak…
Hani Mecliste açılımın ikinci raundu konuşulduydu ya.
Muhalefet renkten renge girdi.
İtiraz etti olmadı, karşı çıktı olmadı, sonunda başbakan konuşurken meclisi terk etti.
Hele birileri sanki kaybedilen bir ruhun peşine takıldı ve o hızla Samsun'a çıkartma yaptı.
O kadar hızla viraja girdi ki hızını almadığı için “sığırlar” diye bağırdı. (HEPAR Başkanı Osman Pamukoğlu)
İşin ilginç tarafı bu açılım paketi açıldıkça Levent Kırca içine kapanmaya başladı.
Son “olacak o kadar” programını izleyenler bir komedi programının nasıl bir drama döndüğünü görmüşlerdir.
Daha da ilginci nedir biliyor musunuz?
Mecliste açılımın konuşulduğu gün gerginlik tavan yapmıştı ya.
Tüm muhalefet ayaklanmıştı ya…
Yukarda bahsettiğim birçok olay gibi birçok kişi yine eskiden olduğu gibi değişik mercilerden medet ummak adına ağza almadık laflar ettiydi ya…
Türkiye’yi az çok tanıyanlar dışarıdan seyredince “işte bu iş bu kadar” deyip hakikaten yine mutlak bir ihtilali beklerken bir resepsiyon veriliyor.
O resepsiyonda meclis başkanı sayın M. Ali Şahin ve İlker Başbuğ yan yana kuyu bir sohbete başlıyorlar.
Herkesin dikkati ikilinin üzerinde…
Merak ve heyecanla sonucu bekliyorlar.
Sayın Başbuğ’un tok ve emrivaki bir sesle ordunun rahatsızlığını dile getiren bir uyarı konuşması yapıldığı tahmin edilirken…
Tüm basın mensupları heyecanla muhtıra benzeri bir açıklamayı meclis başkanından beklerken başkan, son derece rahat bir eda ile şaşırtıcı bir cevap veriyor.
Meğer konuştukları konu Milan Baroşmuş.
Evet, Türkiye’yi dinliyorum gözlerim açık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum