Niyazi BEKİ
Ümitvar olun istikbal İslamındır
Ümit ve ümitsizlik çok farklı etkiye sahip zıt iki kavramdır. Ümit: “yaşasın!” dediği yerde, ümitsizlik: “ölsün!” diyecektir.
Ümit yeşerten düşünceler, dünya ve ahiretin mutluluğunu sağlayan harika bir formüldür. Ümit, hayat bahşeden sihirli bir iksirdir. Ümitsizlik ise, canlı insanları birer cenaze haline getiren bir ölüm celladıdır. Kur’an’da “ümitsizlik ancak inkârcılarda bulunan bir özellik olduğu” bildirilmiştir(Yusuf, 12/87).
Bediâne bir ifadeyle söylemek gerekirse; “Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır. İnsanları canlandıran emeldir(ümittir); öldüren ye'stir(ümitsizliktir)” (Mektubat, 473 ).
İslam âleminin bugünkü sıkıntılarına bakıp gelecekten ümit kesmek kadar cahilce bir düşünce olamaz. Zira bu karanlıklar, gecenin son demlerini göstermektedir. Artık bundan sonra İslam güneşi, yeniden doğacak ve ittihad-ı İslam gündüzü başlamış olacaktır.
“(Ey müminler!)Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennet’e gireceğinizi mi sandınız?! Onlara yoksulluk ve sıkıntı öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki nihâyet peygamber ve beraberindeki müminler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demişlerdi. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 2/214) mealindeki ayette, deyiş yerindeyse “her geceden sonra bir sabahın olduğuna” işaret edilmiştir.
Bunun tarihte pek çok örneği vardır.
Mesela: Peygamber Efendimiz (asm)'in Mekke'den çıktıktan sonra arkadaşı ile birlikte gizlendiği bir mağaradaki sözleri, onun Allah’ın yardımına olan ümidinin, güven ve tevekkülünün en güzel örneklerinden biridir. Yüce Rabbimiz de küfre sapanlara karşı kendisine yardım etmiştir:
"Siz ona (peygambere) yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak onu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: 'Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.' Böylece Allah ona 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr çağrılarını, konumlarını) alçaltmıştı. Şüphesiz Allah'ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir" (Tevbe, 9/40).
Allah'ın yardımının ve desteğinin kendileriyle beraber olduğuna iman eden müminler için, Hz. Musa (as) ve kavminin yaşadıkları da güzel bir örnektir. Hz. Musa, İsrail oğullarını Firavun'un zulmünden korumak için Mısır'dan çıkarmıştır. Firavun ise ordusuyla birlikte Hz. Musa'nın ve kavminin peşine takılmıştır. Hz. Musa ve İsrailoğulları deniz kıyısına ulaştıklarında, içlerinden bazı zayıf imanlılar, Firavun tarafından sıkıştırıldıklarını düşünerek, panik olmuşlar ve ümitsizliğe kapılmışlardı. Hz. Musa (as) ise, örnek bir tevekkülle: "... Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara, 26/62) diyerek, Allah'ın müminlerle beraber olduğuna ve kendilerine yardım edeceğine dair tereddütsüz inancını seslendirmiştir. Allah, apaçık bir mucizeyle denizi ikiye yararak, Hz. Musa'nın ve kavminin karşı kıyıya geçmesini sağlamış ve onları Firavun'un zulmünden kurtarmıştır. Onların hemen ardından da denizi kapatarak Firavun'u ve ordusunu suda boğmuştur.
Allah Müminlere Dünyada da Ahirette de Yardım Eder
İnananların tek yardımcısı ve velisi Allah'tır. Müminler her türlü zorlukta, her türlü şartta O'ndan yardım isterler ve Allah da onlara icabet eder.
Allah, "...İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır." (Rum, 30/47) mealindeki ayetiyle, tüm iman eden kullarına yardım edeceğini bildirmektedir.
Yardım eden, Yardım görür
Allah'ın yardımını kazanmak için en önemli şartlardan biri; O'nun dinine yardım etmek, O'nun sınırlarını/emir ve yasaklarını koruma konusunda titizlik göstermek ve bu uğurda mücadele etmektir. İşte böyle samimi bir çabanın karşılığında, müminler daima Allah'ın yardımına mazhar olacaklarını ümit edebilirler. Zafer ve üstünlük, Allah'ın vaat ettiği gibi, yalnız O'na inananların, O'nun rızası ve hoşnutluğu için gayret gösterenlerindir.
"Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslam'a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır"(Muhammed, 47/7)mealindeki ayette bu ilahi vadin altı çizilmiştir.
Ümitsizlik öldürücü ve bulaşıcı bir hastalıktır
Ümitsizliğin nasıl bir ölüm fermanı hükmünde olduğunu görmek için Bediüzzaman hazretlerinin aşağıdaki tespitlerine kulak vermek yeterlidir:
“İKİNCİ KELİME ki; müddet-i hayatımda tecrübelerimle fikrimde tevellüd eden şudur: Yeis en dehşetli bir hastalıktır ki, Âlem-i İslâm'ın kalbine girmiş. İşte o yeistir ki bizi öldürmüş gibi, garbda bir-iki milyonluk küçük bir devlet, şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş. Hem o yeistir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-ı umumiyeyi bırakıp menfaat-ı şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş. Hem o yeistir ki, kuvve-i maneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i maneviye ile şarktan garba kadar istilâ ettiği halde; o kuvve-i maneviye-i hârika, me'yusiyetle kırıldığı için, zalim ecnebiler dörtyüz seneden beri üçyüz milyon Müslümanı kendilerine esir etmiş. Hattâ bu yeis ile başkasının lâkaydlığını ve füturunu kendi tenbelliğine özür zannedip "Neme lâzım" der, "Herkes benim gibi berbaddır" diye şehamet-i imaniyeyi terkedip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor. Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor; biz de o katilimizden kısasımızı alıp öldüreceğiz. لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ (Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin)kılıncı ile o yeisin(ümitisizliğin) başını parçalayacağız”(Hutbe-i Şamiye, 43-44).
Allah’tan ümit kesmeyenler hayal kırıklığına uğramayacaklar
Eski peygamberler ve onların ümmetleri gibi Hz. Muhammed (a.s.v) ve onun ashabı da imanlarını ve kutsal değerlerini kendi istihatlarının üstünde görmüşler; bu değerleri koruma ve güçlendirme uğruna maddî ve bedensel yararlarını sonuna kadar feda etmeyi göze almışlar; büyük bela ve sıkıntılara katlanmışlardır. Allah'ın rahmetinden asla ümitlerini kesmemişler, aksine "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek!" diye sarsılmaz bir imanla onu bekleyerek, şartların gerekli kıldığı yöntemlerle mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Bir yoruma göre onlar, "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek!" diye yakarırken, Allah'ın kendilerini düşmanları karşısında yenilgiye uğratmayacağına inandıkları için, "Muhakkak ki Allah'ın yardımı yakındır." diyerek, sordukları soruyu yine kendileri cevaplandırmışlar; "Ya rabbi! Vaadine güvendik, dayanıyoruz." demişlerdir. (Râzî, VI, 21-22)
Nihayet, ormanlık arazinin yağmur bulutlarını çekmesi gibi, onların bu büyük imanları, sabır, sebat ve fedakârlıkları da Allah'ın yardım ve desteğini üzerlerine çekmiştir. Böylece hem dünyada zafere ulaşıp Müslümanlıklarını yaşatmışlar, İslâm'ı güçlendirmişler hem de cennete girmeye hak kazanmışlar; hatta içlerinden bazıları daha hayatta iken cennetle müjdelenmişlerdir.
“Allah: ‘Ben ve Resullerim elbette galip geliriz’ diye hükmetmiştir. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak galiptir”(Mücadele, 58/21) mealindeki ayette, Allah’a ve peygamberlerine samimi olarak tabi olanlar, onlara iman edip ilahi mesajlara hakkıyla bağlı olanlar, sonuçta zalim inkârcılara karşı galip geleceklerine dair Allah’ın verdiği söz bulunduğuna işaret edilmiştir.
Son olarak alem-i misalde o meclis-i münevverin asrın müceddidine verdiği müjdeyi Risale-i Nur’dan okuyalım
“-Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır!.” (Sünuhat-Tuluat-İşarat, 50 )
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.