İbrahim KAYGUSUZ
Üslûb
Seçim sath-ı mailine girdik, meydanlar hareketlenmeye başladı. Keşke meydanlar, “bozkurt” “çakal” muhabbeti ile açılmasaydı. Seviyemize yakışmadı.
Her söz ehlini bağlar. Siyasetçi “kamu”nun önünde sarfedeceği her sözü tartmalıdır.
Sükûnet ve vakar siyasetçinin iki vasfı olmalı. Toplumun önünde yürüyenler olgunluğu elden bırakmamalı.
Farklılıklar zenginliğe işaret eder. Farklı fikrî ve siyasî çizgiler yekdiğerine tahammül edebilmelidir. Demokrasi faklılıkların sentezidir. Bediüzzaman’ın tabiri ile “fırkacılık (parti) lazım-ı meşrutiyettir.” Eğer tahammül ve sabır gücünüz yoksa uzun maratona çıkamazsınız.
Said Nursi siyaset ve sosyoloji bilimlerinin kavşağında enfes bir cümle sarfeder:
"Bizdekilerde hutut-u efkâr (fikir çizgileri) telâki (kavuşma/kavşak) için mütemayilen imtidada (birbirine meylederek ilerlemeye) bedel, münharifen (çatışarak) gittiğinden, nokta-i telâki (buluşma noktası/kavşak) vatanda, belki kürede (!) görülmüyor. Vücut-adem gibi, birinin vücudu ötekinin ademini ister.
"İnat, bazan müfrit fırka (parti) müteassıplarına, dalâl ve batılı iltizam ettirir. Şeytan birisine yardım etse, melek der, rahmet okutur. Ötekinde melek görse, libasını değiştirmiştir der, lânet eder. Su-i zan ve hüsn-ü zan nazarıyla, dürbünün iki tarafı gibi leh, aleyhtar... Vâhi emareyi bürhan, bürhanı vâhi emare görür.”
Türkiye’ye hakim siyasal bedenin niteliğine baktığımızda bu acı şemal arz-ı endam eder. Bu cümlelerin sarfedildiği 1900’lü yılların başından bugüne sanki hiç yürümemişiz!
Halbuki siyasetin varoluş kaynağı bu değildir. Siyaset bir sanattır. Doğru oynamayı gerektiren bir oyundur. Bu sanat oyunu, yanlış kurallarla oynanmaz.
Said Nursi siyaset sanatının doğru kurallarını belirleme adına değerli fikirler serdetmiştir.
İktidarı ve muhalefeti ile bütün siyaset ehli Said Nursi’ye kulak vermeli.
Eski Said döneminde Abdülhamid’e İttihat ve Terakki hükümetine, eşrafa, valiye, medrese ehline ve avama kadar herkese bu değerli fikirlerini anlatmış ve yazmıştır. Metinler aynen elimizde duruyor.
Yeni Said ve üçüncü Said dönemlerinde Menderes’e ve CHP’ye gönderdiği mektuplarında onlara oyunun bazı “anayasa”larını hatırlatır. O bunlara Kur’an’ın “kanun-u esasileri” der.
Said Nursi Türkiye’nin büyük kazancıdır. Onun keskin ve derin zekâsına çok ihtiyacımız var.
O Gandhi gibi eylem adımı, Montesquieu gibi hukuk adamı, Rousseau gibi toplum adamıdır. Onlardan bir üstünlüğü varsa Kur’an tezgahından çıkma ve Müslüman coğrafyanın yerli malı olmasıdır.
Değerli Yusuf Kaplan onu büyük mütefekkir ve tarih felsefecisi İbn-i Haldun ile karşılaştırırken, “Karşılaştırmada yanlışlık yapmak istemiyorum fakat Said Nursi çok büyüktür” demişti.
Türkiye’de büyük memlekettir, bu coğrafyada yaşayan insanlar “büyük kimliklerini” “küçük hislerine” yedirmemelidir.
Büyük Türkiye’nin siyasetçileri karakterli duruşlar sergilemelidir. Buna çok ihtiyacımız var.
Neden?
Çünkü, Asya’nın, Afrika’nın, Ortadoğu’nun ve İslamın tarihinde bu Anadolu coğrafyasının yeri ve önemi çok büyük olmuştur. Bu anlamda Türkiye, kadim dönemlerde hep merkezi bir ülke rolünü oynamış, farklı kültür ve medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Bu anlamda zengin bir manevi mirasa sahibiz.
Siyasi figürler, sosyal oyuncular, sivil eşraf ve üzerine vazife terettüp eden herkes içeride ve dışarıda bu emanetin sorumluğunda olarak tarihi rollerini “değeri ve kalitesi” ile birlikte iyi oynamalıdır.
Türkiye doğru İslamı, yüksek demokrasiyi, muhafazakârlığı ve değişimi bir arada yaşatmasını becermiş ender ülkelerdendir.
Bu çok yönlü beceri ve biraradalığın sağlanmasında dün tarihi tecrübemiz, bugün ise eylem, hukuk, toplum ve din adamı olarak Said Nursi’nin katkısı çok büyük olmuştur. Onun derin zekası bu beceride çok işlevsel bir rol oynamıştır.
Bir eylem adamı olarak Said Nursi, yüzyıldır bu ülkede şiddetin önünde barikat kurmuştur. O çok kritik zamanlarda akan ve taşan dolu dizgin enerjileri doğru mecraya akıtan bir “siyaset dehası”dır.
Başlattığı Kur’an hizmeti hareketinin kırılgan ve puslu minderlere çekilmesine müsaade etmemiştir.
Talebelerine “elinizde topuz değil nur olsun” demiştir. Bu “nur” çok tesir bırakmıştır. Nice azılı katilleri, nice ırz düşmanlarını ve nice anarşist ruhları Muhammedi (asm) çizgiye çekmiştir.
Nursi, tarafların doğrularını desteklemiş, yanlışlarını ikaz etmiş, hisleri ile hareket etmemiştir.
Kim hürriyete, adalete ve gerçek demokrasiye sahip çıkmışsa Kur’ani prensipler ölçüsünde “dualarını” esirgememiştir.
Bu tavır, en düşman bilinenlerin bile vicdanında derin izler bırakmıştır.
Türkiye’nin “kaos”suz geçişlerinde Said Nursi’nin “şerefli rolü” tartışılamaz.
Siyasilerden beklentimiz tarihi sermayemizi kürenin tüm noktalarına taşımalarıdır.
Kozasından çıkan Türkiye, Bediüzzaman’ın ifadesi ile küre/küresel dünyaya doğru ortayı/hadd-ı vasatı öğretmelidir.
Bu tarihi sermayemizin hammaddeleri, tohumları Risale-i Nur’un satırları ve metinlerinde mevcuttur.
Nur’un bu tohumları farklı coğrafyaların münbit topraklarına ekilmelidir. Siyasiler bu güçlü tecrübeyi eylemleri ve duruşları ile küresel dünyaya taşımalıdır.
Nasıl ki Risale-i Nur hareketi Türkiye’de modernist elitlerin inşa etmeye çalıştığı zihin evrenini çatlattı, belini kırdı, dokumuzu parçalamak ve köksüzleştirmek isteyen “kaotik” ve “anarşist” geleneklere karşı güven verici bir kale oldu.
Öyle de aynı hareket, dünyanın da sığınacağı bir kale, demirleyeceği bir liman olmalıdır.
Buna önayak olmak için herkes kendisini düzeltmelidir.
Namus ve edep timsali temiz analarımızın adları siyaset meydanlarında dolaşmamalı.
Üslûb insanın ikizidir, herkes dikkat etmelidir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.