Üstadın ilk sözü Sözleri çok oku olmuştu
Vefat eden Son Şahitlerden Abdurrahman Topraklı ağabey, 2007 yılında konuşmuştu
Risale Haber-Haber Merkezi
Bu gece vefat eden Son Şahitlerden Abdurrahman Topraklı ağabey, 2007 yılında Ömer Özcan’a konuşmuştu.
ÜSTADIN TASARRUFU İLE GİTTİK
Medine’ye hicretiniz nasıl oldu?
Eskişehir 1340 (1924) doğumluyum. Üstadı askerden geldikten sonra 1948’de ziyaret ettim. Üstadın konuşmasını herkes anlayamazdı, sesi kısılmıştı. Tercümanla anlaşırdık. Bize ilk dediği: “Eserlerimi çok oku, bilhassa Sözleri.” Her gelene söylediği şeylerdi bunlar, fazla konuşmazdı Üstad. “Eserler benim değil, Kur’anın malıdır, çok okuyun” dedi. Üstadı Emirdağ’da ve Eskişehir’de beş altı sefer ziyaret ettim. Fakat ben daha çok ağabeylerle görüşürdüm, onlardan istifade ederdim.
Biz Eskişehir’den iki arkadaş, çok yakınız birbirimize. O kardeşimiz, Ahmed Aktaş idi. Üstadımızın has talebelerindendir. Üstad onu çok severdi. Üstadın gizli kahramanları vardır ya, yazılı değildir onlar, işte onlardan biriydi Ahmet. Bu arkadaşım burada yani Medine’de vefat etti. Burada onbin sahabeyle yatıyor.
(Abdurrahman Topraklı, Ömer Özcan'a Medine'ye geliş hikayesinin anlatmıştı.)
1960’da ihtilal oldu ya, o zaman çok baskı yaptılar dindarlara. Ama milletin de küstüğünü anladılar. Sonra bunlar “herkes istediği yere seyahat edebilir” diye bir şey çıkardılar. Yalnız Ankara’dan izin alınacaktı. Biz, “Hah tamam” dedik, işte buraya gelecekmişiz. Neyse, biz gittik Ankara’ya; girdik Suudi Arabistan Başkonsolosluğuna. “Selamün Aleyküm!”, “Aleyküm selam!” dediler. Derdimizi, istediğimizi anlattık. Adam güldü, “izin veremeyiz kardeşim, yok böyle bir şey” dedi. Biz şok olmuştuk. Ancak bakanlıktan filan istek gelirse o zaman olabiliyormuş. Çıktık dışarıya, düşünmeye başladık. Canımız çok sıkılmıştı. Artık bir Hızır bekliyoruz…
Karşıdan birisi şöyle baktı bize ve yaklaştı yanımıza: “Siz nereye gideceksiniz?” dedi. “Medine-i Münevvere’ye ziyarete gidecektik, fakat katiyen olmaz dediler” dedik. Güldü. “Siz Şam’a gidin, oradan alacaksınız izni” dedi. Tanımıyoruz adamı, ama “alacaksınız” diye de kesin olarak söylüyordu bunu. Tasarruf var ya, biz de sonradan anlamıştık bunu. Çok sevindik tabi.
Urfa’ya geldik, orada birkaç gün kaldık. Oradan Şam’a gitmek kolaydı, pasaportlarımız var zaten. Kardeşlerin yardımıyla önce Halep’e gittik, oradan Şam’a. Şam’da atladık taksiye, bir Türk oteline gittik. Üç gün o otelde kaldık. O zaman Suriye parası kıymetli. Otelde Osmanlılardan kalma bir Arnavut, bir de hademesi var. Bize “ne işiniz var burada?” diye sordu. Biz de anlattık; “bizi sefarete götürür müsün?” dedik. “Götürürüm, ben sefarettekilerin hepsini bilirim, tanırım” dedi. Bizim Eskişehir Müftüsünün damadı da oradaydı. Akşam da ona gideceğiz zaten. Gittik, selamları getirdik verdik. Dedik: “Bizim bir derdimiz var, Medine’ye gitmek istiyoruz, izin almamız lazım. Bize yardımcı ol.” Sefarete gittik, izin isteğimizi anlattık. Elhamdülillah işimiz halloldu.
Üç dört gün sonra atladık tayyareye, doğru Medine’ye. O zamanki eski Medine. Sene 1961. Havaalanına indik, acayip bir sıcak vardı. Ben daha evvel 1956’da gelmiştim Medine’ye. Neyse kontroller yapıldı, hamallar falan bulduk, eşyalarla bizim 56’daki Delil’i tanıyorum ya, ona gittik. Eskişehirliler de vardı. Süleyman Murat vardı, onunla görüştük, babası manevi davetle gelenlerdendi. Daha Ali Ulvi (Kurucu) Efendi ile görüşemedik. Biz daha bekarız o zaman. Ahmed’in babasının manevi çeşmesi açıktı. Bana Eskişehir’de iken kulağıma demişti: “Siz orada evleneceksiniz.” Nitekim bu daha sonra oldu. Artık yerleştik. Medine’ye gelenler, gidenler, görüşmeler...
PARA KAZANMAK İÇİN GELMEDİK, HİZMET İÇİN GELDİK
Medine’ye niçin geldiniz? Ali Ulvi Kurucu Ağabeyle münasebetleriniz nasıldı?
Ali Ulvi Efendi, bizden çok daha evvel 1939’da gelmiş buraya. Daha 17 yaşında iken, babasıyla, ailesiyle yerleşmişler, hafızdır. Mısırdaki El Ezher’i bitirdikten sonra, burada Medine Kütüphanesinin Müdürlüğünü yaptı. Ali Ulvi Efendi ile devamlı görüşüyorduk. Gelenlere çok kitaplar dağıtılırdı. Üstad Eskişehir’den Saatçı Şükrü Efendi ile Ali Efendiye kitaplar gönderirdi. Bu kitaplar hiç problemsiz gelirdi hep. Ali Efendi bize, Üstadın bu himmetini hayretle anlatırdı… Kitapların hiç kontrolsüz açılmadan gelmesini anlatırdı. Yolda bizim bavullar da hiç açılmadı. Üstadın himmeti vardı. Getirdiğimiz bütün kitaplar Arapça Risalelerdi. Hatta Ahmed’in annesi doldurmuş çuvala, hiç dokunulmadan getirdik Medine’ye. İşte hizmetler böyle hızlandı. İlk dersler evlerimizde olurdu.
Mustafa Acet de üç sene kaldı burada. Üstadla yirmi sene hizmet etmiş bir zattır. Ondan çok istifade ettik. Burada vefat etti. Kabri Cennet-i Baki’dedir.
Burada nasıl geçindiniz?
Benim de Ahmed’in de her şeyimiz vardı. Burada evlendik. İki çocuğum vardı ikisi de vefat ettiler, bir daha olmadı. Eğer dünyaya çalışsaydık, şimdi Avrupa’da yaşardık. Bize burada çok ortaklık teklifleri geldi. Onlara: “Kusura bakmayın, biz para kazanmak için gelmedik. Biz buraya hizmet için geldik…” diye hep geri çevirdik. Yoksa şimdi zengindik. Ama yapılan hizmetler, hele o Ahmed’in yaptığı hizmetler... Dersler okurduk, hiç cemaat yoktu daha. Sonradan onbeş yirmi kişi olurduk derslerde. “Ahmed, ne yapacağız, kimse yok?” dediğimde, “Sen ne zannediyorsun, Üstadın tasarrufu yanımızdadır, hatta kendisi yanımızdadır. Ruhaniler, cinniler, melekler dolduruyor buraları” derdi. Bak bugün dört katlı mülk dersanemiz var artık. (Ağabeyler Anlatıyor-2, Ömer Özcan)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.