Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Vâliler kafilesinin içinde Umeyr yok!

Telaş ve ızdırab içinde kıvranıyordu Ömer; aklını kurcalayan, ruhunu zapteden, soluğunu kesen, ne zamandır rahat uyku uyutmayan şüpheyi daha fazla taşıyamayınca ehline döktü içini:

“Umey’rin ihãnet etmiş olmasından şüpheleniyorum!”

İhanet!.. Kelimelerin en korkuncu, ızdırabların en dehşetlisinin hâmili... Dosttan gelir, akrabadan gelir, mahbûbdan gelir, evlâd-ü iyaldan gelir; sırtını gönül rahatlığıyla dönebildiklerinden, sevdiklerinden, merhamet ettiklerinden, uğruna fedakârlıkta bulunduklarından gelir. Onun için acısı çökertir insanı, onun için ızdırabı ölüme rahmet okutur, onun için hainin hayat hakkı yoktur. Ve adãletiyle meşhur, “Dicle kenarında bir kurt bir koyunu kapsa, korkarım ki hesabı Ömer’den sorulur!” diyen Emir-el Mü’minin bir yıl önce Humus’a vâli tayin ettiği Umeyr bin Sa’d el-Ensãrî’nin ihãneti ihtimaliyle muzdaribdir.

Ömer, vâliyi Medine’ye çağırır. Hesap soracak, şüphelerini tahkik edecektir. Bir hıyanetle karşı karşıya ise cezalandıracaktır. Ganimetleri de beraberinde getirmesini onun için emretmiştir.
***
Emir-el Mü’minin Ömer’in mektubunu alan Umeyr, derhal hazırlıklarını tamamlar ve yola koyulur. Humus’tan Medine’ye doğru bin kilometreyi aşkın bir yolculuğa değil de bir kaç kilometre ötedeki bir köye gitmek üzere yola çıkmış gibidir: Sırtında küçük bir heybe, heybede bir miktar yiyecek, su dolu kabı ve ibriği; elinde ise asãsı vardır. Bir vâliden çok; bir fakir, bir dilenci gibidir Umeyr...

Günler sonra Ömer’in huzuruna çıkan Umeyr’in saçı sakalı birbirine karışmış, teni iyice kavrulmuş ve toz toprak içindedir. Bu çileli ve uzun yolculuk bedenini ince hastalık gibi kemirmiş, büsbütün kuru bir dala çevirmiştir. Kendisini uzun zamandan beri içini kemiren ihãnet endişeleri içinde bekleyen Halife Ömer, sabrını tüketmişlerin ruh hâli içinde;
“Durumun nedir?” diye sorar.
“Gördüğün gibi!” der Umeyr, huzur ve sükûnet içinde. “Vücudum sıhhatli, kanım tertemiz... Dünya ise boynuzlarından yakaladığım bir öküz, arkamdan sürüklüyorum.”
Umeyr’in cevabı Halifenin beklediği cevap değildir, oyalanmak istemez.
“Beraberinde ne getirdin?” diye sorar.
Umeyr’in yanık simasından buruk bir tebessüm kanatlanır, ihanet tecessüsü içindeki bu arayışları bir yudum zehir gibi yutkunur ve kupkuru elleri heybesini gösterir:
“Dağarcığımdan besleniyor, su kabıyla başımı yıkıyor, ibrikten de su içip abdest alıyorum. Allah’a yemin ederim ki, bunlardan başka yanımda dünya malı yoktur...”
Ömer şaşkındır, ama şüphelerinden de kurtulamamıştır. Devam eder:
“Humus’tan buraya yürüyerek mi geldin?”
“Evet!..”
“Sana bineğini verebilecek bir arkadaşın da mı yoktu?”
Umeyr bir daha yutkunur, bir yudum zehir daha dolaşır damarlarında. En az Ömer kadar şaşkındır, en az Ömer kadar bu tecessüsler karşısında muzdaribdir. Aynı buruklukla cevap verir:
“Kimse vermedi, ben de istemedim!”
Hiddet ve celâliyle meşhur Ömer, nihãyet tabiatına mağlub düşer:
“Yanından geldiğin Müsllümanlar ne kötü insanlarmış, ey Umeyr!”
Çöl yolcusu Umeyr’in cevabı tokat gibi gelir:
“Allah’tan kork, ey Ömer! Allah sana insanların arkasından konuşmayı yasaklamamış mıdır?”
Göğsüne şiddetli bir mızrak saplanmış gibi sendeler Ömer, ebediyetler kadar uzun bir ânın coğrafyasında sükûn bulduktan sonra bir daha maksadına döner:
“Peki senden istediğimiz ganimetler nerede?”
“Humus’a gittiğimde oradaki iyi insanları bir araya getirip meşveret ettim. Ganimet toplama işini kendilerine tevzi ettim. Sonra getirdikleri ganimetleri ihtiyaç sahiplerine dağıttım ve elimde hiçbir şey kalmadı, ya Ömer. Elimde kalan olsaydı,  şüphesiz getirmiş olurdum. Bu vaziyeti erken haber vermeyişimin sebebi de seni üzmemekti...”
Ömer şaşkınlıkla bir daha sorar:
“Yãni, sen bize hiçbir şey getirmedin, öyle mi?”
“Üzgünüm,  getirilecek birşey yoktu.”
Kısa bir sükûneti Halife’nin yeni hamlesi bozar:
“O halde aynı vazifeye dönmeni istiyorum!” der.
Umeyr, Ömer’in beklemediği bir kararlılıkla,
“Hayır!” der. “Artık bitti!.. Ne senden, ne de senden sonra gelecek halifelerden vazife kabul ederim. Allah’a yemin ederim ki, o kadar itina gösterip dikkat ettiğim halde kendimi bu vazifenin kötülüklerinden koruyamadım, temiz kalamadım. Vazife münasebetiyle bir sefer bir Hıristiyana, ‘Allah seni rezil etsin!’ demiş bulundum. Bu dehşetli felâketi başıma sen getirdin, ey Ömer!”

Umeyr, Halifeyi verdiği cevabın sarsıntıları içinde bırakarak huzurdan çıkar. Medine’nin bir kaç kilometre dışındaki evine yürüyecek kadar son bir takatı kalmıştır; yürür...
***
Ömer, bir kere şüphenin kıskacına düşmüş, ihãnet ihtimaliyle zehirlenmiştir. Yanındakilere, Umeyr’in ihãnet etmiş olabileceğinden hâlâ şüphelendiğini ikrar ile Hâris isminde birisine yüz dinar vererek mustafî vâliye misafir gönderir. Hâris, Ömer’in talimatıyla Umeyr’e misafir olacak; zenginlik alâmeti görürse haber verecek, fakirliğine kanaat getirmesi durumunda ise yüz dinarı verip dönecektir.

Umeyr’in evinde üç gün misafir kalan Hâris’in hissesine düşen yemek, hãne halkının gün başına bölüştükleri tek ekmekten küçük bir dilimdir. Hâris ayrılmazdan önce yüz dinarı vermek istediğinde Umeyr’in cevabı Ömer’in vâlisine yakışır cinstendir:
“İhtiyaç sahibi değilim, sen o parayı yine Mü’minlerin Emiri’ne götür!” der.
Hâris, parayı geri götüremeyeceğini ısrarla söyleyince Umeyr, çâresiz yüz dinarı alır. Hâris, Halife’ye gitmek üzere yola çıkarken, Umeyr, cebinde yüz dinarla fukara evlerinin kapılarını çalmaya başlar...
***
Keskin kılıç ağzı gibi celil, ama bir o kadar da ãdil olan Ömer, Umeyr’i son bir defa daha huzura davet eder. Maksadı, Umeyr’in yüz dinarı ne yaptığını öğrenmektir.
“Sana ne?” der Umeyr. “Ne yaptığım seni ne ilgilendirir?”
Lâkin Ömer yakasını bırakmaya niyetli değildir, Allah adına yemin verdirince Umeyr ister istemez parayı fakirlere dağıttığını söyler...
Ömer’in hak-hukuk endişesiyle fırtınalı bir deniz sathı gibi dalgalı kalbi ancak durulur ve Umeyr’e,
“Allah senden râzı olsun!” der..
Sonra da Umeyr’e bir yük yiyecek ve iki kat elbise verilmesini emreder. Çölü sırtındaki heybe ile yaya geçmiş olan Umeyr aynı kalb huzuru içinde:
“Yiyecekler kalsın, çünkü ihtiyacım yok!” der.
Elbiseleri alır, zirâ ihtiyacı olan birini bilmektedir Umeyr.
***
Zihnimde elli yıllık hayatımın bütün vâlilerinin şatafatlı, debdebeli resm-i geçidi var... Suratları huşûnet içinde, bakışları tahkir dolu, edâları Fir’avun misâli; küçük dağların değil, Himalayaların yaratıcısı hepsi de... Aralarındaki anlaşmazılğın sebebi: Everest... Hepsi de aynı yalana tãlib:
“Everest’i ben yarattım!”
Gözlerim Umeyr’i arıyor, Humus’un çilekeş vãlisi Umeyr’i... Bir ses kulağıma,
“Boşuna bekliyorsun, Umeyr aralarında yok... O, Ömer’den aldığı elbiseyi vereceği ihtiyaç sahibinin kapısında!..” diyor...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum