Varlık da güzel yokluk da

Lemaat ekseninde duygu çağrışımları(24)

Hayat, bize göredir; bize göre biçilmiş, bizim rahat edeceğimize göre düzenlenmiş.

Hayatı, hayatın can verdiği ve her şeyin yerli yerinde olduğu güzelim dünyayı hazır bulmuşuz. Herkes için hiçbir şeyin unutulmadığı ve herkesi her yönüyle doyuma ulaştırdığı muhteşem bir saray misali. Üstelik herkese özel bir dünya var. Mahrem ve özel zevklere has. Hatta bizim dışımızda karışanı ve karıştıranı olmayan.

Huzurlu olmak için ne gerekiyorsa hepsi en ince ayrıntısına kadar hesap edilerek düşünülmüş, en küçükten en büyüğe kadar çok şey bize verilmiş. Enfüsî ve afakî donanımlarımız yerli yerinde. Vaveylalar koparmak ve başı saçı yolmak için hiçbir neden yok. Dış dünya ve bizi çevreleyen kâinat emrimizde… İç zenginliklerimiz, duygusal hazinelerimiz bitecek gibi değil. Sonsuz.

Çevremizde bizim gibilerin ileri geri ve ölçüsüz hareketleri sarayımızın aksesuarları, orada burada görülen çirkinlikler muhteşem bir yüzde ben gibi. İbret alınması gerekenler. Biz istemesek hiçbir olumsuzluk bize bulaşamaz. İstemesek, denizin hiçbir dalgası bize ulaşamaz; kasırgalar kılımızı bile kıpırdatamaz.  Hayat bütünüyle bir cennet… Ve insan bu cennetin nazlı olduğu kadar hürmete layık bir misafiri...

O öyle ama görünen manzara böyle mi? Kendimize ve çevremize şöyle bir baksak, olması gereken değil de hiç olmaması gereken, istenmeyen, hoş olmayan, çoğunlukla da bizi dünyadan bezdiren oluşumların tam içindeyiz. Bir labirent ya da bir girdap. Tepelenme sonumuzu hızlandırıyor yalnızca. İçimizin değil dış faktörlerin tutsağı olduk; kendimizin efendisi değil başkalarının, obje ve nesnelerin peyki.

Huzur, herkesin erişmek istediği sevgili... Hayatı doyasıya yaşamak, cennetimsi bir hayat sürdürmek elimizde ama en büyük engel yine kendimiz. Şişirdiğimiz benimizi aradan çıkarabilsek, huzur yolunda büyük bir mesafe alacağımız ise kesin. Bunu sağlamak için yalnızca biraz düşünmek; kendimizle çevremiz arasındaki mesafeyi ayarlamak şarttır.

Ama sanırım insanın en çok zorlandığı şey, kendinin ve kendini saran varlık âleminin farkına varıp ona göre bir tutum takınmaktır. Oysa hayatta yapabileceklerimiz ve yapamayacaklarımız var. Yalnızca ayrı özellikte iki tomar ya da önümüzde zıtların karışımı olan iki servis… Kendimizle ilgili dünyayı iki kategoride görmeyi içselleştirmek o kadar zor mu? Elbette oluşumlara karşı kararlılıkla bilinçlice iki sağlam duruş, irade ve kararlılık işidir bu.

Bu iki kategoride olan varlık dünyasına karşı tepkimiz elbette aynı olmayacak. Aynı olursa ne olur? O takdirde, olması gerekenin yerinde olmaması gereken yer alır. Fıtrat, doğallık bozulur. Mekanizma ters çalışmaya başlar. Ters çalışan motorun nelere sebep olacağını birazcık düşünmek bile yeterli. Fıtratın, doğallığın uygun görmediği şeyin olması, elbette kaostur.

Bediüzzaman “Lemaat”ta, oluşumlar karşısında insanın vaziyet almasına, olması gerekene hassas bir psikolog duyarlılığında dikkat çeker. Ve “Ger istersen hayatı, çareleri bulunan şeyde acze  yapışma. Ger istersen rahatı, çaresi bulunmayan şeyde ceza’a sarılma.” der. Böyle der de fıtrata uygun yaşamanın iki yolunu gösterir.

Çaresi olan şey dünyaya gelen her canlının, özellikle insanın üstesinden gelebileceğidir. Hayat, böylece hayat bulur. Tembellik göstermek ve olması yönünde bir adım atmamak, doğru gidişi ters çevirmektir. Oysa “İnsan için çalıştığından başka bir şey yoktur” der Kur’an. “Sunnetullah” denilen kâinatta iş gören sırlı uzun kanunlar sürekli çalışmayı, hareket halinde olmayı öngördüğü gibi tembelliğe varan tutumları asla uygun görmez. Bu yüzdendir ki tembeller, zamanın geçmesini istemekle hallerinden sürekli şikâyet ederler. İşi olanlarsa, tam tersi, zamanın geçmesini değil daha da uzamasını isterler ve hayatlarından memnundurlar.

Çalışmak, hayatı yaşamanın şartıdır. Herkesin yaptığı şeyi biz de yapabiliriz. Olması gereken şey her ne ise, artık dünyada bizim amacımızdır. Amaca ulaşmaya çalışmak hayatı yaşamak demektir. Başarı ve huzurun ta kendisi… Hem “Fıtratı müteheyyic olan insanın rahatı yalnız sa'y ve cidaldedir” demiyor mu Bediüzzaman? Olması gerekenlerin bize yükledikleri sorumluluğu ancak sağlam duruşla, yani kararlılıkla savabiliriz. Aksine önümüzde engel olur; sarp bir yamaç, granitten bir dağ. Süreci yerine getirdikten sonra, sonuca varmak önemli değil karınca misali. Bize düşen çabadır, ipi göğüslemek bizim aslî görevimiz değil. İpi göğüslemeye şartlanmak, süreci savsaklamaktır. Süreci savsaklamak ise fıtrata aykırıdır; yani tevekkülün ruhuna.

Rahatlık, kulluğumuzun meyvesidir elbette. Kul olan rahatı da hak etmiştir, Cenneti de. Ama bazen, olması gerekeni yapmamakla Cenneti de kendimize Cehenneme çeviririz. Nasıl? Çaresi olmayan şeylerde saçımızı başımızı yolmakla... Bir şey olamıyorsa, gücümüzü aşıyorsa, bize hitap etmiyorsa, zaten bizimle yakından uzaktan ilgisi yoktur demektir. Gücümüzü aşan şeyleri dert edinmek işgüzarlıktır; ilgimizin olmadığı şeylere burnumuzu sokmaktır. Bu, durup dururken başımıza bela açmaktır; deyim yerindeyse arının yuvasını karıştırmaktır.

Nerden kaynaklanırsa kaynaklansın sıkıntılar huzur bozucudur. Hele bu tür sıkıntıya biz sebep olmuşsak, denilecek bir şey de yoktur. Çaresiz bir derttir. Bu takdirde bize düşen, sıkıntıyı göğüslemek ve üzerine de bir kahve içmek.

Gerçekleşemeyecek niteliğe sahip oluşumların karşısında yapacağımız şey, hiçbir şikâyeti gerektiren bir tutumu takınmamak. Olamayacaksa biz ondan sorumlu değiliz; bizi yakından ilgilendirmiyor zaten.

Çevremiz bu iki tür oluşumlarla sarılı. Kabataslak dünya ikiye ayrılmış; yapabileceğimiz ve yapamayacağımız görevler. Olmaları mümkün olmayan, yani bizi ilgilendirmeyen işlerin, sorumluluk alanımızın içine girmedikleri için yapılmalarından sorumlu değiliz. Oysa nice insanlar, ilgi alanlarının dışındaki oluşumlarla savaş halindeler. Hem ölüm kalım savaşların içinde… Onlar rahatlarını kaçırdıkları gibi bütün hayatları da zehir etmektedirler.

Bu mantığı işletmek zorundayız hayatımızı yaşamak için. Kişisel eğitimlerin amacı da budur. Kendimizin ve çevremizdeki oluşumların karşısında kararlı duruş sergilemeyi yakalamak ve becermek!

İnsanın en büyük amacı kemali yakalamaktır ve kemalin en büyük meyvesi, oluşumlar karşısında dengeyi sağlamakla huzuru elde etmektir. Yani olabilecek şeylerde çalışmayı bırakmamak ve olmayacak işlerde ise feryadı basmamak, sabretmek; tam bir tevekkül, teslimiyet.

Yunus Emre, sevginin zirvelerinde gezen bir ozan ve tasavvuf  eri… Sevgi onun için her şeydi. Allah sevgisine doyduğu için varlık ile yokluk ona birdi. Varlığa da delicesine sevinmezdi yokluğa da başını saçını yolmazdı. O, ruh halini şu dizelerle terennüm ederek ebedileştirmişti: “Ne varlığa sevinirim / Ne yokluğa yerinirim / Aşkın ile avunurum / Bana seni gerek seni.”

Kur’an da bunu telkin eder: “Böyle takdir etmiştir ki, elden kaçırdıklarınıza üzülmeyesiniz, ele geçirdiklerinize sevinmeyesiniz”(Hadid:23)

Biz ise hiç olmazsa, olabilecekler için gücümüzü seferber edebilsek ve olmayacaklar için de bağırıp çağırmayıp sabredebilsek!

Varlıkla yokluğun eşitlendiği insan kâmil ya da kâmile yakın insan demektir. Varlıkla yokluğa karşı olan tepkinin eşit olduğu insan. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum