Ve insanlar içinde Hacc’ı ilân et
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Hacc 26-30. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
26 . Ve bir zaman İbrâhîm’e, (tufandan dolayı nerede olduğunu bulamadığı) Beyt’in (Kâ‘be’nin) yerini (onu yeniden binâ etmesi için) göstermiş (ve ona şöyle emretmiş)tik: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma! Tavâf edenler, (o bölgede) oturanlar (yerli olanlar), rükû‘ ve secde edenler için beytimi temiz tut!”
27 . “Ve insanlar içinde Hacc’ı i‘lân et, gerek yaya olarak, gerekse bütün uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler!” (*)
28 . “Tâ ki kendilerine âid (dünyevî ve uhrevî) menfaatlere şâhid olsunlar ve (Allah’ın) kendilerine rızık olarak verdiği sağmal hayvanlar üzerine belli günlerde (**) (onları kurban ederken) Allah’ın ismini zikretsinler! Artık (siz de) bunlardan yiyin, darda kalmış fakire de yedirin!”
29 . “Sonra (vücudlarındaki) kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atîk’ı (Kâ‘be’yi) tavâf etsinler!”
30 . (Emrimiz) budur! Kim Allah’ın (emir ve) yasaklarına hürmet gösterirse, artıkbu Rabbi katında kendisi için bir hayırdır. (Haram olduğu) size okunanların (bildirilenlerin) dışında kalan sağmal hayvanlar size helâl kılınmıştır; artık o pis putlardan kaçının ve yalan sözden sakının! (***)
(*) “Hacc-ı şerîf, bi’l-asâle (bizzat) herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir (yüksek derecede bir kulluktur). Nasıl ki bir nefer (asker), bir yevm-i mahsusta (husûsî bir günde) ferik (paşa) dâiresinde bir ferik gibi pâdişâhın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de, bir hacı, ne kadar âmî (câhil) de olsa, kat‘-ı merâtib etmiş bir velî gibi umum aktâr-ı arzın (yeryüzünün) Rabb-ı Azîmi ünvânıyla Rabbisine müteveccihtir (yönelmiştir). Bir ubûdiyet-i külliye ile müşerreftir (şereflenmiştir). (...) Hacdan sonra şu ma‘nâ-yı ulvî ve küllî (büyük ve umûmî ma‘nâ) muhtelif derecelerde bayram namazlarında, yağmur namazlarında, husûf, küsûf (ay vegüneş tutulması) namazlarında, cemâatle kılınan namazlarda bulunur. İşte şeâir-i İslâmiyenin (İslâm alâmetlerinin), velev sünnet kabîlinden (çeşidinden) de olsa, ehemmiyeti bu sırdandır.” (Tılsımlar, 16. Söz, 30)
(**) “Belli günler” İbn-i Abbâs’a göre Kurban Bayramı günleridir. İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed’in görüşü de böyledir. (Râzî, c. 12/23, 30)
(***) “Evet sıdk ve doğruluk, İslâmiyet’in hayât-ı ictimâiyesinde ukde-i hayâtiyesidir (can damarıdır). Riyâkârlık (iki yüzlülük), fiilî bir nevi‘ yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu‘ (yapmacık hareketler), alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münâfıklık, muzır (zararlı) bir yalancılıktır.
Yalancılık ise, Sâni‘-i zü’l-Celâl’in kudretine bir iftirâ etmektir. Küfür, bütün envâıyla kizbdir, yalancılıktır. Îman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binâen kizb ve sıdkın (yalan ile doğrunun) ortasında hadsiz bir mesâfe var; şark ve garb kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nâr ve nûr gibi birbirine girmemek lâzım. (...) Necat (kurtuluş) yalnız sıdk ile, doğruluk ile olur. Urvet’ül-vüskā (kopmaz kulp) sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir doğruluktur.
Amma maslahat (hayırlı bir maksad) için kizb ise, zaman onu neshetmiş (hükmünü ibtâletmiş). Çünki maslahat ve zarûret için bazı âlimin ‘muvakkat (geçici)’ fetvâsı, bu zamanda o fetvâ verilmez. Çünki o kadar sû’-i isti‘mâl edilmiş (kötüye kullanılmış) ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. (...)
Evet, her söylediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değildir. Bazen zarar verse sükût etmek; yoksa yalana hiç fetvâ yok.” (Mektûbât, Hutbe-i Şâmiye, 414-416)