Habip ARTAN
Vefatının 3. yılında Ahmet Rüzgar Ağabey
Değerli şahsiyetler yaşarken, bu dünyada ve bazı insanların üzerinde hakikaten de bir iz bırakabiliyor. Birçok insan gibi şahsen benim üzerimde de iz bırakan Ahmet Rüzgar ağabey Şanlıurfa’nın yetiştirmiş olduğu ender şahsiyetlerden birisidir. Bulunduğu her yerde âkil ve denge unsuru olan Ahmet Rüzgar ağabeyi 1985 yılında tanıma fırsatım olmuştu. Bıçakçı meydanında, geniş avlulu eski Urfa evlerinden birinde oturmaktaydı. Kışın o soğuk gecelerinde sıcak ve geniş salonlu evinde hemen hemen ayda bir arkadaşlar ile bu mekanda bir araya geliyor, dersten sonra her zamanki gibi çiğköfte ve meyve ikramları oluyordu. Evlerinde yapılacak derslerin gününü bir öğrenci olarak dört gözle beklerdik. Sonraları 2000 yılı başlarında yeni evine geçti, bu evinde de aynen misafirperverliğini göstermeye devam etti. Gelen misafirler gecenin geç vakitlerine kadar sohbet eder, fikir alış verişi yapar ve yine her zamanki gibi çiğköfte, çay, meyve ve acı mırrasını içerek gök kubbede bir iz ve seda bırakarak dağılırlardı. En son yaşamış olduğu bu ev şu anda dershane olarak kullanılmaktadır.
Bediüzzaman hazretleri vefat etmeden önce, 1955 yıllarında Abdullah Yeğin ağabeyin yapmış olduğu güzelim imani bir ders ile Risale Nur’ları tanıma şerefine nail olmuştu. 1990 yılı başlarında Şanlıurfa’da Bediüzzaman Eğitim Kültür ve Sanat Vakfı’nı 11 yol arkadaşı ile beraber kurma bahtiyarlığına erişmiştir.
Ahmet Rüzgar ağabey, sanatkar olarak terzi ustasıydı, daha sonraları tüccar terzi olarak bir müddet devam ettikten sonra ticaretle iştigal etmiştir. Yakından gördüğüm kadarıyla Türkiye’nin herhangi bir ilinde veya ilçesinde yapılacak hayırlı bir inşaat veya girişime kendisine başvurulduğu takdirde mutlaka yardım elini uzatan birisiydi. 1995 yılında, şu anda Bediüzzaman Vakfı’nın mülkiyeti olan 6 katlı bir öğrenci yurdunu gayretli çalışmaları ile fakir öğrencilerin eğitim, öğretim ve barınma gibi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla uzun yıllar kullanılmıştır. 2014 yılı başlarında, bizatihi hayatta iken bir katı tamamen mescit olacak şekilde sekiz katlı bir kültür merkezini inşa ettirerek kurucusu olduğu Bediüzzaman Vakfı’na kazandırmıştır.
Eski ve yeni mekânında biz öğrencileri iftar yemeğine davet ederken, gelen misafirlerin öncelikle evlerinin hemen yakınında yer alan camide akşam namazlarını eda etmelerini isterdi ki; hem gelen misafirler rahat rahat oturup yemeklerini yiyebilsinler, hem de namazları acele etmeden kılıversinler.
Bediüzzaman Kültür merkezinin projesi hazırlanırken oğullarına vermiş olduğu inşaat işlerini takip görevinde, “projenizi mutlaka vakıf mütevelli heyeti ile istişare ederek oluşturun ve alınacak ortak kararlara mutlaka riayet edin” diyerek onları sıkı sıkıya tembih etmeyi ihmal etmezdi.
Ahmet Rüzgar ağabey her zaman şunu ifade ederdi; “bir insanın imanı ne kadar kuvvetli olursa yeteneği ve dirayeti ve iradesi de o kadar güçlü olur” derdi. Hakkı ve hizmeti her şeyin üzerinde tutardı. Gönlü tok bir insandı, gıybet ve dedikodudan hoşlanmazdı, birine yardım gerekiyorsa düşmanı bile olsa geri çevirmezdi. Trafikte kendisiyle beraber yolculuk ettiğinizde birisi acele ediyorsa güzel yönden bakarak “belki abdesti dardır, sıkışmıştır, ona yol verelim” derdi, buna benzer, bir seferinde bu şekilde acele eden birisine yol verdikten sonra 500 metre ileride kaza yaptığına şahit olmuştur.
Bir seferinde varlıklı bir iş adamı niyet ettiği bir yere yardım etmek istediğinde, “falan yere yardım edeyim mi, nasıl bir yer” diye sorduğunda, sual ettiği yerin münasip olduğunu ifade ederek yapacağı yardımı kendi vakfı muhtaç olmasına rağmen “gel yardımını bizim vakfa yap” diye muhatabına ihsas ettirmemiştir.
Ahmet Rüzgar ağabey siyaseten hayatı boyunca her zaman hürriyetçi ve demokrat misyonu destekler, elinden geldiğince onlara yardım eder, dualarını esirgemezdi. Bir seferinde bizatihi kendisinden duyduğum kadarıyla, 1950 yıllarında iktidara yeni gelen Demokrat Parti’nin millete kazandırdıklarından bahsederken bazı insanların milleti hor görürcesine; “baksana şunlara, çulsuz ve pulsuz insanlardı, şimdi yaya yerine eşekle gidip geliyorlar, ayaklarında ayakkabıları bile yoktu, bunları başımıza Menderes adam etti” diyerek bu tarz zihniyetin insani nimetleri bu millete o zamanlardan beri çok gördüğünü dile getirirdi.
Ahmet Rüzgar ağabey hayatında en çok üzüldüğü şeylerden birisi; bir hiç uğruna boşanma ve yuvaların yıkılmasıdır. Bu bakımdan tanıdıkları ve dostları içerisinde bu şekilde imtihan geçiren arkadaşları evine davet ederek telkinde bulunur bu davranışlarına son vermelerini ve barış içerisinde yaşamaları için onlara nasihat ederdi.
Ahmet Rüzgar ağabey ile yaş ve kuşak farkımız epeyce fazla olmasına rağmen kolay görüşebiliyor, anlaşabiliyor, bir çok problemleri ona danışma ve çözüme kavuşturma imkanı bulabiliyordum. Bir defasında, tahminen yıl 2012, merhum Yavuz Bahadıroğlu’nun kaleme aldığı, yönetmenliğini Kenan Korkmaz’ın yaptığı gösterime yeni giren “Barla’da Diriliş” tiyatrosunu birkaç yerde izleme fırsatım olmuştu, çok beğenmiş ve etkilenmiştim. Hemen ardından düzenleme ekibi ile görüşerek bu tiyatronun Şanlıurfa’da da gösterime alınabilmesi için girişimlerde bulundum. O zamanlar biraz da yalnız bırakılma ve kalmanın vermiş olduğu çaresizlik ve ızdırabı içerisinde Ahmet Rüzgar ağabeye giderek bu tiyatronun burada gösterime konulabilmesi için Valilikten vakıf/vakıf başkanı olarak izin alınması gerektiğini ifade ettim. Hemen kendisi “hazırla bir dilekçe altına Bediüzzaman vakfı ve başkan olarak ismimi açman yeterli, getir imzalayayım, al götür dilekçeyi Valilik Makamına ver ve sen hiç canını sıkma, üzülme, mevlam kerimdir, Habib-i Neccar” dedi. O gün dünyalar benim olmuştu sanki, hemen imzalı dilekçeyi alır almaz başvuru dilekçesini Valilik Makamına (İl Emniyet Müdürlüğüne) götürüp teslim ederek “Barla’da Diriliş” tiyatrosunun mekan ve zaman hazırlıklarına başlamıştım, daha sonra süreç problemsiz olarak ilerledi, izleyenler arasında tiyatro çok takdir ve beğeni toplamıştı.
Ahmet Rüzgar ağabey ile birlikte Bediüzzaman Vakfı’nın mütevelli heyetinde olmamız itibariyle istişari toplantılarda bir araya gelme fırsatımız olurdu. Kendisinin yaşından ve tecrübelerinden her zaman istifade etmişimdir. Yapılan toplantılarda bir anlaşmazlık durumunda itidal ve orta yolu bulma konusunda hiçbir zaman bizleri yalnız bırakmadı. Doğru olan ne varsa onu güzel örnek ve dil ile ifade ederek taşı gediğine koyuverirdi.
Ahmet Rüzgar ağabey kentin ileri gelenleri, sivil toplum kuruluşları, yerel yöneticiler ve siyasiler ile bağlarını koparmayarak iman ve Kur’an konusunda yapılabilecek bir hizmet varsa onlardan destek almayı göz ardı etmezdi. Bir garibin, mazlumun veya bir fakirin herhangi bir problemi olunca kendisine başvurulduğunda çözümü için kim aranacaksa hiç vaktini esirgemeden uğraşır ve çözümü için çaba sarf eder, muhatabına ümit ve şevk aşılardı.
Ahmet Rüzgar ağabey azami derecede irtibat ve seyahati seven ve gözetleyen birisiydi, onunla çevre il ve ilçelere çoğu zaman kendi aracı ve kaptanlığı ile bir çok kez seyahat etme imkanım olmuştur. Zaman zaman birkaç kez kendileriyle Ankara Kocatepe camisinde yapılan Bediüzzaman Mevlidi’ne katılma imkânımız olmuştur. Yol arkadaşlığı çok iyi idi, arada bir hayli yaş farkımız olmasına rağmen onunla yolculuk etmekten sevinç duyardık. Bir dost, arkadaş, ağabey, kardeşten öte bir baba-evlat gibi bizlere şefkati, fedakârlığı, cesareti, cömertliği, sabrı, metaneti, dik duruşu ile kol kanat geriyor tam bir Nur talebesi olarak örnek oluyordu. Kendileri hayatında iki defa Hac vazifesi, birçok defa Umre ziyareti yaparak mukaddes beldelerde doya doya hasret gidermiştir.
Yine bir seferinde doksanlı yılların başlarında küçük oğlu Ömer Faruk ile Ankara’ya bir seyahatlerinde gece iki buçuk gibi vardıklarında Tandoğan’daki otogardan dershaneye kadar yürüdüklerini gece çok geç olmasına rağmen, Ömer Faruk, “baba otele gidelim bu saate kimin kapısını çalalım” diye ısrar ederken, merhum, “sen işine bak, yürü bakalım oğlum” diyerek gecenin o saatinde kapıyı çaldı. Ben hala tedirgin ve mahcup bir şekilde babamın arkasında bekliyorken kapı hemen açıldı, kapıyı açan genç kardeş, “Ooo Hacı abi hoş geldiniz” diyerek bir sarıldı, o an benim bütün sıkıntım ortadan kalktı. Bu nasıl bir muhabbet, bu nasıl bir kardeşlik, bu ne fedakarlık dedim, gecenin iki buçuğunda seni yatağından kaldıran birisine muhabbetle selamlıyor ve sarılıyorsun, bu hatıra hala gözlerimin önündedir” diye ifade etti.
O da her fani gibi bu dünyadaki görevini tamamlayarak tam üç yıl evvel 07 Şubat 2018’de vatan-i aslisine ve Rabb-i Rahimine kavuşmuş oldu. Her ne kadar bu dünyadan göç eden dost ve akrabalarımız maddeten bizden ayrılsalar bile ebedi hayatlarına bir basamak olacak kabir kapısında bizleri manen ve ruhen beklemektedirler. Kabrin pür-nur, mekânın Cennet olsun inşaallah, bahtiyar ağabeyim, Allah’a emanetsin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.