Mustafa ULUSOY
Verici olmak. Nereye kadar?-I
Geriye dönüp şöyle bir bakmış. Bakmış ve telaşlanmış. Korkudan ardına dönüp dönüp bakan biri gibi sanki. Geçip gitmekte olan hayatına bakmaktan hem korkuyor hem de kendini alıkoyamıyor.
Hayatımızın belli fasılalarında yaparız bunu. Genelde onarlı yıllarda. Fersiz kolları, taşıyamıyor düş kırıklıklarını. "Ee ne oldu şimdi?" der gibi. Varını yoğunu ortaya koyduğu insanların vefasızlığı ile yalpalamış. Yetiştirdiği iki çocuk da hayırsız çıkıp sevilmek beklediği nazarlardan vefasızlık görünce hayat, cam kırıklarıyla dolu bir kâseye dönüşmüş.
Aşırı verici bir kişiliği var. Kendini tüketecek kadar. Başkalarının ihtiyaçlarını daha fazla önemsemiş. Yoksa suçluluk hissetmiş. Hep başkalarının beklentilerini boşa çıkarmamak için yaşamış. Yakınlarına ilgi gösteren çoğunlukla o olmuş. Bir insanı severse onun için yapmayacağı şey yokmuş. Ne kadar meşgul olursa olsun başkalarına hep zaman ayırmış. Yakınlarıyla o kadar meşgulmüş ki kendine hep çok az zaman kalmış. Hatta kalmamış. Ancak çevresindekiler mutlu olunca o da mutluymuş. Başkalarının sorunlarını dinleyen hep oymuş. O hep başkalarını düşünmüş.
"Sevdiklerim için o kadar fedakârlıkta bulundum ki küçük de olsa bir karşılığını bulamamak çok acı." diye söyleniyor. "Hep başkalarını düşündüm" ile "karşılık bulamadım" tezat teşkil etmiyor mu? Yok, ona değil kendime soruyorum. Ona ağır kaçar şimdi.
Vermek. Bir tebessüm. Bazen sadece ilgi. Hatır sorup gönül alma. Bazen ciddi maddi varlığımızı sunmak bir başkasına. Bazen zamanımızı. Bazen özenimizi. Bazen... Varımızı yoğumuzu. Verebileceğimiz neyimiz varsa artık. Her zaman verecek bir şeyimiz vardır. "İhtiyacın olan şeye sahip olabilsem inan seve seve verirdim." diyebilmek kimi zamanda. Ama nasıl? Makbul bir vericilik nasıl olacak?
"Beyhude bir ömür geçirdim." diyorsa ağlaması yakındır insanın. Ağlıyor. "Bundan sonra kendim için yaşayacağım." diyor gözyaşlarını silerken. Duraksıyorum. Bir yanım bir açıdan zaten kendi için yaşadığını sezinliyor. Vericiliğimizin, fedakârlık ve feragatimizin karşılığını alamadığımızı hissedip, melul-mahzun bekleşmeye başlamışsak, bazı şeylerle yüzleşmenin de zamanı gelmiştir artık: Vericiliğimiz almak için miydi yoksa?
Bir noktaya dikik bakışlarındaki ifadeyi yakalamak isterken "Vermenin sınırını bir bilsem." deyiveriyor. Bir bilse. Bir bilsek. Başkası için yaşadığımızı zannederken aslında kendimiz için yaşamış olabileceğimizi de bir bilsek.
Aşırı vericiysek iki sorunla iç içeyiz gibi gelir bana. Biri vericiliğin sınırını aşarak kendi hayatımızı tüketmemiz diğeri de başkası için tükettiğimizi düşündüğümüz hayatımızı aslında yine kendimiz için tüketmemiz.
Kocasında alzheimer hastalığı başladığından beri adeta elini eteğini çekmiş hayattan. Varsa yoksa kocası. Kötü mü? Hayır. Kötü olan kendini hepten göz ardı etmesi: "Gittiğim arkadaş sohbetlerini bile bıraktım, bir an bile eşimi yalnız bırakmak istemiyorum." Evde yardımcı bir hanım da var. Yine de evden bir adım atmak dahi istemiyor. Ev boğuyor onu öte yandan. İnsan ilişkilerini özlüyor. Dışarıda bir yürüyüşü özlüyor. Başını kapıdan uzatacak olsa suçluluk hissi kendinden önce adımını atıyor. "Her sabah dışarı çıkıp kısa da olsa bir yürüyüş yapmalısınız." önerimi kulak ardı edeceğini biliyorum.
Yine karşımda. Tabii ki yürüyüş yapmamış. Bir ödevi daha vardı. Uzak bir ilde dünyaya yeni gelen torununu görmek için uçak yolculuğu yapacağını söylediğinde hemen üzerine atlamıştım: "Uçak daha kalkmadan hosteslerin anonsları olur ya, bazı bilgiler verirler hani, onları dikkatle dinlemenizi istiyorum."
"Uçaktayken kabin basıncı düşerse otomatik olarak açılan oksijen maskesini yanınızda çocuğunuz varsa önce kime takarsınız?"
Yüzlerce uçak yolculuğu yapmış olanlar da dâhil olmak üzere çoğu kimse bu soruya yanlış cevap verir. Özellikle de anneler. O da hiç tereddütsüz "Çocuğuma" diyor. Hani dikkatle dinleyecekti anonsu. Bilgilendirme anonsunda maskeyi önce kendinize takın denir hâlbuki.
O da hayatta maskeyi hep başkalarına takmış önce. Takmış ve kendisi boğuluyor artık. Başkasına verecek bir şeyi kalmamış. Maskeyi önce kendimize takmak zahiren bencillik gibi dursa da verici olmanın sınırı konusunda bize bir ipucu verir. Başkaları için yaşarken kendimizi ihmal etmememiz gerektiğini anlatır bize.
Verici olmak... Nereye kadar? Bakara'nın 3. ayetini tefsir ederken vericiliğin (sadakanın) makbul bir vericilik olmasının beş şartından ilk şartının "sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek" olduğunu söylemez mi Nursi?
Kendilerine maske takmayanlar bencillik ederler!
Zaman
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.