Ahmet AY
Ya Bediüzzaman doğrudan Van’a gitmediyse?
Şu bir hakikat ki; Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayat’ı üzerine yapılan çalışmaları “karşılaştırmalı” bir okumaya/sınamaya tâbi tutmaya ihtiyacımız var. Zira bu hususta yapılan o kadar çok çalışma var ki; bu çalışma eflasyonu içinde iyi ile kötünün, özenli ile özensizin birbirinden ayrılması pek güç... Özellikle hatıra nakli üzerine bina edilmiş tarihçe anlatımlarının doğurduğu sıkıntılar ortada. Bu hatıraların çok güzel ve değerli olanları bulunmakla birlikte, başka başka kaynaklarda nakledilirken değişikliklere uğramış, ayrıntılarda birbirlerinden farklılık taşıyanlar da var. Bunların bir güzel tasnif edilmesi ve muhakkik tarihçilerin elinden geçmesi şart. Böylece Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayat’ı adına daha sağlam adımlarla geleceğe yürümemiz mümkün...
Ben de bu yazıda işte bu karşılaştırmalı okumaya bir örnek göstermek istiyorum. Bu ayrıntı aslında okuduğum kitaplardan birisinde dikkatimi çekmişti. Külliyata ait iki eser arasında yapacağım bu karşılaştırmada yıllardır sahip olduğumuz bir bilginin “bildiğimizden biraz farklı” olabileceğini öğreneceğiz. (Zira ben de bu yazıyı yazmadan önce arkadaşlarıma bu meseleyi nasıl bildiklerini sordum. Hepsinin malumatı benimkisi gibiydi. Bazıları külliyatı defalarca bitirmiş insanlar olmalarına rağmen dikkatlerini çektiğim ayrıntı ile şaşırdılar.)
Üzerinde konuşacağımız ve metinler okuyacağımız mesele Üstad’ın Ankara’dan ayrılıp Van’a gidişi üzerine... Birçoğunuz da belki benim gibi Üstad’ın Ankara’daki yönetimle anlaşamayarak doğrudan Van’a gittiğini bilenlerdensiniz. Böyle bilmeniz normal, zira Tarihçe-i Hayat’ta da mesele zaten böyle anlatılıyor. Metinden okuyalım:
“(...) Ankara’da teşrik-i mesai edemeyeceği için, kendisine tevdi edilmek istenen meb’usluk, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye gibi Diyanetteki azalığı, hem vilâyât-ı şarkiye vaiz-i umumiliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankara’dan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım meb’usların da arzularına uyamayacağını bildirerek Ankara’dan ayrılır, Van’a gider. Ve orada hayat-ı içtimaiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernabad Suyu başında bir mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar.”
Evet, Tarihçe-i Hayat’ta hadiselerin gelişimi Üstad Hazretlerinin tren vasıtasıyla doğrudan Van’a gittiği şeklinde aktarılıyor. En azından okuyanların tamamı meseleyi benim anladığım gibi anlıyor. Ama bakınız Üstad Hazretleri, Şualar’da, Mustafa Sungur ağabeye yazdırdığı metinde olayı nasıl aktarıyor:
“ (...) Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyeye âzâ oldum. Mütareke zamanında, istilâ kuvvetlerine karşı bütün mevcudiyetimle İstanbul’da çalıştım. Millî hükûmetin galibiyeti üzerine, yaptığım hizmetler Ankara hükûmetince takdir edilerek Van’da üniversite açmak teklifi tekrarlandı.
Buraya kadar geçen hayatım bir vatanperverlik hali idi. Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre “Eski Said”i gömdüm. Büs bütün âhiret ehli “Yeni Said” olarak dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman İstanbul’un Yûşâ Tepesine çekildim. Daha sonra doğduğum yer olan Bitlis ve Van tarafına giderek mağaralara kapandım.”
Dikkatinizi çekti mi sizin de? Üstad burada doğrudan Van’a gitmediğini söylüyor. Önce İstanbul’a, Yûşâ Tepesine çekildiğini, orada bir süre kaldığını ve daha sonra Bitlis ve Van taraflarına gittiğini beyan ediyor. Bizzat kendisi Mustafa Sungur ağabey vasıtasıyla yazdırıyor bunu...
O halde Tarihçe-i Hayat’taki bilgi ne? Elbette ki, bilgi yanlış değil. Yine yanlış anlaşılmayayım. Ancak belki bir dipnot, bir haşiye, bir uyarı bilgisi içermesi gerekiyor. Üstad Ankara’dan Van’a gidiyor, bu doğru... Ancak doğrudan değil. Diğer tarihçe çalışmaları da okunduğunda mesele iyice ayrıntılarıyla ortaya çıkıyor. Mesela Necmeddin ağabey de Gebze’den Van’a hareket ettiğini söylüyor. Bunun gibi başka yollar söyleyenler de var.
Bütün bunları düşününce soruyorum: Üstad’ın hayatını tüm ayrıntılarıyla ve sağlıklı bir şekilde ortaya koyma adına, artık karşılıklı okumalar eşliğinde bir tarihçe yapılmasının zamanı gelmedi mi? Yoğun bir bilgi sağnağı olan böyle meselelerde birazcık “eleştirel” gözle bakmak bana tahkik mesleği icabı elzem görünüyor. Dışarıdan birileri bize bu eleştirileri sunmadan, kendi içimizde bunları konuşmamız şart... Yoksa, eleştiri geldiğinde çok sarsılırız.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.