Sabri ALTUN
Yansın Tahrir Meydanı
Yansın yüce dağların başı yansın.
Yansın yiğitliği kalleşliğe yenik düşüren düzen yansın.
Yansın tüm kapitalist sistemler yansın.
Yansın ismini "mübarek"(!) koyan habis ruhlular yansın.
Ve yansın Tahrir Meydanı yansın.
"Hayat bir akşam güneşi,
Batar garipçe garipçe…"
Hayat mı batsın zülüm mü batsın yoksa zulümle devam eden hayatlar mı batsın?
Peki, zülüm işleyen hayatlara ne demeli?
Peki, keklik misali kendi kavmine ihanet eden alçaklara ne demeli?
İslam âlemi kendi münafıkları tarafından yıllar yılı batının kuklası olmuştu.
Bu zulüm, bu ihanet ne zaman bitecek diye her aklı selim mü'min inleyip duruyordu.
Bir ümit bir ışık aranıyordu.
***
Bazen gerçekleri düşündüğümde içimdeki isyan dalgaları büyüyordu.
“Yahu Türkiye de dâhil İslam âleminin yüzde 90 halkı Müslüman olduğu halde neden en azından İslami bir anlayışla bu halklar yönetilmiyordu?”
Bu zülüm, bu işkence ne zaman bitecek?
İslam âlemini kasıp kavuran bu habis ruh ne zaman kahrolacak?
Bundan bir kaç yıl önce bu köşeyi takip edenler bilirler.
Çocukluğumun en büyük kahramanlarından birisi olan "Minyeli Abdullah" ile bir sohbet gerçekleştirmiştim.
Davası için her zamanki gibi çıktığı bir dünya turunda yakalamış zorla bazı bilgiler edinmiştim.
O zaman sorup da yazmadığım sorulardan birisi de kendi ülkesi idi...
“Neden Mısır halkı hak ettiği İslami bir yönetimle idare edilmiyor?”
Bana verdiği cevap ilginçti;
“Oğul peki Türkiye neden hak ettiği idare ile idare edilmiyor. Nasıl ki Türkiye bu durumda ise tüm İslam âlemi aynı durumdadır. Ve hepsinin de ortak suçu Kur'an'a ihanet etmeleriydi.
Üstadımızın ‘rüyada hitabesinin’ tüm geçerli nedenleri tüm İslam âlemi için de geçerlidir. Bu halk sahip olduğu değerlerin kıymetini bilmedi. Nasıl ki Osmanlı ıslama ihanet etti İslami yaşamadı, bir avuç Türkiye kaldı. Aynı şekilde Mısır ve diğer İslam ülkeleri ise Osmanlıya ihanetlerinden dolayı bunca senedir esaret ve sefalet hayatı yaşıyorlar.”
“Peki ne zaman bitecek?”
“Gönül gurbetimiz bitene kadar.”
“Gönül gurbeti”ni o gün tam anlamıyla anlamamıştım.
Ayıp almasın diye de utandığım için sormamıştım.
Gerçekten gönül gurbeti ne idi?
***
Bugün Tahrir Meydanı’nı düşündüğüm zaman ‘gönül gurbeti’ni anlıyor gibi oluyorum.
Tunus’taki halkın çığlığına burada içimdeki çığlıkla dahil olduğum zaman anlar gibi olmuştum.
Daha önce Filistin’de Filistinli çocuğun gözyaşlarıyla boğazımda düğümler oluştuğu zaman biraz hissetmiştim.
Ve bugün Tahrir Meydanında habis ruhlara karşı biriken milyonların yüreğiyle birlikte yüreğimin attığını duyduğum zaman biraz daha anlamaya başlıyorum.
Aynı Allah’a sığınmak, aynı duayı etmek aynı ızdırapla muzdarip olmakmış meğer gönül birliği.
İşte bu duygularla geçen görüşmemizde bana verdiği telefonla Minyeli’yi aradım.
Kesin Tahrir Meydanında olacağını biliyordum.
Telefon epey çaldığı halde cevap vermiyordu.
Israrla çaldım.
Ve nihayet, coşkun, heyecan verici biraz da titrek bir sesle:
“Buyur kardaş!” dedi.
“Ağabey seni merak ettim. Tahrir Meydanında mısın?”
“Tabii ki ordayım. Başka nerde olabilirim ki?”
“Son durumu öğrenmek istedim de.”
Konuşurken mahcuptum.
Neden ben de orda değildim diye…
Sanki içimdekini okumuştu.
“Oğul bir asra yaklaşan ömrüm boyunca hep bu günleri bekledim. Bu günler Mısırlıların günleridir. Bu günler esaret zincirinin kırılacağı günlerdir.”
Coşkun bir sel gibiydi…
***
“Bu günler faklı günler…
Bu günler yep yeni başlangıçlara gebe günler…
Fay hatlarında birikmiş, gazlar çoğalmış basınç üstüne basınç yapmaktadır.
Ortam öylesi bir depreme gebe ki tüm dünyayı etkileyecek bir tesire sahip.”
Minyeli yine hikmet dilini kullanıyor derinlerden konuşuyordu.
“Anlamadım abi?”
“Ortadoğu’da yüzyıllık bir deprem geciktirilmişti. Batı alemi büyük bir maharetle derinliklerde biriken gazları ufak sızıntılarla geçiştirmiş patlamayı ertelemişti. Aslında amaçları tüm enerjiyi bu şekilde açığa çıkartıp depremleri önlemekti. Fakat kendi hırslarının kurbanı oldular. Elli yıl önce açtıkları delikleri genişletselerdi belki daha da geciktirebilirlerdi.
Oysa insanlık eskisi gibi değil. İnsanlar aydınlandı. Batı dünyanın bu her yönüyle önemli olan coğrafyada kontrollü bir demokrasiyi sunmakta gecikti. Dolayısıyla bu gün batının bütün Ortadoğu stratejileri iflasın eşiğine gelmiştir. Elli yıl önce var olan bu diktatörlerle oradaki halkı idare edebilirdin ama bu gün bunlar yetmez.”
“Peki, abi neden şimdi?”
“Zaten geç kalınmış bir taleptir bu… Bu topluluk asırlık bir açlığın birikmiş sancısıdır… Bu sancı yeni bir dünya ameliyatıyla son bulacaktır. Habis ‘urlar’ kopartılıp atılacaktır. Bu ‘tabakat-ı beşer’ savaşıdır. Diktatörlerin bu savaşı kazanması artık imkânsızdır. Peki, soruyorum sana; Hüsnü zındığı bütün bu kalabalığı öldürecek mi? Hem kimle öldürecek? Bu etrafımızı saran askerle mi? Bu asker eski asker değil. Ona verilecek böyle bir emri ilk önce emir veren kişiye ateş açacaktır. Bunu görüyorum.”
“Abi şimdi derken bu kıvılcımı tetikleyen sebebini öğrenmek istiyorum.”
Bu soruyu sorarken Türkiye’nin rolünü öğrenmek istemiştim. Kendimce bir pay çıkartmak istiyordum.
Cevap verirken güldüğünü hissetmiştim:
“Haa sen Türkiye’ye pay çıkartmak istiyorsun. Bence Türkiye’ye pay çıkartacağına Üstadına pay çıkart. Gerçek cevap Üstadımızın “demokrat misyon” ısrarında saklı. Onun demokrat misyon mantığıyla oturttuğu sosyolojik mantığını anlarsan asıl kıvılcımın o zamandan beri atıldığını göreceksin. O demokrat misyon diyerek tüm ülke halkına kucak açmıştı. Ortadoğu’da ve diğer İslam ülkelerinde bu mantık güdülmedi. Buralarda sadece dinini yaşayanlar birbirleriyle diyalog kurdular. Ortadaki insanları dinsizlerle eşdeğer gördüler. Dolayısıyla ikiyken bir durumuna düştüler. Bunun sonucunda ise bu tür azınlık olan diktatörler batı kâfirinin yardımıyla hepimizi idare ettiler. Bu gerçeği İslam âlemi daha yeni yeni kavradı. Tabi karşılarında demokrat bir Türkiye’yi de bulunca yitirdikleri ümitlerini bulup ayaklandılar. Ha bu konuda Türkiye’nin de çok bedel verdiğini unutma.”
Tam bu noktada birkaç soru daha soracaktım ki telefon kesildi.
Gerçekten dediği gibi bugünkü İslam aleminin uyanışında Bediüzzaman’ın rolü var mıydı?
Bunu anlamak için sanırım gidip “İhvan-ı Müslimin ile Bediüzzaman’ın görüşleri arasındaki fark”ı öğrenmek gerekecek.
İnşallah Mübarek zındığı defolur, Mısır ve diğer tüm İslam ülkelerindeki diktatörler devrilir ve Minyeli ile daha detaylı bir görüşme fırsatını yakalarım.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.