Yaptığın iyilikte gözün kalmasın
İyilik gönülden gele gele, iyi niyet ve ihlâsla olmalıdır.İyilik yapılırken başa kakma, gıybetlere girme, iyiliğin ruhuna aykırıdır. Unutmayalım ki sadaka verilen kimseleri incitmek, verilen sadakayı zedeler.
Ali İhsan Er'in Yazısı
İyilik dile komşuna, iyilik gelsin başına
Yaptığın iyiliği başa kakma
İyilik yapmak, yardıma muhtaç olanın yardımına koşmak, bir müminin dünya sıkıntılarından birini bertaraf etmek, imkânlar ölçüsünde gönülden kopararak "ödünç vermek"... Çerçeveyi daha da genişletmek mümkün. Bunlar, sevabı çok olan ve hemen her birinin ayet ve hadisten dayanağının bulunduğu güzel davranışlar...
Fakat ne acı ki şeytan bu güzel davranışlara bile elini uzatabiliyor, iyiliklerin yok olup gitmesine, iyilik yapanların da sevapsız eli boş bir halde kalabilmelerine sebep olabiliyor. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: "Mal la rı nı Al lah yo lun da har ca yan la rın du ru mu, ye di ba şak ve rip her ba şa ğın da yüz ta ne bu lu nan bir ta ne nin ha li ne ben zer. Al lah di le di ği ne kat kat faz la sı nı da ve rir. Al lah'ın lüt fu ge niş tir, il mi her şe yi kap lar." (Bakara, 2/261) Yani gönülden gele gele, iyi niyet ve ihlâsla, dişinden, tırnağından artırıp ödünç verene Allah kat kat fazlasıyla mükafat verir. Nitekim Efendimiz, iki bahçesinden birini bu niyetle veren Ebu'd-Dehdah isimli sahabinin cennette saçak salan nice hurma ağaçları olduğunu bildirmiştir.
İYİLİĞİ YÜZE VURMA
Burada bahsetmek istediğimiz husus yapılan iyiliklerin iptali meselesidir. Bu da ayette, "Ey iman edenler! Sadaka verdiğiniz kimselere minnet etmek, incitmek suretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın." şeklinde bildirilmiştir. Allah yolunda harcamanın sevabı ve feyzi çok yüksektir. "Ancak mallarını Allah yolunda harcayıp infak edenler, sonra da harcamalarına ne başa kakma, ne eziyet takıştırmayanlar, gururlanmayanlar, tiksindirmeyenlerdir ki Allah yanında, ancak onların sevapları vardır." (Bkz. Bakara, 2/262)
Minnet, hakkı eksiltmek ve onu kesmek demektir. Yani iyilik yaptığı kimseye karşı iyiliğini bir şey saymak, az çok iyiliği ile gururlanmaktır ki bu, gönül bulandırır ve iyiliğin değerini eksiltir veya keser. Ayette kastedilen de budur. Ezâ ise tiksindirmek, iyiliğe pislik atmak demektir ki, yaptığı iyilikten dolayı bir kusur yüzünden şikâyet etmek, el, dil uzatmak, yaptığı iyiliği yüzüne vurmak, başa kakmak, bunların her biri "ezâ" içinde değerlendirilir.
İYİLİĞİ YAP, DENİZE AT!
Allah rızasının gözetilmesi, sadakaların özünde bulunması gereken bir husustur. İyilik yapacağız diye, sadaka vereceğimiz veya iyilik yapacağımız kişi veya kişilerin hallerini didiştirmek, "Şu kişi sadaka veya ödünç verilmeye layık da şu kişi layık değil" demek, hatta hayır yapılacak bir konuda gıybetlere girmek uygun bir davranış değildir. Hatta sadaka ve zekatın ruhuna da aykırıdır. Bir yandan iyilik yapalım derken diğer taraftan tecessüs (ve belki de gıybet) gibi Cenab-ı Hakk'ın yasak ettiği bir davranış içine girilmiş olmaktadır.
Muhtaç durumda olduğu duyulan, görülen veya halinden ihtiyaç içinde olduğu anlaşılan kişi "muhtaç" demektir. Gerçekte öyle olmadığı halde öyle gözüküyorsa Allah zaten her şeyi hakkıyla bilendir.
İyiliği bir görev diye yapmak ve unutmak gerekir. Yaptığı bir iyiliğe göz dikmek, onu kendine yapmamış saymaktan doğar. Sevap ise niyete bağlıdır. Bundan dolayı ne güzel denilmiştir: "İyiliği yap, denize at, balık bilmezse Hâlık (yaratıcı) bilir."
İYİLİĞİ GÖREV DİYE YAP
Unutmamalıdır ki gönül alan hoş bir söz, tatlı dille reddetmek, kusura bakmamak, insanların ayıplarını örtmek, saygısızlığa karşı bağış ile muamele etmek; arkasından ezâ gelen veya bir gönül bulantısı ile birlikte olan sadakadan daha hayırlıdır. Çünkü hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'a kirli şeyler sunmak, felaket sebebi olabilir. Allah, fakirlerine başkalarının minnet yükünü yüklemez, onları hatır ve hayale gelmez öyle yönlerden rızıklandırır ki, gün gelir fakiri o başa kakıcıya sadaka verecek derecede zengin eder.
İyilik gönülden gele gele, iyi niyet ve ihlâsla olmalıdır. İyilik yapılırken gıybetlere girmek, her iyiliğin ruhuna aykırıdır. Sadaka verilen kimseleri incitmek, verilen sadakayı zedeler. İyiliği bir görev diye yapmak ve unutmak gerekir.
TEFEKKÜR ATLASI
Beynimizin tasarımcısı kim?
Beynimizdeki hafıza sistemimiz, en modern bilgisayarların kat kat üstünde ve kütüphaneler dolusu kitapları ihtiva edecek kadar enteresan bir yapıya sahiptir. Böyle en küçük bir bilgisayar dahi, bir plan ve program isterken, insan beyni gibi alabildiğine komplike bir uzvun yapımcısı, programcısı olmadan işlemesine ihtimal verilebilir mi?
Avuç içi kadar bir noktada PTT'nin bütün fonksiyonlarını yerine getirebilecek içice bir mekanizmalar topluluğunun yerleştirilmesini, şuursuz sebepler ve tesadüf rüzgârlarıyla izah etmeye imkân var mıdır? Bütün bu esrarengiz işler olsa olsa bir Zat'ın işleri olabilir ki; O, her şeyi bir plan ve programa göre varlığa erdirir. Sonra da yine bir plan ve programla belli maksat ve hedeflere doğru sevk eder. O Zat, elbette ki Rabbimiz Allah'tan başkası değildir.
BİR DUA
Her an benimle ol ve beni hiçbir zaman yalnız bırakma!
Ey her varlığa lütuf deryasından nimetler yağdıran ve ikramı her ikram sahibinden sonsuz derece üstün olan, ey herkesi ve her şeyi şefkat ve merhametle kuşatan yüce Rabbim! Her an benimle ol ve beni hiçbir zaman yalnız bırakma. Cömertlik ve merhametinle gönlümü doyur, ikram ve rahmet yağmurlarından beni mahrum eyleme.
ÖRNEK HAYATLAR
Ben de ahiret yolcusuyum evladım!
Hayatı daha yakından tanımak için dünyayı dolaşmaya çıkan meraklı bir genç, gezdiği ülkelerden birinde meşhur bir âlimi ziyarete gider.
Seyyah, âlimin yaşadığı evde, duvarların kitaplarla dolu olduğunu görür. Çok şaşırır tabii. Bu duruma bir mana da veremez. Yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan basit bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka hiçbir şey yoktur. Merakla sorar:
- Neden hiç eşyanız yok?
Âlim, eliyle olanları gösterip cevap verir:
- Var ya işte!..
- Ne bileyim.. koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz.. onlar nerede?
SENİN EŞYALARIN NEREDE?
Âlim bu soruya bir soru ile karşılık verir:
- Bak evladım, senin de fazla bir şeyin yok. Yalnızca sırtında taşıdığın küçük bir çantan var. Peki, senin eşyaların nerede?
Genç, bu beklemediği soruyu şöyle cevaplandırır:
- Ama görüyorsunuz, ben yolcuyum...
Âlim, tebessüm ederek hak verircesine başını sallarken der ki:
- Ben de öyle yavrum, ben de ahiret yolcusuyum...
Bugün