Yaşamaya devam eden şehidler

Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de dirilerin arasında mertebe farklılıkları olduğu gibi ölüler arasında da farklılıklar olduğunu buyurur. Allah’ın kimi “ölü” sandıklarımıza “işittirdiğini” aşağıdaki ayet ortaya koyar:

وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاء وَلَا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَن يَشَاء وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ

“Ölüler de müsavi olmaz, diriler de, muhakkak ki Allah her dilediğine işittirir, sen kabirlerdekine işittirecek değilsin” (Fâtır 22)

Bu ayette Rabbimiz, ölülerin kendi aralarında, dirilerin de yine kendi aralarında eşit olmadığını buyurduktan sonra, hem ölülerden hem de dirilerden istediğine “işittireceğini” buyurur. Allah’ın “işittirdiğini” beyan ettiği kimi ölülerin “işitmediklerini” iddia etmek, ilgili ayeti hakkıyla “işitmemekle” dahası, “şuur” edememekle izah edilebilir ancak. Çağrıları işitebilen “diri” makamındaki ölüler arasında, Allah yolunda ölen ve öldürülen müttaki kulların “ruhları” da vardır. Çünkü onlar bedenen ölmelerine rağmen ruhen “dirilik” makamındadırlar:

وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ

“Ve sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma! Bil'akis (onlar) hayatdadırlar, Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar.” (Al-i İmran 169)

وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبيلِ اللّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاء وَلَكِن لاَّ تَشْعُرُونَ

“Allah yolunda öldürülenlere sakın «ölüler» demeyin. Tersine onlar diridirler, ama siz farkında değilsiniz.” (Bakara 154)

Rabbimiz bu iki ayet-i kerimesiyle, Allah yolunda öldürülenlerin “ölü” olduğunu düşünmeyi ve söylemeyi (yazmayı vb.) yasaklamıştır. Hatta kendilerine “rızıklar” verilmeye devam edilen bu “dirileri” bilinçle, mantıkla, bilimle fark etmemek de onların “ölü” olduğu anlamına gelmez. Siz “farkında, şuurunda” olmasanız da onlar diridirler.

O halde bu diri ruhların hayatta olduklarını, işitebildiklerini, şuur sahibi olduklarını, müjdeleyebildiklerini, “bilinçleriyle” fark edemeyenlerin, kendilerinden kaynaklanan bu fark ediş yoksunluğundan dolayı hiçbir itiraza hakları yoktur. Çünkü o diri ruhların tasarruflarının gerçek mahiyetinin farkında olmamak, imtihan sırrının gereğidir. Ama şuurunda olmayış, şuur edilemeyen o şeyin olmadığı anlamına gelmez. Yine bir varlığın ya da olayın şuurunda olmayış, o olayın ya da varlığın Allah’ın yaratmasıyla üzerimizde çeşitli tasarruflarda bulunamayacağı anlamına da gelmez:

وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ العَذَابُ بَغْتَةً وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ

“Siz farkında bile değilken (ve entüm Lâ teş’urûn), o azabın size ansızın gelmesinden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur’ân’a) tâbi' olun!” (Zümer 55)

Demek ki bir olayın ya da varlığın farkında, şuurunda olmamak, o varlığın üzerimizde herhangi bir tesirde bulunamayacağı anlamına gelmez. Farkında olunmadan bir azap gelip üzerimizde tasarrufta bulunabilir, ya da şuurunda olmadığımız pek çok ev vardır ki, oralarda da canlı insanların yaşadıklarını biliriz ama şu anda ne yaptıklarının farkına varamayız. Okyanusun en dip katmanlarında yaşayan canlılar vardır ama, tasarruf halindeki bu canlıların farkında değilizdir. Aslında Rabbimiz, o diri ruhları, onların farkında olmadıkları için inkar edebilecek olanların bütün yollarını kapatmıştır bu ayetle. Kısaca ayette, görmemeniz, fark etmemeniz, onların bu dirilik tasarrufuna nasıl sahip olduklarını kavrayamamanız, o Ruhanilerin olmadığına delil değildir, denilmektedir.

Fark edilmeden gelen bir azabın geldiğinde anlaşılması gibi, inançsızken şuurunda olunmayan bir hakikatin inanılınca farkedilmesi gibi, mahiyetleri hakkında az şey bilinen ruhun varlığının tecrübeyle bilinmesi gibi, o diri ruhların tasarrufları da ancak yaşanıldığında tam manasıyla fark edilebilir. Bu ruhların tasarruflarının varlığı herkes tarafından da yaşanmak zorunda değildir. Kalp ve latife konularında uzman, farklı dönemlerde ve farklı coğrafyalarda yaşamış 3 uzmanın ortak ispatı, o konuda uzman olmayan, hatta o kalp ve maneviyat ilminin kendisini bile reddeden bir milyon inkarcının reddinden üstündür. Halbuki mesela Abdülkadir Geylâni’nin ruhunun ayette bahsedilen bu diri ruhlardan olduğunu bizzat tecrübeyle anlayan ve anlatan uzman sayısı binlercedir.

Bugün çoğu insan İsviçre’deki CERN labarotuarlarında yapılan araştırmalarda bulunan o İlâhi Parçacığın, şuurunda olmayabilir. Ama uzmanların bu konudaki deneysel ve tecrübi ispatları şuurunda olmadığımız o varlığın varlığı için tecrübî bir delildir. O nesneyi biz gözlerimizle göremediğimiz ya da şuuren fark edemediğimiz için  inkar edemeyeceğimiz gibi, o gibi nesnelerin varlıklarına âşina olan fizik biliminin varlığını da inkar edemeyiz. Binlerce yıldan beri “kalp basiretlerini” geliştiren on binlerce mutasavvıf ve muhakkik uzmanın bizzat tecrübeleriyle keşfettikleri bir hakikati, bu hakikati destekleyen kesin âyetler olduğu halde inkar etmek, kendi kafalarına sığıştıramadıkları gerçekten dolayı o gerçekleri ortaya koyan ilim dallarını reddetmek, o kalp ilminin mütebahhir uzmanlarının tamamını küfürle, şirkle karalamak çok büyük bir haksızlık, cehalet ve zulümdür. Hele Allah’ın kendi ayetleriyle var dediğine, çeşitli zorlama tevillerle “yok” demek, o zulümden daha büyük bir zulümdür. Çünkü bu çok tehlikeli noktada ayetler, hevalar adına anlamsızlaştırılmaktadır. 

Bir de bu diri ruhların “katledilenlerin” ruhlarından başka olmadığını savunmak da, Kur’ân-ı Kerim’in konuyu açıklayan diğer ayetlerini inkar hükmündedir, bir nevi gerçekleri çarpıtma ilüzyonudur. Halbuki âyet çok açıktır. Öldükten sonra “diriler” sınıfına dahil olmanın şartı katledilmek değil, Allah yolunda (fî sebilillah) ölmektir.

Âl-i İmran suresi 157. ayette Rabbimiz bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır:

وَلَئِن قُتِلْتُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللّهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ

“Ve şânım hakkı için, eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, elbette Allah’dan bir mağfiret ve bir rahmet, onların (dünyada) toplamakta olduklarından daha hayırlıdır!”

Allah yolunda öldürülmek ile Allah yolunda ölmek arasında, mükafat bakımından bir fark olmadığını gösteren bu âyet-i kerime, diriler sınıfına dahil olmak için, nasıl olursa olsun ama illa “Allah yolunda” ölünmesinin şart olduğunu ortaya koyar. “Kutiltum fî sebilillâhi ev müttüm” beyan-ı ilâhisine dikkat edecek olursak, Rabbimiz “Allah yolunda” ölmek ve öldürülmek fiillerininin sonucunda elde edilecek “mağfiret ve rahmet” mükafatı neyse, o mükafatları “veya” bağlacıyla ölenler için de eşitlemiştir. Yani Allah yolunda öldürülen de, Allah yolunda ölen de “şehit”tir, aynı mükâfatı alır. Peki nedir bu mükafat:

“Allah yolunda öldürülenlere sakın «ölüler» demeyin. Tersine onlar diridirler, ama siz farkında değilsiniz.” (Bakara 154)

 “Ve sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma! Bil'akis (onlar) hayatdardırlar, Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar.” (Al-i İmran 169)

Hac suresi 56. ayette de Rabbimiz “Allah yolunda” ölen ya da öldürülenlere verilecek rızıkları şöyle açıklar:

“Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, evet O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

Bu ayet-i kerime, hem Al-i İmran suresi 157, hem de Âl-i İmran suresi 169. âyeti açıklayan bir âyettir. Demek ki “Allah yolunda yola çıkan” insanlar, ister ölsünler ister öldürülsünler “şehit”tirler ve onlara mağfiret, rahmet, rızıklanma bakımından istifade edecekleri “dirilik” makamı verilmiştir.

Nisa suresi 69. ayet ise bu durumu daha açık bir şekilde ortaya koyar:

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا

“O hâlde kim Allah’a ve Resûl’e itâat ederse, işte onlar; Allah’ın kendilerine ni'met verdiği peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlih kimselerle berâberdirler. Hem işte onlar, ne güzel arkadaştırlar!”

Burada bahsedilen beraberlik, ölümden sonraki kabir sürecindeki ve daha sonraki ahiret boyutundaki beraberliktir. Demek ki, Peygamberler, sıddıklar, şehidler, salih kullar ve Allah’a-Resulüne itaat edip uyan insanlar ölümden sonraki her mükafatta olduğu gibi “dirilik” mükafatında da, makamlarına göre farklılıklar olmakla birlikte mahiyetçe ortaktırlar.  Bu ayetin hakikatinden hareketle, Peygamberimizin de şu anda kabrinde diri olduğunu ve ümmetin salavatlarını işittiğini söylememiz mümkündür.

Aşağıdaki ayette Rabbimiz peygamberlerin de öldükten sonra diri olmaları yanında, şehidler gibi tasarruf sahibi kılındıklarını açıkça beyan etmektedir:

وَإِذْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّيْنَ لَمَا آتَيْتُكُم مِّن كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءكُمْ رَسُولٌ مُّصَدِّقٌ لِّمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنصُرُنَّهُ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَى ذَلِكُمْ إِصْرِي قَالُواْ أَقْرَرْنَا قَالَ فَاشْهَدُواْ وَأَنَاْ مَعَكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ

Hani Allah, peygamberlerden: "Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz" diye söz almış, "Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde, "Kabul ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu. (Al-i İmran 81)

Rabbimiz Peygamberlerin kendilerinden sonra gelecek peygamberlere “inanıp ve onlara yardım edeceklerini” (letü’minünne-ve letensurennehu) açıkça ortaya koyar. Eğer bu peygamberler vefat ettikten sonra, diğer peygamberlere “iman edemeyecek ve yardım edemeyecek” durumda olmuş olsalardı Allah onlardan böyle bir söz almazdı. Allah elçilerinden böyle bir söz aldığına göre, o nebiler şehidlerle beraberdirler, yani “diri”dirler. Üstelik nebiler Allah’ın emriyle “şâhid” olmaya öldükten sonra da devam edeceklerdir. Bu durumda okunan salavatlar, Peygambere gidiyor mu diye şüphe etmenin hiçbir anlamı olmaz. Çünkü Peygamberimiz, ilgili ayet uyarınca Allah tarafından ümmetine “şâhid” kılınmıştır.

Maide suresi 116, 117. ayetlerde geçen Hz. İsa ile ilgili hüküm, Al-i İmran suresindeki bu gerçeğin zıddı değildir. Hz. İsa o ayetlerde kendi “şahidliğinin” mutlak manada bittiğini değil, “onların arasında, yanlarında, içlerinde devam eden” şahitliğinin bittiğini belirtir. Ayrıca, Allah’ın “rakib”liğinin (açıktan gizliye her şeye şâhidliğinin) kendi kusurlu “şahitliğin”den üstünlüğünü ortaya koyar. Hz. İsa’nın alınmasından sonraki bir zaman diliminde bu sorulara muhatap olması, onun halen yaşamakta olduğunu gösterir.

Allah’ın “diri” olmayan bir kuluna bu soruları sorması ve o kulun da bu sorulara cevap vermesi düşünülemez. Çünkü bu soruların gelecekte değil, geçmişte ama Hıristiyanlıktaki “şirk” akidesinin ortaya çıkmasından sonra sorulmuş olduğu açıktır. 118. ayette nakledilen “dua” ise, Hz. İsa’nın içinde bulunduğu hayat boyutunda da Allah’a “dua” edebildiğini gösterir. Ayrıca Peygamberimize verildiği gibi Hz. İsa’ya da ümmeti için “mağfiret” duası edebilme izni verildiğini bu ayetler açıkça gösterir. Dünyadan alındıktan sonraki hayat mertebesinde bile bu yalvarışları devam etmektedir.

KİMLER ŞEHİDDİR?

“Şehid” kavramının kapsamına sadece “öldürülenler” girmez. Kur’ân-ı Kerim’de “şehid” kelimesinin ifade ettiği farklı anlamlar, “şehid” olanların tasarruf sahibi diri kullar olmaya devam ettiklerini de ortaya koyar.

1- Kur’an-ı Kerim’de bir olaya bizzat “şahid” olan kimselere “şehid” denilmiştir: (Bakara 282; Nisâ 35; Mâide 8; Nûr; 4, 6),

2- Şehid kelimesi, gerçekleri bilen, işiten, anlayan ve hakikatlerden gâfil olmayan kişiler için de kullanılmıştır (Kâf, 37, Âdiyât 70)

3- İnsanlar içinde güzel davranışlar gösteren kullara da Kur’ân-ı Kerim’de “şehîd” denilmiştir (Bakara, 143)

O halde Allah yolunda ölen ve öldürülen kullar için de kullanılan “şehid” kavramı, Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen bu 3 manayı da içerir. Ayetler ışığında anlarız ki, Allah yolunda ölen ve öldürülen şehidler:

1- Tanıklık eden 2- İşiten, gören, anlayan 3- İnsanlara çeşitli davranışlarıyla etki edebilen kullardır.

Şehid kavramının içerdiği bu 3 anlam, şehidlerin gerçekte “diri” olduğunu anlatan ayetlerin de bir çeşit tefsiri niteliğindedir. Tanıklık edebilen kimse, cevap verebilen kimsedir. Bu durum bile onun işittiğini, gördüğünü ve anladığını ortaya koyar. Böyle bir “diri” kul elbette insanlara davranışlarıyla da etkide bulunabilir. Böylece Kur’ân-ı Kerim, ilgili ayetleriyle de “diri” kullarının tasarruflarını açıkça ortaya koymuş olur.

Hadis-i şeriflerde de, kimlerin “şehid” oldukları, şehidlik kavramının mahiyeti açık bir şekilde ortaya konmuştur. Buna göre sadece Allah yolunda öldürülenler değil, ölenler de şehittir:

Sehl İbnu Huneyf (radıyallahu anh) anlatıyor:, "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kim sıdk ile Allah'tan şehid olmayı taleb ederse, Allah onu şehidlerin derecesine ulaştırır, yatağında ölmüş bile olsa" buyurdu."
Müslim, Cihâd 156, 157, (1908, 1909); Ebu Dâvud,Salât 361, (1520); Tirmizî, Fedâilu'1-Cihâd 19, (1653); Nesâî-Gihâd 36, (6, 36); İbnu Mâce, Cihâd 15, (2797)

Enes bin Malik (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): Sadık olarak şehit olmak isteyene, kendine bir musibet isabet etmese de şehitlik derecesi verilir’ buyurdu.” Müslim 1908/156

Muâz İbnu Cebel (radıyalahu anh) anlatıyor: "İçinden samimi şekilde Allah yolunda cihâd yapmayı temenni eden bir kimse, bilâhare ölse de, öldürülse de şehid sevabı kazanır. Kim de Allah yolunda yara alsa veya Allah yolunda -düşmanın sebep olmadığı- bir musibetle bile yaralansa bu yara, kıyamet günü, en büyük hâli içinde rengi zaferân renginde, kokusu da misk kokusunda olarak gelir. Kimin vücudunda, Allah yolunda iken çıkan, iltihab gibi bir yara açılacak olsa bu da onun için Şehidlik mührü olur."
Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 21, (1657); Ebu Dâvud, Cihâd 42, (2541); Nesâi, Cihâd 25, (6, 26)

Ebu Mâlik el-Eş'ârî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
"Kim Allah yolunda evinden ayrılır, sonra da öldürülür, yahut atı veya devesi (yere atıp) boynunu kırar veya bir zehirli sokar veya yatağında ölür ise, Allah'ın dilediği hangi musibetle ölmüş olursa olsun şehit olarak ölür."
Ebu Davud, Cihâd 15, (2499).

Ebu Ümâme (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
"Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihaddır."
Ebu Dâvud, Cihad 6, (2486)

Zeyd İbnu Hâlid (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
"Kim Allah yolunda bir askerin teçhizatını temin ederse bizzat gaza yapmış olur. Kim, gazaya çıkan bir askerin geride kalan âilesine hayırlı himayede bulunursa gaza yapmış olur."
Buharî, Cihâd 38; Müslim, Emâret 135,136, (1899); Ebu Dâvud, Cihâd 21, (2509); Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 6, (1628); Nesâî, Cih d 44, (6, 46)

EVLİYALIK VE ŞEHİDLİK

Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de kendilerine korku ve hüzün olmayacak “veli” kullarından ve onların özelliklerinden bahseder:

“Dikkat edin! Şübhesiz, Allah’ın velî (kul)larına hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun (da) olmayacaklardır.” Yunus 62

İleriki ayetlerde ise bu evliya kulların özellikleri açıkça anlatılır. Bütün müminler elbette iman konusunda Allah’a dostturlar ama her müminin burada bahsedilen velayet mertebesinde olmadığını, ilgili özelliklere bakarak açıkça anlayabiliriz. Yunus suresi 62. ayette geçen özellikler aynen şehidlerin de özellikleridir. Hatta şehidler kendilerinden sonra gelecek olanlara “evliyalar” için vaad edilmiş olan müjdeyi vererek seslenirler:

“(Hem onlar,) Allah’ın kendilerine ihsânından verdiği şeylerle sevinen kimselerdir ve arkalarından kendilerine (henüz) katılamayanları: 'Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun(da) olmayacaklardır' diye müjdelerler!” (Al-i İmran 170)

O halde hakiki manada evliya olarak ölen de, şehid olarak ölen de  aynı mükafatı elde ediyorlar. Çünkü şehidlik mertebesi için asıl olan “Allah yolunda” ölmektir. Evliyaullah da zaten Allah yolunda olduğu için Allah’ın dostu olduğuna göre, onlar da öldüklerinde şehid olurlar. Bu durumda Rabbimiz kimi “evliyaların” tasarruflarının devam edip etmediği konusunda şüphesi olanlara, gerçeği açıkça göstermiş olmaktadır.

Kur’an ayetlerini ısrarla ve açıkça çarpıtmalarına rağmen, kendilerinin “mümin” olduklarına hüsn-ü zan etmemizi bekleyenler, her nedense Abdülkadir Geylâni gibi veli kullar söz konusu olduğunda, sağır, kör, dilsiz ve hiçbir şey bilmez kesiliyorlar. Abdülkadir Geylâni’nin yaşantısı, eserleri her türlü ayrıntısıyla ortadadır. İbn-i Teymiyye, İbn-i Kayyım El-Cevziyye gibi ehl-i sünneti çoğu zaman eleştiren âlimler bile Abdülkadir Geylâni’yi değerli bir “şeyh”  olarak kabul etmişlerdir. Mesela İbn-i Teymiyye onun Fütuh’ul Gayb adlı eserine bir şerh bile yazmıştır. Yakınındaki en dahi insanların bile, mümin, müslüman, salih, müttaki, evliyaullah olduğuna şehadet ettikleri bir insan hakkında hâla daha sû-i zanda bulunanların niyetlerinin artık hiçbir hüsn-ü zanna layık olmadığı açıkça ortadadır.

Bu arada insanların ahiretteki hallerinin ne olacağını bilememek, onların mümin ya da müslüman olduklarını bilememek anlamına gelmez. Böyle bir iddia, Kur’ân-ı Kerim’in mümin, müslüman, salih, sıddik, şehid, evliyaullah vb. kulların özelliklerini anlatan ayetlerinin hüküm açısından hiçbir anlam ifade etmediğini iddia etmek demektir. Kur’an’daki mümin olma hükümlerinin çoğuna sahip bir müslümanı değerlendirirken, o kulun pek çok şahitlikle bu hükümlere uygunluğunu yok saymak, Kur’ân’ın hüküm koyuculuğuna yapılan zımni bir itirazdır:

“Artık kimler Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezlerse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide 44)

ŞEHİDLER DÜNYAYA DÖNMEYİ İSTERLER

Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki, diye başlayan hadis-i şerifin son kısmı:

Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun Allah yolunda gazaya çıkıp öldürülmeyi, sonra tekrar hayat bulup gazada tekrar öldürülmeyi, sonra tekrar gazaya çıkıp öldürülmeyi ne kadar isterim.
Buharî,İman 25, Cihâd 2,119, Hums 8, Tevhid 28, 30; Müslim, İmâret 103- 107, (18?6), (8, 119); Muvatta, Cihâd 2, (2, 444), 40, (2, 465); Nesâî, Cihâd 14,(6, 16), İman 24

Peygamber efendimiz bu hadis-i şerifiyle “şehidlerin” Cunudullah tabir edilen ilahi ordularla gazalara katılmalarının mümkünlüğünü açıkça ortaya koyar.

Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez, yeryüzünde olan her şey orada vardır. Ancak şehid böyle değil. O, mazhar olduğu ikramlar sebebiyle yeryüzüne dönüp on kere şehit olmayı temenni eder. " Bir rivayette şu ziyade mevcut: ".. Şehid hariç, o, şehidlik sebebiyle mazhar olduğu üstünlükler ve kerametler sebebiyle. . . (dönmek ister). "
Buharî, Cihâd 5, 21; Müslim,İmâret 108, 109, (1877); TirmizÎ, Fedâilu'l-Cihâd 13, (1643); Nesâi, Cihâd 30, 6, 32).

Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu isteği şöyle anlatıyor. Dünyada olan bütün güzellik ve zevkler cennette olduğu için, oraya giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez. Ancak şehit böyle değildir. O, mazhar olduğu ikramlar ve kendisine sunulan nimetler nedeniyle yeryüzüne dönüp on kere şehit olmayı arzu eder. [ Buharî, Iman, 25; Müslim, Imaret, 108, 109; Tirmizî, Fedailu’l-Cihad, 13; Neseî, Cihad, 30.]

Cabir b. Abdillah, Peygamber Efendimizden işittiğini rivayet ederek şunları söylemektedir:

Şehitlerin ruhları, yeşil kuşlar seklinde cennette diledikleri gibi dolaşırlar. Daha sonra, Allah’ın arşına bağlı kandillere konarlar. Onlar bu durumda iken Allah onlara, “dileyin benden ne dilerseniz!’ der. Şehitler, “Rabbimiz! Ne isteyebiliriz ki, cennetin her yerini dilediğimiz gibi dolaşıyoruz!” derler. Mutlaka bir şeyler istemeleri konusunda teklif gelince onlar söyle derler. “Ruhlarımızı cesetlerimize tekrar geri gönder. Senin yolunda ölelim.” Bunun dışında bir şey istemedikleri görülünce bırakılırlar.” [ Ibn Mace, Cihad, 16.]

Şehid ruhlarının tekrar cesetlerine gönderilmeyecekleri Kur’an ayetleriyle açıkça ortadadır. Çünkü cesetle ruhun birleştirilişi ancak “kıyamet” günü mümkün olacaktır. Fakat bütün bu hadis-i şerifler, şehidlerin “dünya” ile oldukça alakalı olduklarını gösteren hadislerdir. Şehitlerin “diri” olduklarını ortaya koyan ayetlerle çelişmezler. O halde şehitler, “ruh”la ilgili ayetlerin de işaret ettiği gibi, “ruhen” dünyaya gönderilirler ve böylece çeşitli tasarruflarda bulunabilirler.

Şehitlerin dünyayla alakalarının devam ettiğini gösteren daha pek çok rivayet vardır:

Muhammed bin Avf et-Tai, Ebû Muğire'den, o da Safvân'dan rivayet etti ki:
O Yemen'de Âmir bin Abdullah'dan «Mümin ruhların toplan­dığı bir yer var mı, diye sordu. Abdullah dedi ki: Onlar yerde top­lanırlar. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: Biz Zebur da yazdık ki, Arza benim salih kullarım varis ola­caklar, Ravi demiş ki, bu Arz'dan maksat, mümin ruhlarının kıyamette dirilinceye kadar onda toplandıkları yerdir”

Peygamber efendimiz, Hazret-i Cafer'in öldürülmesinden sonra bir gün şöyle buyurdu:  "Bişe halkına, yağmurun yağacağını müjdeleyen meleklerin içinde Ca'fer'i tanıdım." İbni Adiy Hz. Ali’den rivayet etmiştir. Bu arada hatırlatmakta yarar vardır ki, İbn-i Adiy hadis ilminde “sika” yani güvenilir kabul edilen alimlerden birisidir.

Hüseyin bin Ubeydullah, ibn-i Abbâs (Radıyallahû anhdan ri­vayet ettiğine göre Resul-i Ekrem (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Ca­fer (Radıyallahû anh) şehid edilişinden sonra, şöyle buyurdu: Bu gece, Ca'fer, bir gurup melek peşinde giderken yanımdan geçti. İki kanadı vardı. Kanadının tüyleri, kana bulanmıştı. Yemende Bişe namındaki bir şehre gidiyordular.
İbn-i Adiy, Ali bin Ebû Talip hadisinden rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: «Bir gurup melek arkadaşlariyle Cafer'i gördüm. Bişe halkını yağmurla müjdeliyordular.»

Kur’ân-ı Kerim apaçıktır ve “şehid” olanların diriliği konusunda bizleri ikna eder. Ancak bu ayetlerdeki manayı tasdik eden hadis-i şeriflerin kesretle varlığı da ortadadır. Bazı insanlar Resule itaati emreden ayetlerin, haşa kendilerince hükmü kaldırılmış ayetler kabul ettiklerinden “hadis” kavramını toptan inkar ediyorlar. Aslında bu inkarlarıyla ayetlerle emredilen Resul’e itaat kavramını günümüz için anlamsız ve etkisiz kılıyorlar. Bu arkadaşlarımız hadisleri kabul etmeseler de ayetlerin hükümlerini reddetmezler diye düşünüyoruz. Çünkü konuyla ilgili paylaştığımız ayetler oldukça açıktır. Bütün bu delillere rağmen “şehid” olanların diri olmadıkları savunuluyorsa, yapılacak iş bunu yapanlara “anlayış ve hidayet” dilemekten başka da bir şey olmayacaktır.  (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum