Mehmet Ali ERDEM
Yemek adabı hayat felsefesidir
Yemek yeme tarzımıza istikamet kazandırarak ve bu idrak ile bakış açısını ekonomik faaliyetler dâhil, hayatı algılama şekline dönüştürerek bütün alanlarda uygulayabiliriz. Ruh cesede, kalb nefse, akıl mideye ve diğer uzuvlara hâkim olduktan sonra her şey şükür için istenmiş olur, lezzetler ve hazlar maddi ve manevi kazanç olur. (1) Değil dünya bütün kâinat istense az gelir! (2)
Büyüklerimiz “yemeğini bitirmezsen, arkandan ağlar” derlerdi. Şimdi anlıyorum ne kadar haklı olduklarını! Hatta ağlamak ne kelime! Suyun, havanın, güneşin toprakla karışıp; meyve, sebze, tahıl olduğunu; onlarca, yüzlerce insanın emeği ile işlenerek soframıza/önümüze geldiğini düşünün. Allah’ı zikreden bir kalbin olduğu bir vücuda gitmeleri halinde tecelliye mazhar hücrelerden birinde olmak varken, belki milyon yıllar sürecek, belki de hiç bitmeyecek yeni bir yolculuğa/serüvene tekrar başlamak…
Bitiş çizgisine birkaç adım kalmış iken, bir kenara itilmek ya da yarış bitti denmek suretiyle devri âleme tekrara başlamak zorunda kalmak. Ne Hazin!
Tabağımızdaki son pirinç tanesine, bardağımızda kalan çaya, bir tıkım ekmeğe bunu yapmaya hakkımız yok!
Çünkü çöp diye attığımız şey, O’nun ismini ve O’nun ihsanını bildirmek için dünyamıza uğramıştı (M.Karabaşoğlu).
Yemek yeme adabındaki hususların nasıl bir hayat felsefesine dönüştüğünün bazı örnekleri, İktisat Risalesinden istifade ile aşağıda belirtilmiştir:
-Yemeğe olduğu gibi tüm işlere Besmele ile başlamak ve Şükür ile bitirmek kulluğun şanındandır. Bu idrak ve tavır ile iş görülürken israf mümkün değildir. Allah verdiği nimete karşı şükür isterken, israf tam tersi harekettir.
-Bugün bir insan 10 liraya da karnını doyurur 100 liraya da. Damak lezzeti olarak aralarındaki fark yenilen zaman dilimi kadardır. Yenildikten sonra vücuda faydaları aynıdır, belki 10 Liralık yemek daha sağlıklı ve lezzetli de olabilir. Dakikalık lezzet için o kadar fark verilmez. Bu örnek giyim-kuşama, gezi ve seyahatte konaklanacak yerlere ve hayatın diğer alanlarına da uyarlanabilir.
-Dakikalık lezzet için ihtiyaçtan fazla yemek ise hem israf, hem de sağlıksızdır. Sonrası diyetisyenlere, doktorlara, ilaçlara yapılan harcamalar, rahatsız bir yaşam demektir! Oysa aynı tadı almak için 3 sefer çiğnemek yerine 15 sefer çiğnersek, 5 dilim baklavadan alacağımız tadı bir dilimden de alabiliriz. Kitap okumak gibi diğer yapılan işlerde de durum böyledir, acele etmeden sindirerek, hakkını vererek iş yapmak daha az maliyetli-sıkıntılıdır ve olumsuz yan etkileri daha az olacaktır. Lezzeti daha çok ve derinden, deruni hissedebilmeliyiz (çokça çiğnemek, sindirmek, her zerrenin, her kelimenin, her nefesin hakkını hakkıyla hissederek teslim edebilmek-alabilmek.)
-Yeterinden fazla yemeyerek artırabileceğimiz gibi, kullanacağımız şeyleri kararı miktarında, oranında kullanmak da bereketin sebebidir.
-Gerekli, sıhhatli ve temiz olanları kararında almak perhiz gibi vücuda sıhhat (fazla yemeyerek vücudu zinde tutmak), zihinlere açıklık, gönüllere ferahlık verecektir.
-Lezzetsiz gözüken gıdalardaki lezzeti, faydalarını ve yaratılışındaki hikmeti anlayarak tatmalı; ama sağlıklı, yapısıyla oynanmamış şeyler yemeliyiz (yemek seçmemek ama seçici olmak.)
-Damak tadı için mideyi, bağırsakları, kalbi, ciğerleri, böbrekleri yormak vücuttaki organlara adaletsiz davranmak, dil için diğerlerine eziyet etmektir. Aile veya iş ortamında da birini memnun etmek için diğerlerini gereğinden fazla yormak ve üzmek haksızlıktır. Aşırıya giderse de adaletsizliktir, zulümdür.
-Sebze ve meyvenin daha hesaplısı alınırsa fiyatları dengeleme açısından makro ekonomiye ve aile bütçesine katkısından ötürü mikro ekonomiye katkıda bulunulmuş olur.
-Tutumluluk nimete karşı saygılı ve kârlı bir tavırdır. Abdest alırken suyu fazla kullanmamalı, eskidi diye elbisemizi atmamalıyız. Tutumluluk; manevi bir şükür, saygınının da ifadesidir (nimeti kendi malı değil, Allah’ın bir ikramı olduğu şuuru ile yemek, tüketmek.)
-Tutumlu davranmayan manen dilenciliğe, sefalete, perişanlığa, yoksulluğa, hor görülmeye, aşağılanmaya namzettir. Bu durum aileler, toplumlar ve devletler için de böyledir.
-Tasarruflu davranılmaz ve kanaatkâr olunmaz ise haysiyet, namus ve dini değerler; gerçekte ihtiyaç olmayan ihtiyaçları temin için elde edilmeye çalışılan o uğursuz para yüzünden kaybolur. Manevi 100 liralık zararla maddi 100 paralık mal alınır (aradaki 4.000 kat fark vardır). Kanaatkâr olunmaması yüzünden makam, mevki, şan ve şöhret için dahi bu ulvi değerler kaybedilebilir.
-Hakiki (gerçek) rızk, mecâzi (asıl olmayan) rızk: İnsan iradesini kötüye kullanmadıkça, dinini, namusunu, şerefini feda etmeden hakiki rızkını bulur, çünkü o rızk Allah’ın garantisi altındadır.
-Gerçekten zaruri ve mecburi olmayan ihtiyaçların zorunlu ihtiyaç gibi algılanması ve göreneklerin olumsuz etkisiyle alışkanlıklara dönüşmesiyle eldeki nimetler kötü kullanılarak her şey feda edilebilir noktaya geliniyor. Çünkü bu kısım Allah’ın garantisi altında değildir.
-Herhangi bir zorunluluk ortaya çıktığında, mecbur olunduğu için, haram olan şeyden zaruret miktarınca alınabilir, fazlası değil!
-Marjinal fayda: Bir fakirin açlık ve iktisat vasıtasıyla kuru bir parça siyah ekmekten alacağı lezzet, bir padişahın/zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlıkla yediği en üstün baklavadan aldığı lezzetten daha fazladır. Bu durum bir kelime, kavram, hikâye ve bir bilgi için de böyledir. Bir tatlı söz, bir yetimin başının okşanması da buna benzer.
-Tevazu ve tezellül (alçakgönüllülük ve alçalma) ne kadar birbirinden farklı ise tutumluluk ve cimrilik de o derece birbirinden farklıdır.
-Savurgan insanlar tutumlu olanları cimrilikle suçlarlar. Oysa tutumluluk şeref ve cömertliktir. Asıl cimriler ikram edemeyip de hepsini kendisini yiyenler, tüketenlerdir. Cömertler ise ikram edebilmek için kendileri tutumlu davrananlardır. Mesela çok sevdiğimiz bir yemeği yemek için bir lokantaya gidişimizi, bir misafirimizin gelişene erteleyebiliriz. İsrafla azalır ama ikramla artar.
-Üstad bir talebesinin verdiği 3 kilo 200 gram balı 3 talebesi 30-40 gün yesin diye onlara verir. Kendisinin ise 1 kilo 300 gram balı önceden vardır. 3 talebesi o balı 3 gecede bitirirler, Üstad “afiyet olsun” der ve 30-40 gün hem kendi yer hem de onlara ikram eder elindeki balı.
-Cimrilik gibi gözüken tavrın altından ulvi bir şeref ve bereket ve dahi sevap doğarken; yiğitlik ve israfın altında ise dilencilik, başkasına mahkûm olma hali yatmaktadır.
-İsraf hırsı, hırs da elindekiyle yetinmemeyi, elindekilerini de kaybetmeyi/mahrum olmayı/hüsranı doğurur ve ihlâsı bozarak amelleri zedeler.
-Hırs, zararın ve başarısızlığın sebebidir; zekâta mani olur o da bereketsizliğe.
-Kanaatsizlik çalışma şevkini kırar, şükür yerine şikâyete ve tembelliğe yol açar. Meşru olanı bıraktırarak zahmetsiz gayrimeşruya sevk eder. Şeref ve haysiyet de kaybolur gider. Üretenler azalırken tüketenler artar. Herkes memurluğa özenir. Toplumsal hayatın dayanağı olan ustalık/marifet, ticaret ve ziraat azalır. O millet de gerileyerek alçalır ve fakirleşir.
(1) Lem’alar/19. Lem’a/3. Nükte;
(2) Sözler, s.639.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.