M. Nuri BİNGÖL
“Yeni ......” ya da “Yeni hal” diye diye...
Hani “Âlemi yeniden keşfetmek” diye bir tabir var. Lüzumsuz yere çabalama hamakatinin ne kadar abes olduğunu izah için söylenmiştir. Eskiler “devr-i kasr” demişler buna; teni tabirle “kısır döngü.”
Çok yerde anlatılır: Halife Harunreşid’in kardeşi – bazı kaynaklarda da muasırı- Behlül-ü Dana ile bir “nadan”ın aynı hücreye atılma hikâyesi...
Mesele bilinir; Halife ona bir devlet vazifesi vermek ister, Behlül kabul etmeyince ısrar eder bir şekilde, Behlül de ona küser, konuşmaz, hiç bir şey de istemez. İşte bu “istememe” hadisesine dayanamaz Halife, hal devam edince de Behlül’ü hücreye attırır sarayda, aç bırakır, susuz bırakır, her türlü sıkıntıyı dener, ama Behlül kendisinden bir şey istememektedir hâla… Sonunda bir müşavirinin dediğini yapar, cahil mi cahil, bir de bu cahilliğiyle övünüp büyük işler yaptığını zanneden bir “nadan”ı, Behlül’le aynı odaya koyar. Bir müddet sonra Halife’ye haber gelir; kardeşin senden hücredeki bu adamla kendini ayrı odalara koymanı istiyor diye. Halife’nin istediği olmuş, kardeşi kendisinden bir istekte bulunmuştur; artık Behlül-ü Dana’nın hücre hapsine bir lüzum yoktur.
Karşınızda durup da gözünüzün içine baka baka çok meşhur bir hakikatın tam tersini savunan insanlarla karşılaştığınızda, sizin de Behlül’ün isteği istikametinde, bulunduğunuz o ortak zemini hemen terketme hissinden başka bir şey duyduğunuzu sanmıyorum. Karşınızdaki buna ne ad verirse versin...
Usuliddin silsilesine bağlı bütün esas kaynaklardan çıkan netice şu: İman en büyük şereftir. “İnsan; nur-u iman ile ala-yı illiyine çıkar. Cennet’e layık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i safiline düşer, Cehennem’e ehil olacak bir vaziyete girer.” (Sözler, 23. Söz, 1. Nokta)
İman –demek ki- kaybedildiğinde, insan öyle bir alçalır ki, “Cehennem’e ehil olacak bir vaziyete girer.” İnsanda var edilmiş “layeş’ur” ve “aklı dinlemeyen” bazı latifeler kimi insan “manzaralı” kişilerin –keşke- kurtulmasını arzulasa da, sadece bizim değil “Âlemlerin Rabbi” olan Halık-ı Adil, çok surede bu hissin bir “maraz-ı ruhi” (Kastamonu Lahikası) olduğunu anlatıyor. Bize düşen amenna demek, o “maraz-ı ruhi” ve imaniyeye düşmemek. “Adamla aynı zemine gelmeden ne anlatacaksın?” itirazını hala duyar gibiyim. Anlatma ve tebliğin şeklini Üstad da bilfiil göstermiş, Resullullah (sav) de... Eski köye yeni adet uydurmanın âlemi yok!
Bir meseleyi en iyi fehmetmenin yolu onun zıddına bakmak ya da baktırmaktır. Bir hakikatı kavl-i leyyinle anlatamayınca, kişinin zihnine şok tatbik etmek nevinden çıkışlar da garazla değil, şefkatle izah edilmelidir.
Hadis meşhurdur. Yüce Resul’e haber gelir, filan hanımın oğlu sekeratta kelime-i şehadet getiremiyor, getirmek için dili dönmüyor diye... “ Rahmetenlialemin” olan Efendimiz denilen eve giderler ve bir bakışlarıyla hali anlarlar. Sekeratta olan gencin annesi, oğluna hakkını helal etmediği için ihtiyare hanıma, oğluna hakkını helal etmesi lüzümunu buyurur. Fakan yaşlı anne pek kızgındır, helal etmeyeceğini söyler. O zaman Yüce Resul, etrafındaki sahabelere odun toplamalarını emreder. Kadın irkilir, bu dunlar da ne olacaktır? Peygamber Efendimiz (sav), kendisinin hakkını helal etmediğinden oğlunun şehadet kelimesini getiremeden göçeceğini ve ebedi cehenneme ehil olacağını; öyleyse şimdiden yanmaya başlamasının bir zararı olmayacağını söyleyince, hanımdaki inat kırılır. Hakkını helal ettiğini söyleyince, sekerattaki genç kelime-i şehadet’i söyler ve teslim-i ruh eder.(evkamekal)
İlk bakışta (lateşbih) insafsız gibi gelen tedbir, aslında gence duyulan büyük bir şefkatin ayan beyan ortaya çıkışından başka bir şey değildir. O halde Üstad’ın şu beyanlarını da aynı manada anlamak gerekrir:
“Evet; Hazret-i Üstad’ı bu müthiş cihad meydanlarına sevkeden, hep bu eşsiz şefkat ve merhameti olmuştur. Ve bunu bizzat kendisinden dinleyelim:
Bana: "Sen şuna buna niçin sataşdın?" diyorlar. Farkında değilim; karşımda müthiş bir yangın var.. alevleri göklere yükseliyor.. içinde evlâdım yanıyor.. imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise, bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler..." (Tarihçe, s: 13, A. Ulvi Kurucu’nun önsözü...)
O halde, insanı “ala-yı illiyine” çıkarıp, “Cennet’e layık bir kıymet almasını tein eden “iman” hakikatının kıymetini derketmek için, önce küfrün ne olduğuna dikkat lazım.
“Önce küfür kelimesi üzerinde duralım. Arapça bir kelime olup "Kefera" fiilinden masdardır. Lûgat manası: "Bir şeyi örtmek, gizlemek, varlığı istifhama yer bırakmıyacak derecede açık olan bir şeyi, sun'i olarak gizlemektir." Delâlet-i ve subûti kat'i nass'ları tasdik etmeyen ve Allahû Teâla (cc)'yı inkâr edenlere kâfir denir. İmam-ı Gazali küfrü "Resûl-i Ekrem (sav)'in getirmiş olduğu haberlere inanmamak ve onları yalanlamak" şeklinde tarif etmiştir. İbn-i Abidin: " Küfür lûgatta örtmek manasınadır. Şeriatte ise: Hz. Muhammed (sav)'in kesin olarak dininden olup, Cenab-ı Hakk (cc) tarafından getirmiş olduğu bilinen şeylerde Resûlullah (sav)'ı yalanlamaktır" tarifi esas alınmıştır. Allahû Teâla (cc)'ya iman etmeyen, Resûl-i Ekrem (sav)'in tebliğini kabul etmeyen ve "Zarurat-ı Diniyye" den olan hususları inkâr edenlere kâfir denir. Çoğulu "Küffâr" veya "Kefere"dir.
Küfür ile birlikte ele alınması gereken diğer bir kavram da "şirk"tir. "Eş-Şerike" veya "Eş-Şirke" şeklinde kullanılan bu kelimenin lugat manası ortaklıktır. İki ortağın sermaye ve emeklerini birbirlerine katmaları, mirasta, ganîmette, alım ve satımda birbirine şerik (ortak) olmalarına "Şirket" denilmiştir. İslâmi ıstılâhta şirk; Allahû Teâla (cc)'ya inanmakla birlikte kudret ve kuvvette O'na (Allah'a) denk başka ilahları da tanımaktır. Açıktan açığa Allahû Teâla (cc)'ya ortak koşan, birkaç ilahın varlığını kabul edenlere "Zahiri Müşrik" denir. Allahü Teâlâ 'yı(cc) ikiye ayıran, hayrı yaratan "Yezdan", Şerri yaratan "Ehremen"dir diyen mecusiler, zahiri müşrik hükmündedir. Allahû Teâla (cc)'ya lâyık olmadığı sıfatları nisbet edenler de müşriktirler. Hristiyanlar "Hz. İsa Allah'ın oğludur", Yahudiler de "Hz. Üzeyr Allah'ın oğludur" diyerek şirke düşmüşlerdir. (194) Küfür ile şirk kavramı arasında, lafzî ayrılık mevcuttur. Her müşrik, aynı zamanda kâfirdir. Buna mukabil her kâfir, müşrik vasfı ile anılmayabilir. Ancak itikadî açıdan mahiyet birliği sözkonusudur. Hanefî fukahası: " Küfür tek millettir" hükmünde ittifak etmiştir. ( Kerimoğlu Yusuf, Emanet ve Ehliyet, s:196)
İslam, müsamahanın bütün nevilerini bizzat Resul-ü Kibriya (asm)ın sünnetiyle tespit etmiştir. “Resul-ü Ekrem (asm) ferman etmiş. KÜLLÜ BİD’ATÜN DALALE, KÜLLÜ DALALETİN FİN-NAR” Yani, EL-YEVME EKMELTÜ LEKÜM DİNİKÜM sırrı ile, kavaid-i Şeriat-ı Garra ve desatir-i Sünnet-i Seniyye tamam ve kemalini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut – haşa ve kella- nakıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalalettir, ateştir.” (Lemalar,s: 104)
Paragrafın başında serdettiğimiz cümle ile bu pasajın alakası elbet sorulacaktır. Verilen ölçü o kadar açıktır ki, umumi bir kaidedir ve her hal için tatbik edilmesi lüzumlu bir şablondur. Pasajın anlaşılması yani kelime manasının çıkarılması zor değil, bir lügat meseleyi halleder. Anlatılan mevzunun, “avam-ı nas” arasında bilinen – çoğu da yanlış anlaşılan ve aslı sünnetten olan adata da bid’a dedikleri- “ minare, tesbih, danışıklı devir, telkin filan...” gibi meseleler değildir.
Metni anlamak için cümleler bakmak kâfidir. Alınan birinci hadisin manası şöyle: “Her bid’at dalalettir ve her dalalet Cehennem ateşindedir.” Peki bu hadisten sonra, niçin “ Yani...” diye bir Kur’an Ayeti naklediliyor?
Hadis usulünün temel bir kaidesidir: Hadis’leri en iyi tefsir edenler önce Âyat-ı Kur’aniye, sonra da diğer hadislerdir. Hadisler – bir nevi- nüzul sebebi bilinmeden de tam olarak anlaşılamaz. Kur’an Ayet’lerinde nasih, mensuh olduğu gibi, Hadis’te de nasih, mensuh vardır.Bunları bilmeden tek bir hadis istenen bir hal için “ölçü” olarak sunulamaz.
Demek ki bu pasajda da böyle bir metod tatbik ediliyor. Hadis-i Şerifi nakledilen Ayet-i Kerime izah ve tefsir ediyor. “Bugün dininizi tamamladım.( Maide, 3) Demek ki İslam’ın emirlerini ve Şeriat-ı Garra’nın meselelerini “ yeni icatlarla o düsturları beğenmemek” bi-edeb vaziyetini göstermeyi “dinin lazımı ya da hizmetin gereği” diye takdim etmek, Hadis’in hükmüyle “dalalettir, ateştir.”
“Rahmet Peygamberi” diye kendini tavsif ettikleri gibi, Ayet’le de “Rahmeten-lilalemin” olduğu sübut bulmuş Resul-ü Ekrem’in “ahval, akval ve fiillerinden çıkan İslamiyet”i “yeni icatlar” ile neşretmeye çalışmanın adına hamiyet denemeyeceği gibi, böyle bir tavrın muvaffakıyet şansı da yoktur. Çünkü “ Gayr-ı Meşru Tarîk, Zıdd-ı Maksuda Gider” ( Sözler, s.709)
“ Arife bir işaret yeter” kaidesiyle meseleyi uzatmaya gerek yoktur. Çok insanın yanlış bildiği bir meseleyi izah edip bitirelim. Bid’a’nın manası bir tane değildir, en geniş olanı İslam’ın rağmına olan sonradan “uydurulan” her şey demektir. Bunlardan bir kısmı insanlığın teknik ihtiyaçlarını karşıladığından “bid’a-yı hasene” tabir edilmiştir. İnternet gibi... Yani mesuliyeti gerektirmeyen yeniliklerdir. Diğerine misal ise, Zembilli Ali Efendi’nin Kanuni Süleyman’a verdiği meşhur cevaptaki maddelerdir!
“Ulema arasında bid’at geniş ve dar kapsamlı olmak üzere iki ayrı şekilde mütalâa edilmiştir. Bid’atı geniş kapsamlı olarak inceleyen başta İmam Şâfiî, İmam Nevevî olmak üzere İbn Âbidin ve benzeri âlimler bu kısaca şu tarifi getirirler: “Bid’at, Resûlullah’tan Sallallahu Aleyhi Vesellem sonra ortaya çıkan herşeydir.”
Bu tarife göre, dinî özellik taşıyan amel ve davranışlarla birlikte günlük hayatla ilgili olarak sonradan ortaya çıkan yeni düşünceler, uygulama ve âdetler de bid’at olarak kabul edilmiştir.
Bu âlimler, meseleye delil olarak da şu hadisi zikrederler: “Kim benim bir sünnetimi ihya ederek insanların onunla amel etmelerine vesile olursa, o insanların kazanacağı sevaplardan hiçbir şey eksiltmeden onların sevaplarının bir katını almış olacaktır. Kim de bir bid’at icat ederek onunla amel edilmesine sebep olursa, o bid’at ile amel edenlerin yüklenecekleri günahlardan hiçbir şey eksiltmeden onların günahlarının bir katını yüklenmiş olacaktır.” (İbn Mâce, Mukaddime, 15)”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.