Yeşilçam Müslümanlardan özür dilemeli
Ekrem Dumanlı, Zaman'daki köşesinde Yeşilçam'ın müslümanlardan özür dilemesi gerektiğini yazdı. Neden mi?
RisaleHaber-Ekrem, Cumhuriyet'in kuruluşuyla, yeni devletin övülüp, Osmanlı'nın kötülenmesi olgusunun, Yeşilçam'daki filmlere de sirayet ettiğini ve Türk sinemasında dindarların devamlı olumsuz bir karakter olarak gösterilesinden dolayı, Yeşilçam'ın Müslümanlardan özür dilemesi gerektiğini yazdı.
Türk sineması, çok uzun yıllar dine karşı, dindara karşı negatif bir tavır almış ve bazı tiplemeler yaparak bir klişe oluşturmaya gayret etmiştir. Yakın zamana kadar din adamı, kadı, hacı, hoca gibi tiplemelerin neredeyse tamamı olumsuzdur. Bu tipleri seçerken genelde dış görünüşü dindar; ancak iç dünyasında sahtekâr insanlar resmedilmiştir. Bu tiplemenin istisnası hiç mi yoktur? Maalesef yoktur; üstelik onlarca sene sürdürülür bu tek tip insan vurgusu.
Meseleyi sadece senaristlerin ya da yapımcıların dine karşı takındığı olumsuz tavırda aramak yanlış olur. Mesela konunun bir yanı devlet politikalarıyla kesişir. Cumhuriyet'imizin ilk kuruluş aşamasında 'yobaz din adamı' tipine kurgusal bütün eserlerde (roman, hikâye, tiyatro eseri) rastlamak mümkün.
Cumhuriyet'in kuruluşuyla başlayan negatif 'hacı-hoca' tiplemesi, sonraki yıllarda da devam eder ve halk bu durumu 'din düşmanlığı' şeklinde algılar. Yeni bir rejim kurulmuştur ve her yeni rejim gibi genç Türkiye Cumhuriyeti de bir önceki dönemin kötülenmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu yüzden 'eski'ye ait bütün değerler kötü gösteriliyor, 'yeni'ye dair bütün semboller yüceltiliyordu. Eski'yi temsil eden bütün kişiler 'hain, yalancı, işbirlikçi, düzenbaz vs.' olarak perdeye yansıtılıyordu. Buna mukabil yeniyi sembolize edenler de 'idealist, çalışkan, fedakâr vs.' rolüyle insanların huzuruna çıkıyordu. Eskinin sembolü hacı, hoca, kadı; yeninin timsali ise öğretmen, doktor, mühendisti...
Görünen o ki; sinema tarihimizdeki yönelişlerle demokrasi tarihimizin izlediği rota arasında sıkı bir bağlantı var. İnanç ve ifade özgürlüğü genişledikçe insan tiplerinde de değişimler yaşandı. Tek Parti dönemi, çok partili hayata geçiş, darbe yılları ve solculuğun moda haline gelmesi, milliyetçi akımların güçlenmesi, muhafazakârlığın artması...
Gencecik bir devleti yaşatma güdüsüyle pekiştirilen prototiplerin o gün için siyasî bir mantığı vardı. Ancak bugün hayatın gerçeğine dönmek, bazı özeleştiriler yapmak gerekiyor. Din adamlarının (ve dindar halkın) Kurtuluş Savaşı'nda verdiği açık destek ortadayken ve üstelik ilk Meclis'teki dindarlık çok net bir şekilde biliniyorken beyazperdede dinin ve dindarın inatla ve sürekli aşağılanması kötü sonuçlar doğurmuştur. Din adamı tipinin ısrarla ve istisnasız çok kötü ve nefret uyaracak şekilde resmedilmesi halkla sinema arasında uçurumların açılmasına da neden olmuştur.
Ne ilginçtir ki 'hacı-hoca takımı'nı ırz düşmanı, muhteris, yalancı, sahtekâr şeklinde resmeden Türk sineması, kamu görevi yapan kişilerle ilgili menfi imaj uyandıracak bir genelleme yapmaz. Daha açık bir ifadeyle, hocalar, kadılar, hacılar her daim kötülükle bahsedilirken; öğretmenler daima kutsanacak, polisler daima onur abidesi olarak sunulacak, askerler daima millî haysiyetin timsali olacak, hâkimler daima adaletin sembolü olarak beyazperdeye yansıtılacaktır. Bir meslek grubunun istisnasız iyi insanlardan oluşması düşünülebilir mi? Tabii ki hayır. Ancak ulus devleti inşa projesinin tabii yansıması ile karşı karşıyayız. Bunun dünyadaki sinema imajlarıyla birebir örtüşmemesi (mesela bizdeki katı 'din adamı' düşmanlığının Batı sinemasında bu kadar acımasız ve yekpare olmaması) bile meselenin siyaset ve toplum mühendisliğiyle ilişkisini gözler önüne serer.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.