Yine güzel üzerine 

Bediüzzaman, Dördüncü Şua’da bu sefer güzelliklerin arka planından eşyaya ve nesnelere, tabiata nasıl yansıdığından bahseder. Bölüm tamamen güzel ve benzeri kelimelerle kurulmuştur. Güzellikleri görmek için önce bir vaziyet almayı tarif eder. Hani insan her şeyi bir vaziyet aldıktan sonra seyreder işte onun gibi. 

“Cemil-i Zülcelal’in esmasındaki hüsünlerin mevcudat ayinelerinde bir cilvesini müşahade etmek istersen, zeminin yüzünü bir küçük bahçe gibi temaşa edecek bir geniş ve hayali göz ile bak ve hem bil ki Rahmaniyet, Rahimiyet, Hakimiyet, Adiliyet gibi tabirler Cenab-ı Hakk’ın hem isim, hem fiil, hem sıfat, hem şenlerine işaret ederler."

Nasıl bakmalı? "Zeminin yüzünü bir küçük bahçe gibi temaşa edecek bir göz ile bak.” Zeminin yüzünü bir küçük bahçe gibi temaşa edecek bir göz ile bakmış. Ne kadar özel bir bakış, contemplation, seyir. Dinin de sanatın da ana damarı seyretmek. Din eğitimi hiçbir birimde seyretmek üzerine kurulmamış, eğitimde de öyle. Bakmak, görmek ve düşünmek eğitimin hiçbir yerinde yok. 

Burada bir içiçelik var güzelin anlatımında, önce fiil, sonra isim, arkasından güzellikle tavsif, isimlendirme, belirleme. Canlıların erzakından, rızıklandırılmasından cazibedar bir cemal görmek. Koyunların yavrularının annelerini emmeleri, anaların memesinden çocukların emmeleri, ağaçların dallarından bizlere sunulan meyvelerin cazibesi, süslenip bezenmeleri. Sadece şuradaki Bediüzzaman’ın gözüyle görülen rızıklanmak koca bir sinema, bir resim galerisi olurdu. Natürmort resimlerde bir tabağın içine konan cansız meyvelerin ve sebzelerin sanatı nerede, ağaçların elleriyle bize sunulan nimetler nerede. Sanata inanıp onu tablolara, resim galerilerine yansıtan insanlar, bekle görürsün...

Bediüzzaman durmayan bir arayıcıdır, sanatçı gözüyle bakar. Yukarıda bakılan tarz da yine sanatçı bakışıdır. Bir gözlemcidir. O içinde yaşadığı dünyaya yönelir, ona bakar oradan alır gözlemi ve öyle yansıtır. Görme ustalığı sanatçının en önemli özelliğidir, sanatçıyı sanata yönelten bu çerçevede kendini ve dış dünyayı araştırmaya yönelten güç onun ustalığıdır. 

Bediüzzaman sanki bakmak için yaratılmıştır. O dinler tarihinin ve yorum tarihinin en çok bakan ve esmaya intisabı ile olayları yorumlayan insandır. Andre Gide’nin Dostoyevski için söylediği şu söz Bediüzzaman içindir sanki: “Dostoyevski'de hiçbir kurum, gurur, hiçbir çalım yoktur. O hiçbir zaman bir üst insan olarak belirlemez kendini. Ve gururlu bir insanın onu anlayacağını düşünemem.” 

Bediüzzaman baktığında bir düzenli çalışan ve yorumlayan kamera gibi bakar herşeye. O genel anlamı ile özel bir bakış açısıdır. Din, siyaset ve dünya ikilemi içinde asıl saflığını kaybetmiştir. Bediüzzaman bu yüzden politize olmanın en büyük düşmanıdır. İnsanların, talebelerin politize olması en büyük dejenerasyondur, bütün düşünceler küçük yaşta öğrenciyi politize eder ve adeta bu bir ölüm ilanıdır. Bediüzzaman "siyasetten Allah’a sığınırım" derken bu politizasyondan kaçar, kaçırır. Üniversiteler daha ilk sınıfta, sürüye dalan kurt gibi politizasyonla öğrenciyi ilim dışına iter, onu bir sürükleme ve sürüklenen araca çevirir. 

On santimlik yarı odunsu bir sapın üstünde insanın yapamayacağı bir çiçek mucizesini gerçekleştiren, toprağın arkasındaki hangi senaristlerdir? Ona renk, koku, biçim, cazibe veren güç bir sinema perdesinin arkasından nasıl çalışır? Nasıl herşey perde işte böyle. 

Perdeler/Necip Fazıl Kısakürek

Perdeler, hep perdeler...
Her yerde, her yerdeler.
Pencerede, kapıda,
Geçitte, kemerdeler...
Perdeler, hep perdeler...
 
Ya benim sevdiklerim,
Şimdi nerde, nerdeler?
Önü bomboş perdenin;
İçerde, içerdeler!
Perdeler, hep perdeler...
 
Gönülde asıl perde;
Onu hangi göz deler?
Surat maske altında,
Sis altında beldeler.
Perdeler, hep perdeler...
 
Perdeye doğru akın;
Atlılar, piyadeler.
Yollar, yönler dolaşık;
Değişik ifadeler.
Perdeler, hep perdeler...
 
Bir tohumda bin gömlek.
Giyim giyim fideler.
Kalbler dilini yutmuş;
Bangır bangır mideler.
Perdeler, hep perdeler...
 
Son noktada son perde;
Çevrilmiş seccadeler.
Orada işte işte,
Ölümden âzadeler!
Perdeler, hep perdeler...

“İşte başta insan olarak  bütün hayvanatın  muntazaman bir perde-i gaybdan gelen erzaklarına bak, rahmaniyeti ilahiyetin cemalini gör.” 

Batı sanatı perdeyi de anlamaz arkasını hiç anlamaz.

Sıra yavrulardaki cemale geldi: “Hem bütün yavruların mucizane iaşelerinde ve başları üstünde ve annelerinin sinelerinde asılmış tatlı, safi, ab-ı kevser gibi iki tulumbacık süte temaşa eyle, Rahimiyet-i Rabbaniyenin cazibedar cemalini gör.“

Hazreti Peygamber (asm) bir köpeğin yavrularını emzirmesini seyreder. Onun rahatsız olmaması için başına bir sahabe koyar.

Şuradaki hikmetin güzelliğinin anlatımına bak. Allah “ve men yutel hikmete fakat utiye hayren kesira" der. "Biz bir kimseye hikmet verince ona büyük bir hayır vermişiz" buyurur.

"Hem bütün kâinatı envâıyla beraber bir kitab-ı kebîr-i hikmet ve öyle bir kitap ki, her harfi yüz kelime, her kelimesi yüzer satır, her satırı bin bab, her babı binler küçük kitap hükmüne getiren hakîmiyet-i İlâhiyenin cemâl-i bîmisâline bak, gör."

Yukarıdaki cümlede maddi gözlemlerin dışında hikmetin büyük kitabının okunmasındaki hikmetin benzersiz güzelliğine dikkat çeker, kendinin en çok okuduğu da budur. Bediüzzaman hikmetle bakar ve baktırır, onun okulu bir hikmet okulu ve hükema mektebidir. 

"Hem kâinatı bütün mevcudatıyla mizanı altına alan ve bütün ecram-ı ulviye ve süfliyenin muvazenelerini idame ettiren ve güzelliğin en mühim bir esası olan tenasübü veren ve her şeye en güzel vaziyeti verdiren ve her zîhayata hakk-ı hayatı verip ihkak-ı hak eden ve mütecavizleri durduran ve cezalandıran bir âdiliyetin haşmetli güzelliğine bak, gör. 

Hem insanın geçmiş tarihçe-i hayatını buğday tanesi küçüklüğündeki kuvve-i hâfızasında ve her nebat ve ağacın gelecek tarihçe-i hayat-ı saniyesini çekirdeğinde yazmasına ve her zîhayatın muhafazasına lüzumu bulunan âlât ve cihazata, meselâ arının kanatçıklarına ve zehirli iğnesine ve dikenli çiçeklerin süngücüklerine ve çekirdeklerin sert kabuklarına bak ve hafîziyet ve hâfiziyet-i Rabbâniyenin letafetli cemâlini gör."

Bu cümlede anlatılan mizan, tenasüb ve ihkak-ı hak. Daha ince bir estetik ve güzel bahsi, bütün kainatı birbiri içinde birbirine göre güzelleştiren tenasüb bu demek. Burun bütün beden ile tenasüb içinde, eller bütün vücud ile tenasüb içinde. Ya güneş? O daha büyük bir tenasüb öğesi. Deli eder bu Bediüzzaman adamı ya! Bu insanlar ne zaman bu hakikatleri farkedecek Allah’ım?

Herkese layık olduğu azayı ve bedeni ve ona göre evreni vermek işte ihkak-ı hak.

Ya mizana ne dersin? Layüadd ve layühsa varlıklar hepsi birbirine göre terazi gibi dengeli. Binlerce sonsuz terazi içi içe hayal et arkadaş. 

"Hem zemin sofrasında Kerîm-i Mutlak olan Rahmân-ı Rahîmin misafirlerine rahmet tarafından ihzar edilen hadsiz taamların ayrı ayrı ve güzel kokularına ve muhtelif, süslü renklerine ve mütenevvi, hoş tatlarına ve her zîhayatın zevk ve safâsına yardım eden cihazlara bak, ikram ve kerîmiyet-i Rabbâniyenin gayet şirin cemâlini ve gayet tatlı güzelliğini gör."
 
Yukarıdaki cümlede başa döner, ihzar edilen nimetler, ayrı ayrı kokular, renkler, tatlar, her zihayatın zevk ve safasına yardım eden cihatları. Yemek yerken insana bak o ellerin ona verdiği yardım ve zevk. Bunlar hangi güzel ikram ve kerimiyet-i Rabbaniyetin gayet şirin ve cemali ve gayet tatlı güzelliği…

Bediüzzaman'da güzellik ve envaının bahsi bitmez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum