Yöneticileri biz diktatör yapıyoruz!
Sıkıntısını çektiğimiz en önemli meselelerden birisi şeffaf yönetimin olmayışıdır. Baskıya boyun eğmemizdir, yöneticileri sorgulamayışımızdır
Risale Haber-Yeni Asya yazarı Ali Ferşadoğlu, çekilen sıkıntıların başında yöneticilerin baskılarına boyun eğilmesi ve sorgulanmaması gedliğini söyleyerek asr-ı saadetten örnekler verdi.
"Bugün, sıkıntısını çektiğimiz en önemli meselelerden birisi, siyâsî kirlilik ve şeffaf yönetim biçiminin olmayışıdır" ifadelerini kullanan Ferşadoğlu, "Bunun sebeplerinden birisi, çeşitli bulaşıcı hastalıklar gibi intişar eden istibdattır. Bizim de bu baskıya boyun eğmemizdir, yöneticileri sorgulamayışımızdır" dedi.
Diktatörlük ve baskının sadece askerî ve idarî olmayacağını ilimde, eğitimde, aile hayatında, toplumda da olduğuna dikkat çeken Ferşadoğlu, Bediüzzaman'ın bir meseleyi anlattığında, “Mesele budur, başka yolu yoktur!” demediğini, “Yüzer hikmetlerinden birisi budur!” diyerek ilmî hürriyet meydanını açtığını belirterek, "Siz çocuğunuzu evde, okulda susturursanız, büyüyünce de çok susuyor ve hak aramasını bilmiyor. Cehaletle hak aranmadığında da, en hamiyetli kişiler müstebit oluyor" ifadelerini kullandı.
İslâmiyetin, hürriyet ortamının sağlanmasında tarih boyunca hârika örnekleri sergilediğini hatıratan Ferşadoğlu, yazısını şöyle sürdürdü:
"Hulefâ-i Râşidînin birincisi ve hakikî reis-i cumhurlardan Hz. Ebûbekir, reis-i cumhur, yâni mü’minlerin emiri, halîfesi seçildiği zaman şu meâlde bir nutuk çektiğini hepimiz biliyoruz:
“Ey insanlar, ben sizin başınıza yönetici seçildim, ama sizden daha hayırlı bir kimse değilim. Eğer davranışlarımda, uygulamalarımda, hareketlerimde doğru yaptığımı ve söylediğimi hissederseniz bana yardımcı olun; hak ve hakikatten saptığımı görürseniz hatalarımı doğrultunuz. Sizin içinizde zayıf olarak bilinen kimseler, onun hakkını diğer kişilerden alıncaya kadar o kişi, benim yanımda kuvvetlidir. Sizin güçlü bildiğiniz kişi de benim yanımda zayıftır, tâ ki, onun elinden gasbetmiş olduğu hakkı alıp gerçek hak sahibine verinceye kadar. Ben sizin halifeniz olarak, sizinle ilgili uygulamalarımda Allah ve Resûlüne itaat ettiğim müddetçe bana itaat edin. Şâyet Allah ve Resûlüne isyan edersem; benim, size, bana itaat edin deme hakkım yoktur.”
Karşısında hazır bulunan topluluktan bir kişi kalkar, der ki: “Ey Ebû Bekir! Peygamberin halifesisin, seni seçtik, yöneticimizsin, emîri’l-mü’minînsin, şunu bilesin ki, en ufak bir eğriliğini görürsek şu kılıçla doğrulturuz.” Hz. Ebû Bekir konuşmasının sonunda Allah’a şöyle hamdeder:
“Ebû Bekir’in maiyyetinde hatasını kılıcıyla doğrultacak fertleri bulunduran Allah’a hamd olsun.”
Müslümanların Devlet Başkanı Hz. Ömer (ra) hutbe irâd ediyor. Vatandaşın biri topluluğun huzurunda ayağa kalkıp itiraz ediyor:
“Seni dinlemiyorum ya Ömer!”
“Neden?”
“Hepimize ganimetten bir parça kumaş düşmüştü; ben elbise diktiremedim. Görüyorum ki, senin sırtında elbise var. Bu nereden geliyor?” Devlet reisinin çehresinde kızgınlığın hiçbir alâmeti yok. Mütebessim bir çehre ile oğluna sesleniyor: “Kalk, cevap ver ey Abdullah!”
Abdullah, “Payıma düşen kumaş parçasını babama verdim.”
Sahabî, “Şimdi konuş, dinleyeceğim ya emire’l-mü’minîn!”
Ömer bin Abdülaziz halîfe olunca, halka ilk hitâbesinde şöyle dedi: “Hiç kimse bana körü körüne itaat etmeyecek. Allah’ın şeriatına uymayan emirlere de itaat yok. Ben sizin en hayırlınız değilim, sadece sizden biriyim...”