Yusuf’u Mısır’da yerleştirdik ki adâletle hükmetsin
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Yusuf Sûresi 19-21. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
19 . Derken (Mısır’a giden) bir kāfile gelip sucularını (kuyuya) gönderdiler (o) da kovasını saldı. (Aşağıdaki Yûsuf’u gördü ve:) “Hey, müjde! Bu bir erkek çocuk!” dedi. Onu bir ticâret malı olarak sakladılar. Hâlbuki Allah, onların ne yapacaklarını hakkıyla bilendir.
20 . Onu az bir fiyata, birkaç dirheme sattılar. Zâten (onlar), onun hakkında rağbetsiz (ona değer vermeyen) kimselerden idiler.
21 . Onu satın alan Mısırlı (vezir) ise, karısına: “Onun makāmını şerefli tut (ona iyi bak)! Olur ki bize faydası dokunur veya onu evlâd ediniriz” dedi. (*) Böylece Yûsuf’u o yerde (Mısır’da) yerleştirdik (ki adâletle hükmetsin), bir de ona rüyâların ta‘bîrini öğretelim (diye böyle yaptık).(**) Allah ise, emrinde gālibdir (dilediği herşeyi yapar); fakat insanların çoğu bilmezler.
(*) İbn-i Mes‘ûd (ra) der ki: “İnsanların en ferâsetlisi üç kişidir: Birisi, esir pazarında Hz. Yûsuf (AS)’ın kıymetini bir bakışta anlamakla Azîz-i Mısır; birisi, koyunlarını bir kez sulamakla Hz. Mûsâ (AS)’ın kadrini fark eden ve ‘Babacığım! Onu ücretle tut!’ diyen ve ileride onunla evlenmesi kendisine nasîb olan Hz. Şuayb (AS)’ın kızı; diğeri de Hz. Ömer (ra)’ı kendi yerine halîfe bırakmakla Hz. Ebû Bekir (ra)”dır. (Râzî, c. 9/18, 112)
(**) “Sûre-i Yûsuf’un mühim bir esâsı, rüyâ-yı Yûsufiye olduğu gibi, وَجَعَلْناَ نَوْمَكُمْ سُباَتاً [Uykunuzu da bir dinlenme kıldık!] âyeti misillü (gibi) çok âyetlerle, rüyâda ve nevmde (uykuda) perdeli olarak ehemmiyetli hakîkatler var olduğunu gösterir. (...) Hadîs-i sahih ile, nübüvvetin (peygamberliğin) kırk cüz’ünden bir cüz’ü nevmde rüyâ-yı sâdıka (doğru çıkan rüyâ) sûretinde tezâhür etmiş (görünmüş). Demek rüyâ-yı sâdıka hem haktır, hem nübüvvetin vezâifine (vazîfelerine) taalluku (alâkası) var. (...)
Uyku nasıl ki avam için rüyâ-yı sâdıka cihetinde bir mertebe-i velâyet (evliyâlık mertebesi) hükmündedir; öyle de umum (herkes) için, gāyet güzel ve muhteşem bir sinema-i Rabbâniyenin seyrangâhıdır (seyir yeridir). Fakat güzel ahlâklı, güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür. Fenâ ahlâklı fenâ düşündüğünden, fenâ levhaları görür. Hem herkes için, âlem-i şehâdet (gördüğümüz bu âlem) içinde, âlem-i gayba (göremediğimiz âleme) bakan bir penceredir. Hemmukayyed (sınırlı) ve fânî insanlar için, sâha-i ıtlak (serbest bir saha) bir meydan ve bir nevi‘ (bir çeşit) bekāya mazhar ve mâzî ve müstakbel (geçmiş ve gelecek ise) hâl (şimdiki zaman) hükmünde bir temâşâgâhtır (seyir yeridir).” (Mektûbât, 28. Mektûb, 195-197)