Zafer AKGÜL
Ağlıyorum O Halde Varım
Başkasının yarasını alıp bağrına basmak suç mudur? Bir acının gizli veya açık ortağı olmak kabahat midir? Acıyı bal eylemek için empati kurmak, o acıyı ruhunda taşımak, tatlı yalanlarla da olsa teselli vermek, bunları yaşatmak için yaşamak vebal midir?
Her yaraya merhem sürmek, hüzünlü her başı okşamak/sıvazlamak isterim. Herkes kendi yoluna gitsin desem de gidemiyorum işte. Çünkü bütün yollar kalbe çıkıyor, eninde sonunda oraya yöneliyor. Çünkü insan kendi derdiyle değil başkasının derdiyle hemdert olduğunda, başkasının acılarına ortak olduğunda vardır. “İyi ki varsın…” derler ya hani. İşte o zaman varlık olarak bir mevcudiyetten bahsedilebilir. Ancak o zaman “Ben varım!” diyebiliriz.
Varlığımızın anlam kazanması, gerçeğe dönmesi bu merhalede ortaya çıkar. Öte şeyler, farklı yorumlar, yabancı kurallar araya girer de ondan sonra var oluşumuz yorgun bir mermi gibi uzak yerlere seker o başka.
Acıları, sevdaları, çaresizlikleri bir masala döndüren sonra da acı gerçeklerle burun buruna, göz göze, diz dize getiren trajediler çıkar insanın karşısına. Hepimizde eksik kalmış ya da ertelenmiş nice mutluluklar vardır. Bir ideal uğruna veya hayal uğruna veya merhamet uğruna veya kendimizden feda etmek zorunda kalmak uğruna. Hayatın, mevsimlerin, günlerin en kuytu köşelerinde sakladığımız nice hikayelerimiz vardır hepimizin.
Zulüm ve acımasızlık nasıl yolları uzatır, nasıl gönülleri uzaklara atar, nasıl bir sürgünü yaşatırsa vefasızlık, hatırlamazlık, aramazlık, hal hatır sormazlık da aynı hançerin ikinci keskin tarafı gibi yaralar açar içimizde.
Bir zamanlar birlikte yola çıktıklarımız, gecenin ayazında, gündüzün kavrukluğunda hayata dair sevda şarkıları söyleyerek yürüdüklerimiz yok olsa da. Yüksek hayallerimiz için omuzlarımızı basamak yaptırdıklarımız yitip gitse de. Altında ezilmesin diye yükünü yüklendiklerimiz kaybolsa da. “Kaç kişi kaldık bu yolculukta? Gittikçe eksildik” desek de.
Onların yoklukları varlığın gölgesi bile değildir artık. Onları yok saymak aslında varlıklarının anlamsız hale gelmesinden başka bir şey değildir. “Olmasa da olur” deyip geçeriz ya, işte aynen öyle.
Böylelerinin nazarından, dünyasından kaybolmak için sessizliği seçtim. Kaybolmuş harflerden, kelimelerden mektuplar attım yıldız tozlarına, ay ışığına, gece karanlığına. Meçhul bir dünyaya mesajlar attım nehirlerdeki ışık pırıltıları sayısınca. Işıdı içimdeki dünya. Toprağın ve suyun kitabını okudum hüznün derin mağaralarında. Merhamet, acımak ve sevmek neymiş bildim kırklar ve yedilerle beraber.
Varoluşun şartlarından sıyrıldım. İmkanlarının bağlarını çözdüm, yükünden azade oldum. Ne gülmek var olmaktır, ne düşünmek. Ne konuşmak bilgece ve ne de dinlemek öylesine. Ne nefes almak ve ne de rüya görmek. Bunlar var olmak değildir bence.
Ağlamak bir kuşun yaralı kanadında. Gözyaşı dökmek bir sokak kedisinin nemli gözlerinde. Hüzün duymak kırılmış bir dal ucunda. Ağlamak birlikte her buruk yürekte. Varlık nefsinden gayrı için hüzün havuzu olmak, o havuzda kendini eritmek kaybolmaksa o zaman ben derim ki: Ağlıyorum o halde varım.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.