Zafer AKGÜL
İnat ve İnna A’teyna Sırrı-16
Kur’an, vahy yoluyla Hz. Peygambere (asm) gelmiş ilahi bir kitaptır. Ve aslında teker teker hepimize gelmiştir. Tenzili 23 sene sürmüştür. Bu, onun olaylara ve ihtiyaca göre insanlara yol gösterici olarak inmesinden kaynaklanmıştır. İnzali değil de tenzili kavramı çok amaçlı eğitim metotlarını içerdiği için Tenzil kavramı bize daha çok bakar. Kur’an’ın sadece indiği asır insanlarına mahsus olmadığı, tarihsel bir metinden ibaret sayılamayacağı zaten cümlelerindeki umumi/genel hitabından anlaşılmaktadır. Doğrudan Resulullaha hitap eden ayetlerde bile insanların kendilerine göre alacağı hisseyi elbette kabul etmek bir belağat ve mantık gereğidir. “Emr olunduğun gibi dosdoğru ol!” emri bizi de içine alır mesela.
Buna dayanarak diyebiliriz ki İsrailoğullarını tavsif eden, eleştiren ayetler sırf onlara mahsus değildir. Onların yaptıkları yanlışları bizim de işleyebileceğimizi dolaylı olarak ifade ederek adeta “Siz böyle yapmayın, onlar gibi olmayın!” ikazları vardır.
Uzatmadan söyleyeyim, inanan her fert Kur’an sırf kendisine inzal edilmiş gibi bire bir Rabbimizle muhatap olabilir. Yeryüzünde sadece bir kişi olarak yaşıyor olsak elimizdeki Kur’an’ı sadece bize gelmiş gibi düşünmek, onun muhatabı konumunda farz etmek hayal ve fantezi sayılmamalı.
Keza ayetler Arapça, dil ve anlatım, meal ve tefsir kriterleri içinde mekan, zaman, bağlam ve maksat olarak yorumlanma alanında geniş ufka sahip söylem biçimindedir ki bireysel-şahsî anlamlar çıkarmak bile mümkündür.
Gençliğimde bir çok miting ve yürüyüşlere şahit olmuştum. Bunlardan birisi beni özellikle etkilemişti. Üniversite okuduğum şehirde daha ilk yılın 1 Mayıs’ında bir yürüyüşe şahit olmuştum. Kortej içine Che Guavera tipinde giyinmiş bir genç kızın elindeki pankartta “İnadına Devrim!” yazıyordu. Dünya görüşüm taban tabana zıttı fakat ideolojisindeki kararlılık ve inadı ilan eden bu slogan beni hayli düşündürmüştü. Tek dünyalı bir insan davasına inatla çalışıyordu. Hayatını feda ettiği bir ideoloji için “İnadına!” diyordu.
Kocaman resimleri taşınan Mao’yu iyi kötü tanıyordum. Hadis-i Şerifte bahsi geçen “Kızıl Rüzgar” istilasının Orta Asya versiyonuydu. O Mao ki devrimle Çin’in başına geçtiğinde 350.000 kişi tutuklanmış, kayıtlara göre 247.257 kişi idam edilmişti. Kayıtlara girmeyen ve gizlenenleri saymıyoruz. Mao’nun Çin’deki resmî dairelerde ve kamusal alanlarda o zamanlar tam 1 milyar 200 milyon resmi ve portresi asılıydı. Çin Halk Cumhuriyeti’nin o zamanki nüfusundan kat kat fazlaydı. “Küçük Kızıl Kitap” isimli Maoizmin ilmihali herkes tarafından okunması mecburiydi. Kutsal kitap gibi itina ile okutulurdu.
Mao’nun kitabı var da Marks’ın, Lenin’in manifestosu olmaz mı? Hitler’in bile “Kavgam” kitabı vardı. İşin ilginç tarafı Hitler felsefesini Siyon Protokollerinden almış ve bire bir uygulamıştı. Bu şahsiyetler kitaplarını bu dünyada insanlığın barış içinde, huzur içinde yaşamaları için bir yol gösterici olarak yazmışlardı!
Allah da insanlığa rehber olarak Kur’an’ı yollamıştı. Kur’an da bir yerde bir manifesto idi. O mitingde bunları tasavvur ettim. Ben de inadına iman etme gayretinde olmalıydım. Zira ben iki dünyayı içine alan bir inanca mensup idim. Çağrışım yoluyla o anda dilime “İnnâ a’taynâ...” cümlesi geldi. “İnna a’teyna kelkevser”i evirip “inadına el kevser” şeklinde söyledim. İnançsızlık bir inat işi olabilir ama iman elbette inat işi değildir, bir kararlılık ve sabır ve sebat işidir ancak.
Buradan şuraya getireceğim sözü: Belki saçma gelecek ama şahsen bazı eksik konularda Kur’an’daki en kısa sure olan Kevser suresini kendi dünyamda kendi özelimde yorumladığım olmuştur. Şöyle ki:
Bismillahirrahmanirrahim. 1. İnna a'taynakel kevser 2. Fesalli li rabbike venhar 3. İnne şanieke hüvel'ebter. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1. Şüphesiz biz sana Kevseri verdik. 2. O Halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes. 3. Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir.
İnna a’teynâ’yı “İnadına” diye okuyorum. Kevser nedir bu inat edişte, derseniz. Kevser elde etmek için sebat ve azimle peşinde olduğumuz hedef ve maksattır. İnatla peşine düşersen kevser verilir. Rabbimiz için namaz kılmak cümlesi ise -salat aslında dua ve münacaattır- hususan lisan-ı hal ile yapılan dualar makbuldür. O halde dille yapılan duadan çok halle yapılana ağırlık verilmeli. Kurban kesmek ise “başaramam, yapamam” dedirten özgüvensizliğimiz ve bilmediğimiz şeylerdeki korku ve kaygılarımızdır. O halde bu olumsuz duygu ve karamsarlığımızı çalışma-inatla didinme kararımıza kurban edeceğiz.
Peki buğz eden nedir derseniz. Kendimizi küçümsememiz ve yapamazsın, edemezsin diyen dış çevremizdir. Buna göre bu cümle bize der ki “Sen, çevrendekilerin seni yetersiz gören, küçümseyen kanaatlerine ve nefsindeki yetersizlik evhamına kapılma. Bu iş daha bitmedi. Asıl bitmeye mahkum olan, devamı olmayan şey işte o korku ve güvensizlik halidir. Asıl olan ve devam edecek olan şey, çalışma çabalama sürecine girip yola koyulmandır.
Sevgili okurlar ilim öğrenme konusunda çabalamada, gayrette ve başarının bir şekilde geleceğine inanmada Kevser suresini ben şahsen böyle yorumladım. Bilmem siz ne dersiniz?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.