Zalim ve vicdansız bir adama karşı…

Zalim ve vicdansız bir adama karşı…

Günün Risale-i Nur dersi

Zalim ve vicdansız bir adam, birisini yere atıp ayağıyla onun başını katî ezecek bir surette davransa, o yerdeki adam eğer o vahşî zalimin ayağını öpse, o zillet vasıtasıyla kalbi başından evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür.

Hem başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur.

Hem o canavar, vicdansız zalime karşı zaaf göstermekle, kendisini ezdirmeye teşcî eder.

Eğer ayağı altındaki mazlum adam, o zalimin yüzüne tükürse, kalbini ve ruhunu kurtarır, cesed-i bir şehid-i mazlum olur. Evet, tükürün zalimlerin hayâsız yüzlerine!

Bir zaman İngiliz devleti, İstanbul Boğazının toplarını tahrip ve İstanbul'u istilâ ettiği hengâmda, o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesinin Başpapazı tarafından Meşihat-ı İslâmiyeden dinî altı sual soruldu. Ben de o zaman Dârü'l-Hikmeti'l-islâmiyenin âzâsıydım. Bana dediler: "Bir cevap ver. Onlar, altı suallerine altı yüz kelimeyle cevap istiyorlar."

Ben dedim: "Altı yüz kelimeyle değil, altı kelimeyle de değil, hattâ bir kelimeyle dahi değil, belki bir tükürükle cevap veriyorum. Çünkü, o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı, mağrurâne üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!" demiştim. (Mektubat sh. 405)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
ÂZÂ : Üye; organ, bedenin her bir uzvu.
CESED : Ten, gövde, vücut, beden. Ruhsuz vücud.
DAİRE-İ DİNİYE : Dinî daire. Diyanet işleri dairesi
DÂRÜ'L-HİKMETİ'L-İSLÂMİYE : 1918-1922 yılları arasında büyük hizmetler yapmış olan İslâm Akademisi veya Yüksek İslâm Şûrası mânâsındaki dinî müessese.
HAYÂSIZ : Utanmayan. Arlanmayan, arsız
HAYSİYET : İtibâr, değer, şeref, kıymet, derece, mertebe; cihet, bakım
HENGÂM : An, zaman, vakit, sıra, çağ.
İHÂNET : Hainlik. Kıymet vermemek.
İSTİLÂ : Kaplama, yayılma, ele geçirme.
İZZET : Şeref, üstünlük; değer, kıymet, yeterlilik.
KATÎ : Kesin.
LÂYIK : Yakışır ve yaraşır. Uygun, münasib ve muvafık.
MAĞRURÂNE : Gururlanarak.
MAHV : Harab olma. Yıkılma. Ortadan kaldırma.
MAZLUM : Zulme uğrayan.
MERHAMET : Acımak, şefkat göstermek; korumak, iyilik etmek; esirgemek.
MEŞİHÂT-I İSLÂMİYE : İslâmın ilmî meseleleri ile uğraşan devlet dairesi.
MÜKERRER : Birçok kere tekrarlanmış.
MÜŞFİK : Şefkatli.
SÂDIK : Doğru, bağlı.
SÛRET : Resim, şekil, görünüş; tarz, üslûp, cihet.
ŞEHÎD-İ MAZLUM : Zulme uğrayarak şehid olan.
TAHKİR : Hakaret etme, horlamak, aşağılamak
TAHRİB : Yıkma, harap etme, bozma.
TEŞCÎ : Cesâret verme, şecaatlandırma.
VAHŞÎ : Medenî olmayan, insanlardan kaçan, ehlî ve alışık olmayan, merhametsiz.
VİCDÂNSÛZ : Vicdanen sıkıntı, ıztırap ve keder veren.
ZAAF : Zayıflık, iktidarsızlık, kudretsizlik.
ZÂLİMÎN : (Zâlim. C.) Zâlimler, zulmedenler.
ZİLLET : Aşağılık, horluk, alçaklık.