Ahmet NAS
Zaman İçinde Bediüzzaman (1)
Bugün, sizinle ‘Zaman İçinde Bediüzzaman’ kitabı konusunda hasbihal edeceğim.
Öncelikle, kitabın içinde ilk defa yer alan belgelerden dolayı, kitabın hakkını teslim etmemiz gerekiyor.
Daha önceki Said Nursi araştırmalarına göre bu çalışma bir hayli detay ihtiva ediyor. Bu yüzden yazarlarını kutlamalıyım.
Ancak yazarlarını kutlamak, kitabın eleştirel bir gözle okunmasını engellemiyor. Bu yüzden, kitabın doğruları ile birlikte, kitapta eleştirilecek yönleri de göstereceğim.
Kitabın önsözünü yazan Ömer Laçiner’e göre, ilerici-gerici tartışmasında, Atatürkçülerle Nurcular aynı yerde duruyor.
Atatürkçüler, kendilerini modern olarak tanımlamaktadırlar. Nurcular ise, kendilerini daha modern ve ilerici olarak tanımlıyorlar.
Bu yüzden her iki kesim de aynı zeminden konuşuyor. Bu minvalde, Laçiner, nurcuları ‘modernleşmeci’ olarak görüyor.
Bu bakış açısı, kitabın yazarlarının da bakış açısını yansıtmalı ki, kitabın çeşitli yerlerinde geçmektedir.
Yaşadığı hayat şartları ve savunduğu fikirler incelendiğinde, bu iddiayı güçlendirecek veriler bulunmamaktadır.
1980’lere kadarki Nur hareketine bakıldığında da bu iddia temelsiz kalmaktadır.
1980 sonrası Türkiye’sindeki toplumsal dinamiklerin değişmesinden sonrası için ise, bu iddia tartışılabilir.
Çünkü, 1980 öncesi ve sonrası yayınlar incelendiğinde, Risale-i Nur’a uygunluğu tartışma konusu olan bir çok eser yayınlanmıştır.
Bu eserlerde ‘maddi terakki’ vurgusunun fazlalığı, Risale-i Nur’un dünyevileşmeye cevaz verdiği şeklinde bir algı yanlışlığına sebebiyet vermiştir.
Risale-i Nur müntesiplerinin, kendilerinin modernist olarak algılanmasına yol açan tutumlarını masaya yatırıp tartışmaları elzemdir. Bu doğrultuda,modern hayatla birlikte bize sunulan ni’metleri kullanmak, modernist bir davranış mı? Bunlara karşı olmak ne demektir?
Dünyevileşme ile, bu ni’metleri kullanmanın meşruluğunu savunma arasındaki ince bir çizgi var mıdır yok mudur?
Soruları çoğaltabilirim, ancak, özellikle nurcuların, son 20-30 yılına damgasını vuran dünyevileşme sorunu, çözülmedikçe, bu tür modernizm eleştirilerine daha sık karşılaşmaya devam edeceğiz. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de sık sık vurgulanan
modernleşme konusu, bu yazının sınırlarını aştığından dolayı,sadece bu konuya değinmekle yetineceğim.
Yine Laçiner’e göre, Cumhuriyet döneminde, bir çatışma vardır, ama bu çatışma, ilerici-gerici çatışması değil, sınıfsal bir çatışmadır, sosyo-politik bir çıkar çatışmasıdır. Laçiner, Nurcu söylemin, ‘Cumhuriyet idaresinin, Said Nursi üzerinde
uygulanan şiddetli baskı’ söylemini, aşırı buluyor. Ona göre, bu baskı çok aşırı değil, hatta devletin, ‘töleranslı’ bile olduğunu söylüyor.
Devlet, diğer muhalefet hareketlerini sindirmesine ve tasfiye etmesine rağmen, Said Nursi’yi tasfiye etmemiştir.
Osmanlı Devletinin bir bakiyesi olan medrese geleneğini, Said Nursi de eleştirdiği için, Said Nursi modernleşmeci idi. Bu yüzden devlet, onunla uzlaşmaya çalışmıştır.
Burada iki sorunlu bir alan vardır. Birincisi, Said Nursi’nin medreseyi eleştirmesinin onu modernleşmeci kılıp kılmadığıdır. İkincisi, eğer o, modernleşmeci ise, devlet güçlerinin onunla uzlaştığına dair verilerin ortaya konmasıdır.
Evet, Said Nursi, medreseyi eleştirmiştir ve medreselerin ıslahına çalışmak istemiştir. Ama bu isteğini gerçekleştiremeyince, bunun yerine, daha derin bir sorun olan dinin tecdidi konusuna eğilmiştir. Dinin tecdidi konusunda da Risale-i Nur külliyatı ortadadır.
Dinin tecdidi ile modernleşme arasında önemli bir eksen farklılığı bulunmaktadır. Dinin tecdidi, din eksenli olmak üzere bir yenilenmeyi öngörmektedir. Modernleşme ise, batı ve değişim eksenli bir yenilenme öngörmektedir. Bu konuya ileriki zamanlarda köşemin elverdiği ölçüde değinmeye çalışacağım.
Devlet güçlerinin, Said Nursi ile uzlaşma içerisine girmesi konusunda hiçbir veri bulunmamaktadır.
Oysa ki, devlet, tasfiye için çok uğraşmıştır, ama becerememiştir ve tasfiye edememiştir. Devletin onu tasfiye etmek için hangi yollara başvurduğu ortadadır. Mahkeme kararları, hapishane zabıtları ve diğer resmi yazışmalar da ortadadır.
Said Nursi’nin lahika mektuplarında söylenenler, bir iddia değil, yaşanmış olaylardır. Yaşanmamıştır diyen, bunu ispatlamak durumundadır. Devlet, Said Nursi ile uzlaşmaya mı çalışmıştır? Yoksa, ondan çekindiği için, onu pasifize mi etmek istemiştir?
Kitapta Kürt tarihi ile ilgili olarak, Yavuz Sultan Selim’e kadar gidilmesi, Said Nursi’nin tarikat bağlantısı için Kadiri ve Nakşi tarikatlerin kuruluşuna kadar gidilmesi, Said Nursi’nin fikirlerinin tarihsel bağlantılarını tespit açısından şüphesiz önemlidir. Ancak, tarihte yaşanmış olayların diyalektik bir biçimde okunması, tarihi anlamamıza çok fazla katkı sağlamadığı gibi, Said Nursi’nin hayatını da anlamamıza katkı sunmamaktadır.
Kadiri tarikatinin, Emevilere karşı bir tepki olarak doğmuş olduğunu ileri sürmek, tasavvuf tarihini, Kadiri-Nakşi çatışması biçiminde okumak, Halidilik ile Kadiri tarikatini birbiriyle sürtüşen tarikatler olarak görmek, Şeyh M. Emin Efendi ile görüştükten sonra camiye gidip va’zeden bir Said Nursi’nin bu davranışını, ‘kendi cemaatini inşa girişimi’ olarak okumak, kitapta, tarihi diyalektik bir biçimde okumanın örnekleridir.
Tarihi diyalektik bir biçimde okumak ne demektir? Ne kadar gerçekçidir? Bu soruların da cevabını bir sonraki yazımda ele almaya çalışacağım İnşaallah.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.