Hayrettin KARAMAN
Zekâtın sarf yerleri
“Dinimize göre zekat yalnızca fakirlere verilir ve bunu da yükümlü olanların doğrudan yoksulları bulup vermesi gerekir” diyenlerin yanlış söylediklerini, dinimize göre zekatın, bazı durumlarda yoksul olmayanlara da verilmesinin caiz, hatta gerekli olduğunu, ayrıca zekat borçlusunun bizat vermek yerine bir vekil aracılığı ile vermesinin de caiz olduğunu, bu vekilin hakiki şahıslar olabileceği gibi hükmi şahıslar (vakıflar, dernekler…) de olabileceğini açıklamaya devam ediyorum.
Zengin hatta gayr-i müslim oldukları halde kendilerine zekat verilen guruplardan biri de „müllefe-i kulûb“ dur (kalbleri kazanılmak istenenler: el-muellefetü kulûbuhum).
Zekâtın sarf yerlerini gösteren âyette zikredilen bu sınıfın içinde, Hz. Peygamber (s.a.) zamanındaki tatbikata göre şu kimseler yer almıştır: a) Kendisinin veya kavim ve kabilesinin bu sayede müslüman olacağı umulan kimseler; meselâ Mekke fethinde Hz. Peygamber (s.a.) Safvân b. Ümeyye'ye gıyabında eman vermiş, dört aylık mühlet tanımış, sonra Safvân müslümanlarla beraber Huneyn gazvesine katılmış, kendisine bir sürü kıymetli deve verilmiş, nihayet Safvân iyi bir müslüman olmuştur. b) Kötülüklerini önlemek için, dilinden ve elinden zarar gelecek kimseler. c) İslâm'a yeni giren ve mâlî yardım ile İslâm'da sebat etmeleri temin edilecek kimseler; çünkü bu gibi ferd ve topluluklar eski imkân ve muhitlerini kaybedecekleri için sıkıntıya düşüp yardıma, desteklenmeye ihtiyaç duyabilirler. d) Henüz müslüman olmamış benzerlerini İslâm'a çekmek için, itibar sahibi, lider durumunda olan sağlam müslümanlar; Adiy b. Hâtem, el–Zibirkan b. Bedr gibi. e) Yeni müslüman olan ve henüz İslâm'a tam intibak edememiş bulunan, kâfir iken lider, başkan, itibarlı kişi durumunda olan müslümanlar. f) Sınır başlarında yaşayan müslümanlar ile zekâttan imtina edenleri itâate getirmek için kendilerinden istifâde edilecek müslümanlar. (Nevevî, el–Mecmû', c. VI. s. 196–198; Kardâvî, Fıkhu'z-zekat, s. 595–596.)
Hanefîlere ve bazı Şâfiî ve Mâlikî fakihlere göre Hz. Peygamber'den (s.a.) sonra müellefe–i kulûba zekât verilemez; bunlar, bu tatbikatın Hz. Ebû Bekr'in hilâfetinde Hz. Ömer'in müdahalesiyle sona erdiğini ve sahâbenin bu tasarrufa itiraz etmemeleriyle icmâ meydana geldiğini ve İslâm'ın güçlenmesi ile buna ihtiyaç da kalmadığını ileri sürmüşlerdir. (Kâsânî, Bedâyi', c. II, s. 45).
Buna karşı Hanbelîler ve diğer bazı fakihler bu hükmü ortadan kaldıran bir delilin bulunmadığını, mezkûr tasarrufun, ülül–emrin takdîrine bağlı bir uygulama tasarrufu olduğunu, bahis mevzûu şahıslar ve zamana ait bulunduğunu, devleti idare edenler gerekli gördüğünde başka yer ve zamanlarda müessesenin işletilmesine mânî teşkil etmeyeceğini, İslâm'ın zaman zaman buna ihtiyacı olabileceğini haklı olarak iddiâ etmişlerdir (Ebû Ubeyd, el–Emvâl, s. 607; İbn Kudâme, el–Muğnî, s. III, s. 666).
Günümüzde bu fasıldan, milletlerarası münâsebetlerde, müslümanların lehine hareket etmesini temin maksadıyla, bazı gayr–ı müslim ülkelere, İslâm'ın yayılmasını temin maksadıyla bazı heyet, cemiyet ve topluluklara, İslâm'ı müdafaa etmeleri için bazı kalem ve söz sahiplerine, İslâm'a karşı olan cereyan ve faaliyetler karşısında güçlü olabilmeleri, kendilerini koruyabilmeleri için bilhassa yeni müslüman olmuş, ferd ve toplumlara harcama yapılabileceği yerinde olarak ifade edilmiştir (Kardâvî, age., s. 609).
“Borçlulara ve Allah yolunda” zekatın sarfı da –her zaman- yoksulluk şartı bulunmayan sarf yerleridir ve bunları gelecek yazıda ele alacağım.
Yeni Şafak
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.