Ahmet Nebil SOYER

Ahmet Nebil SOYER

Zulüm tarihimizden: Sultan Abdulaziz, Sultan Abdulhamid, Menderes ve Bediüzzaman

Eskişehir, Bediüzzaman’a yapılan zulümlerin en katmerlisine mahal olmuş bir yer. Her türlü zulüm ve entrikaya rağmen Risale-i Nur’ların inkişaf ettiğini gören gizli din düşmanları, “Bediüzzaman gizli cemiyet kuruyor, rejim aleyhindedir, rejimin temel nizamlarını yıkıyor” gibi uydurma ve hükümeti aldatıcı tertip ve ithamlarla 1935 senesinde Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde idam kastıyla ve muhakkak mahkum edilmesi direktifiyle hakkında dava açtırılıyor. Bunun üzerine dahiliye vekili ve jandarma umum kumandanı, teçhiz edilmiş bir askeri kıta ile birlikte Isparta’ya geliyorlar. Isparta Afyon yolu boyunca süvari askerleri yerleştiriliyor. Isparta vilayeti ve askeri birliklerle kontrol altında bulunduruluyor. Bediüzzaman başka bir yerde “elleri bağlı bir adama ordular taarruz ediyor” diyor.

Bir sabah vakti masum ve mazlum Bediüzzaman inzivagahından çıkarılarak talebeleriyle beraber elleri kelepçeli olarak kamyonlarla Eskişehir‘e sevkediliyor. Yolda Bediüzzaman ve talebelerine yakın bir alaka duyan müfreze kumandanı Ruhi Bey kelepçeleri çözdürüyor. Bu suretle namazlar kazaya bırakılmadan yola devam ediliyor. Hakikati ve Bediüzzaman’ın masumiyetini idrak eden müfreze kumandanı Bediüzzaman ve talebelerinin dostu olmuştur.

Sultan Abdülaziz’i bir sabah namazı vakti odasında basan iki aşağılık pehlivan mazlum hükümdarın bileklerini keserek bırakırlar. Daha sonra bir sandala atılan vücudu cibali karakoluna kadar götürülür. Arada bir Hüseyin Avni Paşa ölüp ölmediğini yoklar, orada vefat eder. 12 iki hain, 11’i Ermeni rapor verirler “padişah intihar etmiştir” diye.

Sultan Aziz’e yapılandan sonra Sultan Abdülhamid’e de aynı şey yapılmış. Ermenilerden oluşan bir hal heyeti onu tahttan indirmiştir. Her zaman bu ülkede perdenin arkasında bir hainler heyeti hazır silah beklemektedir. Vakti geldiği an ve müsait oldukları an yine sahneye çıkar kimbilir ne zulümler işlerler. Sultan’ın hallinden sonra “Yıldız Yağması” yapılır. Senelerce devlete verilmiş büyük hediyeler, tarihi değerli tablolar çalınır. Tevfik Fikret, Han-ı Yağma diye bir şiir yazar bu yağma üzerine.

Han-ı yağma

Bu sofracık, efendiler -ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor -bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

***

Gizli dinsizler Isparta havalisinde “Bediüzzaman ve talebeleri idam edilecek” diye propaganda yaptırarak korku ve dehşet saçıyorlar. Diğer taraftan Bediüzzaman’ın hapse konulmasından mütevellid muhtemel bir isyan hareketinin vukuundan korkan istibdad ve ceberut devrinin hükümet reisi şark vilayetlerine seyahate çıkıyor.

Halbuki Bediüzzaman ömrü boyunca müsbet hareket etmeyi düstur edinmiş. “Birkaç adamın hatasıyla yüzer adamların zarar görmesine sebeb olunamaz” demiştir. Bunun içindir ki yapılan o kadar gaddarane zulümler esnasında birtek hadise meydana gelmemiştir. Bediüzzaman Said Nursi talebelerine daima sabır, tahammül ve yalnız iman ve İslamiyete çalışmayı tavsiye etmiştir. Ve bu gibi evhamların dinsizlik hesabına maksad-ı mahsusla husule getirildiğini herkes anlamıştır.

Bediüzzaman 120 talebesiyle beraber 1935’te Eskişehir ağır ceza mahkemesine sevkediliyor. Ani yapılan araştırmalarla elde edilen bütün risale ve mektplar meydanda olduğu halde, mahkumiyetlerini intaç edecek bir delile rast gelinmemiş ve kanaat-ı vicdaniye ile keyfi bir surette Said Nursi’ye 11 ay ve 15 arkadaşına altışar ay ceza vererek mütebaki kalan 105 kişiyi beraat ettirmiştir. Halbuki isnad edilen suç sabit olsaydı, Bediüzzaman Said Nursi’nin idamına ve arkadaşlarının da hiç olmazsa ağır hapsine hükmedilecekti. Nitekim bu yersiz karara Bediüzzaman itiraz etmiş, “bu cezanın bir beygir hırsızına veya bir kız kaçırıcısına layık olduğunu” belirterek kendisinin ya beraetine veya idamına veyahut 101 sene mahkumiyetine hükmedilmesini ısrarla istemiştir.

Bediüzzaman hapiste iken birgün zamanın Eskişehir savcısı Üstadı çarşıda görür. Hayret ve taacüble ve vazifesine son verileceği ihtarıyla, hapishane müdürüne “Ne için Bediüzzaman’ı çarşıya çıkardınız? Şimdi  çarşıda gördüm“ der. Müdür de “Hayır Efendim Bediüzzaman hapishanede hatta tecriddedir, bakınız” diye cevap verir. Bakarlar ki Üstad yerindedir. Bu harika vaka adliyede yayılır. Hakimler “bu işe akıl erdiremiyoruz“ diye birbirlerine naklederler.  

Evet zulmün sonu zalimin mahvına olarak tecelli eder ve etmiştir. O planları yapanlar şimdi ölümün idam-ı ebedisine mahkum bir vaziyette Cehennemin esfel-i safililine  yuvarlanmakta, tam mağlubiyet ve Cehennem azabından daha şedid azaplar içerisinde şevketi sönmüş olarak zelilane bir ömür geçirmektedirler. Bediüzzaman ise iman ve İslamiyetin bahadır ve kahraman bir hadimi olarak, İslami bir izzet ve imani bir şehametle hala eserleriyle yaşamakta, Kur’an ve iman hizmetini devam ettirmekte ve İslami zaferleriyle Müslüman Türk milletine ve alem-i islama manevi bayramlar idrak ettirmektedir.

Müdafaatından

Ben, herşeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat, Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve en halis kardeşlerim Türklerden çıkmış. Ve İslamiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’aniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan, bana Kürd diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi, hakîki ve civanmert bin Türk gençlerini işhad edebilirim.

Hem, heyet-i hakimenin ellerinde bulunan otuz-kırk kitabımı, husûsan İktisat, İhtiyarlar, Hastalar Risaleleri’ni işhad ediyorum ki; Türk milletinin beşten dört kısmını teşkil eden musîbetzede, fakirler ve hastalar ve dindar müttakîler taifelerine bin Türkçü kadar hizmet eden o kitaplar, Kürdlerin ellerinde değil, belki Türk gençlerinin ellerindedirler.

Heyet-i hakimenin müsaadesiyle, bizi bu belaya sokan ve hükûmetin mühim bazı erkanını iğfal eden ve milliyetperverlik perdesi altında entrikaları çeviren mülhid zalimlere derim:

Ey heyet-i hakime! Gelecek beyanatımda, belki vazifenizce lüzûmsuz şeyler bulunacak. Fakat, bu meseleler ile umum memleket, belki dünya alakadardır. Yalnız siz değil, onlar dahi manen dinliyorlar. Hem, beyanatımda intizamsızlık göreceksiniz. Sebebi ise, mühim bir hakkım bana verilmedi. Benim hüsn-ü hattım yok. Çok rica ettim ki, bu hayat-memat meselesidir, bir yazıcı bana veriniz; ta hakkımı müdafaa için bir istida yazdırayım. Vermediler. Belki beni iki ay, gayet insafsızcasına bütün bütün konuşmaktan menettiler. Onun için, gayet noksan ve müşevveş yazımla intizamlı yazamadım. İşte ahir beyanatım budur.”

Şimdi geldik 1935’ten 1960’a. 1960 Bediüzzaman’ın ölüm yılı, zulümlerle, zulüm denizinin kıyısından ahirete intikal ettiği tarih. O tarihlerde zulümler tarihi olan son dönem tarihimizin iki önemli vakası biri Adnan Menderes asılıyor. Ezanı fıtrat-ı aslisine göre okutan adam, İslam Kahramanı ondan önce Bediüzzaman ahirete intikal ediyor. Devlet adamları eğer aklı başında hareket etmese bu ülke tarihinin en karmaşık dönemini yaşıyoruz, tetikte çok ihanet güçleri var, Allah sonumuzu hayır etsin. Gariptir, Menderes asılıyor asıldığı ipi eşine gönderiyorlar, bu kadar sefil ruhlu insanlar olabilir mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum