Mustafa ORAL
Abdülhamid bize ne vaad etti? Ne armağan etti?-(2)
Abdülhamid bize ne vaad etti? Ne armağan etti?-(2)
Bir önceki yazıda yayımlanan “Sultan Abdülhamid ve Bediüzzaman (1)” başlıklı yazımızda “Sultan Abdülhamid ve Bediüzzaman ilişkisini değerlendirmiştik. Konuya devam edelim.
Mustafa Armağan bir süre önce çıkan “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı” kitabında Abdülhamid ile Bediüzzman ilişkisini inceleyen uzun bir yazı yayımladı. Armağan yazısını Risale-i Nur Külliyatından ve Nur talebesi olarak bilinen bazı ağabeylerden yaptığı nakiller üzerine kurduğu görülüyor. Armağan’ın bir çok tespitine katılmakla beraber yazıda insanın kulağına kar suyu kaçıran bazı hususlar da yok değil. İyi niyetinden şüphe etmediğimiz Armağan’ın kulağımıza kar suyu kaçıran yorumlarının Risalenin bütününe vakıf olamamaktan kaynaklandığı anlaşılıyor.
Armağan’ın kitabını “dindar/muhafazakar devletçi” üslubu ve kimliği ile kaleme aldığı anlaşılmaktadır. Abdülhamid’in istibdad yönetimini normal göstermek, hatta haklı çıkarmak için çok fazla tevile girmesi, imparatorluk şartlarının böyle bir sistemi gerektirdiğini savunması bunu göstermektedir.
Armağan’ın söz konusu yazısında aktardığı bilgiler ve yaptığı yorumlar Risalenin ilgili bahislerine açık bir aykırılık teşkil etmektedir. Yazısının bazı yerlerinde Bediüzzaman’ı yanlış okuduğu, onunla çeliştiği görülmektedir.
ÖZÜR DİLEYİCİ ÜSLUP
Armağan’ın yaptığı yorum hataları bir tarafa, -dalgınlıktan olacak- bilgi hataları da kendisi açısından meseleyi içinden çıkılamaz hale getirmiştir. Armağan Bediüzzaman’ın Abdülhamid karşısındaki tutumunu benimsemeyebilir, buna da kimse itiraz edemez. Ama Bediüzzaman’ın Risalede altını çizdiği Abdülhamid konusundaki görüşlerinin zamanla değiştiğinden bahisle Abdülhamid’in istibdadını hoş göstermeye çalışması, üstelik bu meselede Bediüzzaman’ın özür dileyici bir üslup takındığını ima etmesi büyük bir hatadır.
Aslında Bediüzzaman’ın Abdülhamid karşısındaki tavrı kafa karışıklığına neden olmayacak kadar açıktır. Onu şahsen sever, sayar. Ne var ki istibdad idaresini hiçbir şekilde hoş görmez. Bu konudaki görüşlerini Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde belirtir. Armağan’ın bazı nur talebelerinden yaptığı alıntılar önemli olmakla beraber, birinci dereceden kanıt niteliği taşımaz. Asıl kanıt Risale-i Nur’dur. Bediüzzaman, yanına gelen kişinin durumuna özel Abdülhamid ile ilgili açıklamalarda bulunmuş olabilir. Bu durum muhatabının Abdülhamid karşısındaki duruşunun ifrat veya tefrit durumunda olmasına göre değişir. Bediüzzaman muhatabını bu meselede “dengeye” getirmek için bu şahsın anlayacağı dilden bazı cevaplar vermiş olabilir. Bu cevaplar Risalede geçen Abdülhamid ve idaresi merkezli metinlerle çatışmaz.
BEDİÜZZAMAN’IN “VASAT”I…
Risale Bediüzzaman’ın “vasat”ıdır. Öyle tahmin ediyorum ki Bediüzzaman’ın bu konuda Risalede belirttiği görüşleri değişmiş olsaydı, bunları kaldırıp yerlerine onları koyardı. Zaten Risalenin hemen hiçbir metninde bu yönde bir ifadeye rastlamıyoruz.
İkinci Said döneminde, Nursi’nin Cumhuriyet rejimi ile ilgili ‘kabul etmemek’ ve ‘reddetmek’ ayrımı Abdülhamid meselesi için de geçerlidir.
Nursi’ye göre bu meyanda ‘kabul etmemek’ rejimi teorik olarak kabul ve amel etmemeyi ifade eder. ‘Reddetmek’ ise rejime isyan etmek demektir. Bediüzzaman Abdülhamid meselesinde tamamen savunmacı yada tamamen isyancı bir tavır sergilemez. Vasat bir biçimde, reddetmemek ile kabul de etmemek şeklinde bir tavır geliştirir. Abdülhamid’e isyan etmez. Ancak, istibdad idaresini de teorik ve ameli olarak kabul etmez. Bu da hiçbir zaman bir özrü gerektirecek duruş değildir ki -Armağan’ın belirttiğinin aksine- Bediüzzaman da Risalede özür dileyici bir üslup kullanmamıştır.
İTTİHAD-I İSLAM TARAFTARI BEDİÜZZAMAN
Armağan’ın da belirttiği gibi Bediüzzaman İttihad-ı İslam taraftarıdır. Abdülhamid’ın istibdadına karşı muhalefeti onun “devlet kurtulursa din de kurtulur” şeklindeki tezine ve uygulamalarına yönelik bir muhalefettir. Bu dönemde Bediüzzaman’ın İttihad-ı İslam merkezli düşüncelerinde selefi olarak kabul ettiği kişiler arasında Yavuz Sultan Selim, müfrit alimlerden Ali Suavi, Abdülhamid döneminde köşesine çekilmek zorunda kalan Hoca Tahsin Efendi, ehl-i kemal Namık Kemal, İttihad-ı İslam ideologu Afgani gibi kişiler vardır. Bu kişiler arasında İttihad-ı İslamı savunan kişilerle, hem İttihad-ı İslamı savunan, hem de Abdülhamid’in şahsına ve / veya idaresine muhalefet eden kişilerin olması bir tevafuktur.
Bediüzzaman Abdülhamid’in şahsı üzerinden bir siyaset yapmadığı gibi, Abdülhamid üzerinden siyaset yapan kişilerle de beraber hareket eden birisi değildir. O İttihad-ı İslamı savunur, bu minvalde seleflerini sayar. Bu kişiler arasında Abdülhamid’in gerek şahsına, gerekse de idaresine muhalefet edenlerin bulunması bir tercih değil, tevafuktur. Zira Bediüzzaman’ın bu şahıslarla olan ilişkisi İttihad-ı İslam düşüncesinden ibarettir. Armağan’ın kitabında belirttiği gibi “bu ilginç ve tuhaf entelektüel soy zinciri” Bediüzzaman’ın istibdad karşısında geçirdiği düşüncelerinin kaynağını oluşturmadığı gibi, Sultan Abdülhamid’e muhalefetinin ip uçlarını da vermez. Kaldı ki Divan-ı Harf-i Örfi’de geçen bu bahis 31 mart döneminde Divan-ı Harbi Örfi’de Bediüzzaman’ın “İttihad-ı Muhammedi” adlı cemiyete üye olması dolayısıyla yapılan suçlamaya yönelik bir savunmadır ki, söz konusu bölümde istibdat ibaresi dahi geçmemektedir. Şu halde -Namık Kemal ile anayasa ve hürriyet konusu hariç- Bediüzzaman’ın adı geçen kişilerle ilişkisi sadece İttihad-ı İslam merkezinde olduğu açıktır.
BEDİÜZZAMAN’A UYGULANAN “ORANTISIZ GÜÇ”
Bediüzzaman Medresetü’z Zehra projesini, dünyevi bir saadetimizin bir cihetle fünün-u cedîde-i medeniye ile olacağını, o fünûnun da bir mecrasının ulema, bir menbaının da medreseler olması gerektiğini; böylece din ulemasının, fünun ile ünsiyet peyda etmesi gerektiğini düşündüğü için Dersaadet’e önerir. Yukarıda da altını çizdiğimiz gibi teklif kabul görmediği gibi, akıbeti de akıl hastanesi ve son olarak da hapishane olur. Armağan’ın da belirttiğinin aksine eğitimle ilgili bir rapor sunan birisinin sırf bu yüzden göz altına alınmasını anlamak zor değildir. Bediüzzaman’ın teklifi sunarken nasıl bir üslup kullandığını bilmiyoruz. Ama Armağan’a göre Bediüzzaman “dobra dobra” konuşmuştur. Gözaltına alınmasının nedeni de budur.
Bediüzzaman izzetli ölümü, zilletli yaşamaya tercih eden biridir. Hak bildiği yolda korku elinden hiçbir zaman tutmaz. Dersaadet’te istibdad zilletini kabul etmeyip, izzetli bir duruş sergilediği kesindir. Armağan’ın belirttiği “dobra dobra konuşma” bu türden bir izzetli duruş olmalıdır. Hemen çoğu kimsenin susturulduğu, bir çok aydının sürgüne gönderildiği bir dönemde Bediüzzaman’ın gözaltına alınmasını izzetli duruşla açıklamak bile gereksizdir. Zira öyle bir sistem vardır ki, akıbet ya susup köşeye çekilme yada sürgün veya hapistir. Abdülhamid döneminde Bediüzzaman başka hiçbir alim, aydın veya entelektüel hapis veya sürgün yememiş olsaydı Armağan’ın tespitinde haklılık payı olabilirdi. Oysa daha sonra bir özür mahiyetinde Bediüzzaman’a maaş teklifi de gösterir ki, Abdülhamid rejimi hemen bir çok aydına olduğu gibi Bediüzzaman’a da “orantısız güç” kullanmıştır. İşin üzücü tarafı Armağan’a göre Abdülhamid idaresinin bu konuda yaptığı her şey şartlar gereği normaldir, anormal olan ise Bediüzzaman’ın “dobra dobra” konuşmasıdır.
(Devam edecek)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.