Abdulkadir ÇELEBİOĞLU
Bediüzzaman'ın Kaybolan ve Günümüze Ulaşmayan Eserleri Var Mıdır?-4
5- RUSYA ESARETİNDE TUTULAN NOTLAR
Üstâd Bediüzzaman, 1. Cihan Harbi'nde Ruslar ike cihâd edip Rusya'ya esir düşmüştür. Kosturma'da esir kampında kalmıştır. O kaldığı süre içerisinde yaşadıkları ise Üstâd Bediüzzaman'ın hayatında en az bilgi sahibi olunan dönem denebilir. O döneme bizzat şâhit olanlardan birinin şu ifadeleri dikkat çekicidir:
«Üstâd'ın Sibirya'da geceleri uyuduğunu bilmiyorum. Hep okuyordu. Bir şeyler not ediyordu. Ve [Üstâd Bediüzzaman] bize: "Gelecek zamanda buralar da Müslüman olur; ama şimdi anlamıyorlar." diyordu.» (Nakleden: Mustafa Yalçın, Son Şahitler - 1, s. 85)
Üstâd Bediüzzaman'ın Sibirya'da esir iken "Bir şeyler not ediyordu." diye ifade edilen notları da elimize ulaşamamıştır. O notların, Üstâd Bediüzzaman'ın esaret dönemine ışık tutacak mühim hatıralar ve yazıları olduğu muhakkaktır. Zaten çok zor bir şekilde yazı yazabilen ve "Kader bana Türkçeyi az vermiş. Hattı hiç vermemiş." (Âsâr-ı Bedîiyye, s. 452) diyen Üstâd Bediüzzaman'ın, esaret sürecinde mühim şeyleri not alacağı kat'îdir. Bir gün bir yerden o notların ortaya çıkma ihtimali vardır.
6- ÜSTÂD BEDİÜZZAMAN'IN İHVAN-I MÜSLİMÎN'E MEKTUBU
Üstâd Bediüzzaman'ın İhvan-ı Müslimîn'e gönderdiği Arapça bir mektup hakkında şu ifadeler vardır:
«1951’de Büyük Doğu’nun neşriyat müdürlüğünden ayrıldıktan sonra, ikinci kere Emirdağ’a gittim ve Üstâd’ı tekrar ziyaret ettim; “Üstâdım ne yapacağım ben?” dedim. Dedi: “Bir mektup hazırlamışım, bunu Mısır’a İhvan-ı Müslimîn’e götüreceksin.” “Peki, başüstüne” dedim ama Arapça bilmiyorum, para yok... Hatta bir arkadaş dedi ki: “Arapça bilmiyorsun, nasıl kabul ettin?” “Gideceğim! Üstâd emretsin de, Allah’ın gönderdiği vazifeli bir şahsa yok diyemem” dedim. Neticeyi düşünmüyorum. Bir taraftan da mahkemeler var...
Üstâd, İhvan-ı Müslimîn’e verilmek üzere hazırladığı mektubu yanımda bir zarfa koydu ve kapattı. Mektup iki büyük kareli yapraktı. Zarfın üstünde isim ve adres yoktu. İhvan-ı Müslîm’in kurucusu Hasan El Benna daha önce bir suikastla (1949) öldürülmüştü. Ben mektubun içini görmedim ama ya nasihat veya taziye mesajıydı diye düşünüyorum. İkisinden birisi...» (Nakleden: Ahmed Ramazan Canbek/Tuncer, Ağabeyler Anlatıyor - 7, s. 93)
«İşte o vesile ile İstanbul’da tanıştığımız Said Ramazan Kahire’de beni yolda gördü. İhvan’ın yeni merkezi için bazı arkadaşlarıyla tefrişat alışverişine çıkmışlarmış meğer. Onları bıraktı, beraber yeni merkeze gittik. Orada Üstad’ın mektubunu verdim kendisine. Mektubu benim yanımda açmadı. Oturduk sohbet ettik. Sene 1951.» (Nakleden: Ahmed Ramazan Canbek/Tuncer, Ağabeyler Anlatıyor - 7, s. 94)
Bu bilgilere göre net olarak bilinenler; mektubun "iki büyük kareli yaprak"tan oluştuğu, Arapça yazıldığı, "İhvan-ı Müslimin’e verilmek üzere" hazırlandığı, içeriğinin de "ya nasihat veya taziye mesajı" mâhiyetinde olabileceği, "Ahmed Ramazan Canbek/Tuncer" Ağabey tarafından Hasan El-Bennâ'nın damadı "Said Ramazan"a verildiği.
Diğer başlıklar altında geçenlere nazaran bulunması daha kolaydır, an şartla ki İhvan-ı Müslimîn'in arşivinde o mektup kaybolup zâyi olmaya. Arşivlemişlerse, Üstâd Bediüzzaman'ın 2 sayfalık İhvân-ı Müslimîn'e yazdığı Arapça mektup onların elinde vardır. Bu hususta onlara ulaşabileceklere buradan da açık bir davet yapmak isteriz. Bu mektubun "İttihâd-ı İslâm'ın Anadolu'da Nurcular -ki eski İttihad-ı Muhammedî'nin halefleri hükmünde- ve Arabistan'da İhvan-ı Müslimîn ile beraber hakikî kardeş olan Hizbü'l-Kur'ânî ve İttihâd-ı İslâm cemiyet-i kudsiyesi dairesinde çok saflardan iki mütevafık ve müterafık saf teşkil" (Emirdağ Lâhikası 2, s. 34) eden azîm cemaatleri arasında ehemmiyeti hâiz ve kıymetli olduğunu ifade etmek isteriz.
Üstâd Bediüzzaman o mektubunda İhvan-ı Müslimîn'e ne dedi? Sadece taziye olsa idi "iki büyük kareli yaprak"tan oluşur muydu? İçinde ne gibi tavsiyeler vardır ve Nur Talebeleri ile İhvan-ı Müslimîn arasında köprü olacak mahiytte neler vardı? Bunların cevabı ancak Arapça olan o mektubun İhvan-ı Müslimîn'in arşivinden bulunup ortaya çıkarılması ve güzel bir sûrette Türkçe'ye tercüme edilmesiyle mümkündür. Temennimiz odur ki, imkânı olanların bu hususta gayret göstermesidir.
7- TEVHİDE DÂİR RİSALE
Baskın yapılarak alınan bir risaleden bahis vardır ki, diğer maddelerden ayrı şekilde ele alınması gerekir. Nitekim bu vâkıanın yaşanması Üstâd Bediüzzaman'ın Nurlar'ı te'lif dönemine rastladığı için ve muhtevası sebebiyle daha da ehemmiyet arz etmektedir. Şöyle ki:
«“Vali Avni Doğan, Bu hadiseden önce de Üstâd'la çok uğraşırdı. Sık sık evine baskınlar düzenlerdi. Bir defasında yine tevhide dâir bir risaleyi alıp gitti. Onun bir sûretini bir daha alamadık.” Merhum Çaycı Emin Ağabey'in hatıratında geçen baskın hadiseleri, son Denizli hadisesi münasebetiyle yapılan umûmî aramalar ve baskınlardan çok öncedir.» (Mufassal Tarihçe-i Hayat, c. 2, s. 1150)
"Bir defasında yine tevhide dâir bir risaleyi alıp gitti. Onun bir sûretini bir daha alamadık." ifadesinin zâhirine göre, o eser iman hakikatlerindendir ki "tevhide dâir" yazıldığı ifade edilmiştir. Devamındaki cümleye göre de tek nüsha o idi ki, "Onun bir sûretini bir daha alamadık." denilmekle buna işaret edilmiştir. Buradan anlaşıldığı üzere 14 ciltten müteşekkil 130 eserlik Risale-i Nur Külliyatı içinde şu anda bulunmayan tevhide dâir bir eser, Vali Avni Doğan tarafından bir baskın esnasında alınıp götürülmüş olması ihtimal dahilindedir.
Abdülkadir Badıllı Ağabey bu yere şöyle dipnot düşmüştür: "Avni Doğan'ın alıp götürdüğü tevhide dâir Risale meselesini Mehmed Feyzi Efendi de anlatmaktadır. Fakat bu Risale hangi risaledir? Üstâd bu mühim hâdiseden hiç bahsetmemiştir. Sûreti hiç kalmayan bir risale midir? Yoksa müsveddeleri Üstâd'da mevcut Risale-i Nur'dan bir risale midir; bilinmemektedir."
Burada 2 ihtimalden bahsedilmektedir. Bu ihtimaller içinden "Sûreti hiç kalmayan bir risale" olma ihtimali de vardır. Zamanı gelince o tevhide dâir risalenin de zâhir olması muhtemeldir. Diğer ihtimal ise o eserin "tevhide dâir" olan "İkinci Şua" eseri olabileceğidir. İkinci Şua eserinin başında Üstâd Bediüzzaman şöyle demektedir: "On altı sene evvel, Eskişehir Hapishanesi'nde, arkadaşlarımın tahliyeleriyle yalnız kaldığım bir vakitte şu Şua, gayet acele, pek noksan kalemimle, sıkıntılı, rahatsızlık bir zamanda te'lif edildiğinden bir derece intizamsız olmakla beraber, bugünlerde tashih ederken iman ve tevhid noktasında pek çok kıymetyar ve kuvvetli ve ehemmiyetli gördüm." (Şualar, s. 5)
Kastamonu Lâhikası'nın 50/1 147/530 436/1 numaralı gayr-ı münteşirlerinden bir mektupta Üstâd Bediüzzaman şöyle demektedir;
"Aziz, vefadar ve sıddık kardeşim Sabri!
Benim yanımda zayi’ olmak ihtimali bulunan kendi müşevveş yazımla yazılan müsveddeleri size göndermek için bir vasıta bulamadığımdan ve iki sene evvel Risale-i Nur’a ait işarat-ı Kur’aniyenin bir kısım müsveddesini Hüsrev’e gönderdiğim halde vusulünden hiçbir haber alamadığımdan ve ehl-i dünya bana çok dikkat ve tecessüs ettiklerinden çok mahzun idim. Daha muhabere edemedim. Ne olursa olsun diye şimdi niyet ettim ki, bir vasıta ile sana o kıymetli emanetleri muhafaza etmek ve benim için tebyiz etmek için cevabın gelirse göndereceğim. Bir keseye bazı âdi şeyler içinde emanet suretinde bir hediye ve başka bir adam tarafından gönderilmesini siz nasıl münasib görürseniz öyle yapalım, sen bilirsin. Oralardaki kardeşlerime ne kadar alâkadarım. Eğer isimlerini yazabilse idim kimleri yazacağımızı da bilirsin, seni tevkil ediyorum. Yalnız müsveddeleri güzelce tebyiz et ve benim hattımı tam okuyabilen ve hatırımdan çıkmayan ve hayat ve sıhhatlerinden haberim olmayan Şamlı Hâfız Tevfik, Hüsrev, Hâfız Ali gibi kardeşlerim mahremce o müsveddeleri tebyiz etsinler. Bilemedikleri bir yeri beraberce baksınlar."
Burada geçen "Benim yanımda zayi’ olmak ihtimali bulunan kendi müşevveş yazımla yazılan müsveddeler"den kasıt, kendi dest-i hattı ile Hz. Üstâd'ın yazdığı İkinci Şua eseridir.
Bu "İkinci Şua" eserini 1936 yılında Eskişehir Hapishanesi'nde iken Üstâd Bediüzzaman kendi dest-i hattı ile yazmıştır. Vali Avni Doğan da 1936-1940 yılları arasında Kastamonu'da valilik yapmıştır. Bu şekilde bakıldığında tarihler uyuşmaktadır. Çaycı Emin Ağabey'in naklinde geçen "Onun bir sûretini bir daha alamadık." ifadesi, Üstâd Bediüzzaman hayatta iken Üstâd Bediüzzaman'ın dest-i hattı ile yazılan o "İkinci Şua" eserini tekrar alamadıklarına işaret edebilir.
"Bediüzzaman Said Nursî ve İlmî Şahsiyeti" kitabının 3. Cildi'nin 492, 493 ve 494. sayfalarında "Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi"nden alınan "İkinci Şua"nın Üstâd Bediüzzaman'ın dest-i hattı ile olan kısımlarından 4 sayfa gösterilmiştir. Yani o eserin tamamı "Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi"ndedir.
Buradaki ikinci ihtimal olan "müsveddeleri Üstâd'da mevcut Risale-i Nur'dan bir risale" olur ise, o da "İkinci Şua" eseri olabilir.
Bu gibi meseleleri dile getirdiğimiz zaman "mevcut risaleler dururken te'lif edilmemiş meçhullerin peşine düşmeyi gereksiz görüyoruz." diyenler elbette olacaktır. Zaten biz herkesi meraka sevk etmiyoruz. Bu meselelerde merakı olanlar varsa onların akıllarına kapı açıyoruz. Elimizdeki tahkîk ettirdiğimiz sahîh anektodları usûlüne gore ele alıp sunmaya gayret ediyoruz.
Bu kaybolan risalelerin nasıl bulunabileceğine dâir de daha önceden bunun bir benzeri durumun olduğunu ifade etmek isteriz. O duruma kıyas edersek mesele daha iyi anlaşılacaktır.
Abdülkadir Badıllı Ağabey'in tercüme ettiği Mesnevi-i Nuriye eserinde şu ifadeler geçmektedir:
«Kur'ân Yıldızlarının Envarından Bir NUR Ve Ehl-i Tuğyan İle Ehl-i İman Arasını Ölçen Bir MİZAN
Bu parça, elle yazılmış Arabî bir fasikül olup, Hazret-i Üstâd'ın (ra) bizzat mübarek elleriyle tashih edilmiştir. Mesnevî-i Arabî'nin bazı parçalarıyla birleştirilerek, Barla'da Arapça aynı ünvan altında Arabî bir küçük kitab halinde Hazret-i Üstâd tarafından hazırlanmış; ancak çok zaman sonra elimize geçen bu kitab, çok azîm ehemmiyeti haiz olduğu halde, bilahare Mesnevî-i Arabî'nin tasnif, tercüme ve teksiri anında Hazret-i Müellif'in eline -tahmin ve zannımızca- geçmemiş bir eser olsa gerektir. Biz Arapça'dan Türkçe'ye tercüme ederken, Mesnevî'de mevcud parçalarını tekrar etmeden, yalnız Mesnevî'de bulunmayan parçaları tercüme ederek, Mesnevî'nin Şu'le Risalesi'nin âhirine ilhak etmeyi uygun bulduk. (Mütercim)» (Mesnevî-i Nuriye, Tercüme: Abdülkadir Badıllı, s. 613)
Görüldüğü üzere Arabî Mesnevî'nin parçalarından olan "Kur'ân Yıldızlarının Envarından Bir NUR Ve Ehl-i Tuğyan İle Ehl-i İman Arasını Ölçen Bir MİZAN" isimli eser vardır. "Bu parça, elle yazılmış Arabî bir fasikül olup, Hazret-i Üstâd'ın (ra) bizzat mübarek elleriyle tashih edilmiştir." ama "Mesnevî-i Arabî'nin tasnif, tercüme ve teksiri anında Hazret-i Müellif'in eline -tahmin ve zannımızca- geçmemiş bir eser olsa gerektir." Bu sebeple de Mesnevi-i Nuriye eseri Türkçe'ye tercüme ettirilirken ele geçmediği için Abdülmecid Ünlukul Ağabey tarafından Türkçe'ye tercüme edilmemiştir. Yıllar sonra Necmeddin Şahiner Ağabey bu Arabî fasikül hâlinde bulunan risaleyi bulmuştur. Ve daha sonra da Abdülkadir Badıllı Ağabey "yalnız Mesnevî'de bulunmayan parçaları tercüme ederek, Mesnevî'nin Şu'le Risalesi'nin âhirine ilhak et"miştir.
Nasıl ki kısa ismi ile "NUR ve MİZAN" eseri sonradan ortaya çıkmış, ardından da istifadeye sunulmuş ise; aynen öyle de zâyi olmamış ve nüshaları da mevcûdsa Münâzarât ile İșârâtü'l-İ'câz'ın Kürtçe asılları, Rusya esaretinde tutulan notlar, İhvan-ı Müslimîn'e gönderilen mektup ve tevhide dâir bir risale de yeri bulunup ve zamanı geldiğinde ortaya çıkabilir. Bu hususta itiraz etmek yerine, "Bu da bir görüştür." demek lâzım gelir. Tamamına me'haz vererek ele aldığımız maddelerde şahsî kanaatlerimizi de izhâr ettik. Üstâd Bediüzzaman'ın ifadesiyle; "Ben kendi kanaatimi yazdım, kanaate itiraz edilmez." (Şualar, s. 706)
Netice-i kelâm: Şu anda hâlâ ulaşılamayan Üstâd Bediüzzaman'a ait risaleler, notlar, mektuplar vardır. Bunlara ek olarak Üstâd Bediüzzaman'a ait ses kayıtları, mahkemelerdeki müdafaaları esnasında çekilmiş video kayıtları, devlet arşivlerinde gizlenen ve şu ana kadar neşredilmeyen belgeler ve mektupların olması kaviyyen muhtemeldir. Sadece Türkiye arşivlerinde değil yabancı devletlerin de arşivlerinde Üstâd Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında raporlar olacağından da şüphe yoktur. Bu kaybolan risalelerin, notların, mektupların bulunmasını ve istifadeye sunulmasını Cenâb-ı Hak'tan niyaz eder; bu çalışmamızın da merakâver kimseleri harekete geçirmeye vesile kılmasını Rabbimden temenni ederim.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.