Abdurrahman ESEN

Abdurrahman ESEN

Kanayan Bir Yaramız veya Bir Esrarın Miftahı: Filistin

Çocukluğumdan beri duyduğumuz bir sıkıntı unsuru olan Mescid-i Aksa ve bulunduğu mekân itibarı ile Filistin.

Esaret altına alınmış olan Harim-i İslam’ın uğradığı zulmü dünya seyrediyor. Seyircilerden herkesin kendine yonttuğu bir hesabı var. Allah'ın da bir hesabı var.

Rahmetli Zahid Kotku Hocanın ağzından dinlemiştim; Hocasından nakille; bir Mescid-i Aksa ziyaretinde beraberinde bulunan adını unuttuğum ma'ruf bir zatın kulağına eğilerek "Allah Mescid-i Aksa’yı elimizden alacak" dediğini hayretle anlatır.

O zat sebebini sorunca "Baksana bir saf bile dolmamış, bura bize kalmaz" der. Zaman Osmanlı'nın son zamanlarına müsadiftir.

Cennetmekân Sultan Abdulhamid Hanın Necef’te kurduğu stratejik bir üs olan Bir-i Seb'a bölgesine 1900’lü yılların başında saldıran İngilizler; Yıldırım Orduları tarafından büyük bir yenilgiye uğratılır.

Daha sonra yapılan saldırıda su kaynaklarının bulunduğu bölge; korumakla görevli olan İsmet Paşanın yetersizliğinden kaybedilince Filistin toprakları İngilizlere açılmış olur. Bu hadiseden dolayı Osmanlıların Klaus Paşa dedikleri Alman generali İsmet Paşayı divan-ı harbe vermiştir.

Çok sancılı dönemler yaşadık. Hanedanın Ortadoğunun petrol bölgelerinde bulunan şahsî mülklerini tevarüsle almamaları için bizden olmayan, bizimle hayırlı hiç bir ilişkisi olmayan ecnebi hukukçulara rüşvet verdik. Nasıl bir zihniyetti anlamak zor.

Şimdi ise içimiz kan ağlıyor...

Dünyanın insan gılafındaki şeytanlarının basit bir projesi var. Diyar-ı İslam ile ülkemiz arasına bir tampon yerleştirmek. Bunu yapabilmeleri için onlarca her şey mübah, her şey, hepsi caiz.

Fakat kaderde çizilen proje nasıldır acaba?

Fahr-i Kâinat Efendimiz (asm) ahir zamanla ilgili hadis-i şeriflerinde "Bir taşın, bir ağacın arkasına gizlenen şerur bir yahudiyi taş, ağaç ihbar edecektir" buyuruyor.

Bu neyin ifadesidir? Şüphesizki bu durup dururken olmaz. Ortaya büyük bir cürmün çıkması lazım.

İsrail bugün ihtiraslarının sarhoşluğu ile ayet-i celilenin; ' فتمنواالموت ' ile işaret buyurduğu vaz geçemeyecekleri dünya hırsıyla bu cürmü irtikap ile meşguldür.

Ve bu bugün değilse bile yarın 'Gayretullaha' dokunacak noktaya kadar gelecektir.

1948 yılında kurdurulan İsrail devleti ikinci elçiliğini Ankara’da açar ve atanan büyükelçi ise ilk ziyaretini Diyanet Reisliğine yapar. Diyanet Reisi Ahmet Hamdi Akseki Hoca rahmetli bunu öğrenince şaşırır; acaba neden?

Mesele ziyarette ortaya çıkar. İstanbul’u işgalinde İngiliz papazın işlettiği film tekrar sahnelenecektir! Elçi istihza ile "Peygamberiniz bizim için "Bir taşın, bir ağacın arkasına gizlenen şerur bir yahudiyi taş, ağaç ihbar edecektir" diyor. Fakat görüyorsunuz 2500 sene sonra devlet olduk" deyince rahmetli Akseki Hoca "Evet Peygamberimiz böyle buyurmuş; ancak zaman zaman düşünürdüm bu nasıl olur diye. Neyseki siz dünyanın dört bir yanına dağıtmışlar olarak bir yere toplanmaya başladınız" deyince büyükelçi nefessiz kaçmak ihtiyacı duyar.

İngiliz papazın cevap olarak Bediüzzaman’dan aldığı bir tükürüğe mukabil İsrail büyükelçisi de Akseki Hocadan dehşetli bir şamar yemiştir.

Evet; elhak kaderin de bir planı var ve şüphesiz ki bu plan onun dışındaki bütün planlardan üstündür.

Yalnız Allah’ın planı hep imtihan eksenlidir. Bazen, bazılarımız hadiseleri tahlilde yetersiz kalırız. Zira din bir imtihandır ve Cennet ucuz değil!

Bedir gazvesinde Allah’ın; mü'minleri meleklerle takviye ettiği ayetle sabittir.

Ancak savaşan sahabinin; "Allah’a kasem ederim ki biz hangi müşrike kılıcımızla hamle etti isek kellesinin savrulduğunu görüyordum" buyurduğunu hadis kitapları nakleder.

Yani Allahu Zülcelal üçe bir kuvvetle çarpışan zaif, nahif o bir avuç âlişanı dahi kendilerinin yapabileceği her şeyi yaptıktan sonra meleklerini devreye sokmuştur.

1974 Kıbrıs çıkartmasında paraşütle atlayan bir asker; "Ben üniversite tahsili yapmış bir insanım, öyle her şeye inanmam, anlatacaklarıma siz de inanmayacaksınız ama yaşadıklarımı söylüyorum; atlarken etrafımızda gördüklerimiz; bizi Rumların ateşinden koruyanlar; "Korkmayın, biz 1571 şehidleriyiz" dediklerini Rauf Denktaş'a anlatır. Bunu Denktaş’ın ağzından dinleyenleriniz vardır herhalde. Beşparmak dağlarına Rumların gözleri önünde paraşutçu birliğinin zayiatsız nasıl inebildiğini gördükleri halde bazıları anlamasalar da meselenin bizi ilgilendiren tarafı o mücahit askerlerimizin mutlak bir ölüm riskini göze aldıktan sonra Hıfzı İlahinin göze de tecelli ettiğidir. Zira o gün o hafiziyetin tecellisi olmasa idi bugün Hala Sultan yadigârı bir Kıbrısımız olmayacaktı.

Bize ne düşüyor. Bizler Bizans fethinde Ayasofya’ya sığınarak yarılacak duvardan çıkacak Hz. İsa’nın kendilerini kurtaracağını uman saflardan mı olacağız.

Yoksa Hz. Musa’ya "Rabbin sana yardım etsin, git sen savaş" diyen; tenperverliğine, ihanetine, korkaklığına, cemaatten infiradî düşüncelerle ayrılan, gayretsizliklerine kılıf uyduranlardan mı olacağız.

Bediüzzaman Hazretlerinin Kur'an-ı Mu'cizü'l Beyanın cezalet ve belağatını izah ederken önemli bir tespiti; "Ulûm ve fünûnun en parlağı olan belağat ve cezâlet, bütün envâiyle âhirzamanda en merğub bir suret alacaktır. Hatta insanlar, kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icra ettirmek için, en keskin silahını; cezâlet-i beyandan ve en mukavemet-suz kuvvetini, belâğat-ı edâdan alacaktır." buyuruyor.

Müslümanlar olarak hatalarımızdan birisi bu İsrail mezalimini dile getirirken; bizim de "Arz-ı Mav'ud" tabirini kullanmamızdır.

Ehli dünya; özellikle ecnebiler dünyevî lüzumlu-lüzumsuz her türlü iş, icat, icraat ve fiillerinde yaptıklarını, yapmak istediklerini kendilerince yakıştırdıkları bir adlandırma, taktıkları bir isim ile bize aktarır bize kabullendirir, bize söyletirken düpedüz işgal ettikleri Filistin topraklarını ise bir siyonist yahudi kurnazlığı ile 'Arz-ı Mev'ud' ifadesi ile bizimle dillendiriyorlar; semavi bir taahhütmüş gibi! Allah'u Azimuşşan ekser peygamberan-ı izamın gönderildiği toprakları sanki peygamber katillerine va'd etmiş gibi.

Kur'an-ı Azimuşşanın ihbarı ile cürümlerinden dolayı 2500 yıl zillet ve meskenete mahkûm edilmiş peygamber katillerinin işgal ve cürümlerini "Arz-ı mev'ud" tabiri ile müslümanlar olarak bizlerin dillendirmesi; cinayetlerine çanak tutmak, en azından ehvenleştirmek, işgalciliklerini, zorbalıklarını, talancılıklarını ma'zur görmek, diplomasi diliyle bir cihette meşrulaştırmaktır. Halbuki Âdem aleyhisselamın gönderilmesi ile Dünya bir mescid kılınmış; "Fes'av ila zikrillah" ve "Fenteşiru fil ard" hitapları da küre-i arz sathında muvahhid, mü'minleredir. Ve dahi Cennet; Resulullahın diliyle bize bildirilen mü'minlere bir va'd-i sübhanidir. Şüphesiz ki bu (va'di ilahi) tahakkuk edecektir.

Bir diğer yanlışımız işlenilen şenaetleri, cinayetleri, katliamları 'soykırım' kılıfı ile dillendirmemizdir. Soykırım kelimesi ırkî bir çağrışım yaptığı ve genel olarak insanlarda azından-çoğundan ırkına karşı bir temayül bulunduğundan başkasının acılarına gereği kadar duyarlı olmayabilir. Zira bu meyanda bu çeşit problemlere bigane kalmak veya ilgisiz durmak için herkesin kendine göre uyduracak bir sebebi veya bir mazereti vardır.

Halbuki işlenen vahşet, cinayet soykırım değil de bir katliam ise; iş, tepki değişir.

Onun için problemlerimizi, dertlerimizi yabancımız olan insanların bize öğrettiği veya düpedüz dayattığı kelimelerle değil bize ait olan ve bizim için 'ıstılah' olan kelimelerle konuşmalı, dillendirmeli, anlatmalıyız.

Bir misalle arz edeyim: Hepimizin dilinde olan ve olur olmaz da kullandığımız 'hijyen' kelimesi mefküremizin, an'anemizin, itikadımızın vücuda getirdiği temiz, pak, nezaket, nezahet, taharet gibi kelimelerin hangisine karşılıktır? Eğer bunlardan birini karşılıyorsa diğer kelimeleri nereye koymalıyız? Veya taharetten habersiz insanların kullandığı “hijyen”i maddi-ma'nevî köklü bir kemalatın sahibi müslümanlar olarak biz nası, ne diye kullanalım!

Öyle ise katliam vahşetini, işlenen cinayetleri bizler niye 'soykırım' olarak dillendirelim.

Ayet-i celile mealen "Haksız yere bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir" buyururken soykırım teranesi ile ve canilerin olmayan şefkatlerini tahrik etmek için 'şu kadar çocuk, bu kadar kadın öldürüldü' mugalatalarına girelim.

Ayrıca İslam dünyasının dışındaki vicdan ve merhamet sahibi insanlar; şahit oldukları mezalim ve vahşeti imkanları ölçüsünde; ancak yürüyüş, miting ve yazılarla protesto edebiliyorlar, hakim güçlerin, polislerinin müdahalelerine rağmen, onlardan itilip kakılmalarına, icabında darbelere maruz kalıp eziyet görmelerine rağmen! İçlerinden; (gadre uğramış mazlum insanlar) olmalarının ötesinde hiç bir bağları olmayan o insanlara destek olmak için Filistin’e kadar gidenler var.

Taklide alışmış daha doğrusu alıştırılmışlar olarak biz de yollarda yürüyerek veya meydanlarda zaman zaman toplanıp bağırarak mı bu cinayetlere engel olacağız, yoksa bize düşen başka sorumluluklarımız mı var? Düzenlenen mitinglerde hamasî hitaplardan ziyade ufuk açıcı, tehlikeyi kavratan, sorumluluk hissettirici bilgilendirmeler yapılmalıdır. Bu ülkenin insanları olarak Filistin barikatının arkasındaki asıl hedefin; gerek İslam Aleminin gerekse mazlum milletlerin umudu olan devletimizin olduğunun farkında olmalıyız. Devletimizin mekanizmasını işletenlerin samimane, fedakârane ve büyük gayretlerle çalıştıklarına dünya şahittir ve de bu birçok muzır güçlerin kin ve iğbirarını çekmektedir. Bunun için düşündükleri ve uygulamaya soktukları envai türlü şeytanlıklarla ülkemiz yanlış adımlar atmaya zorlanıyor.

Bu gün bize düşen "Düşmanın mukabil silahı ile silahlanınız" Emri İlahisine uyma gayreti ile çırpınan ve bu alanda epey de yol alan devletimizin geldiği noktayı görmek ve bilmek, takdir etmek çok önemlidir. Ayrıca tehevvüre kapılmadan, heyecana yenilmeden sağduyu ile; tehlikenin varlığını fark etmeyenlere anlatarak fark ettirmek, Halık-ı Kâinatın hikmetli tasarrufatına ram olmak, müspet hareket ve işlerin birer parçası olarak fiilen yükün ağırlığını taşıyan devlet ricaline, emniyet müntesiplerine dua ile niyaz ile yardımcı olmak yükümlülüğümüzdür. Bu anlatılanlar bazılarınca garipsenebilir. Ancak Allah'u Azimuşşanın her tasarrufunun hikmetle olduğu; bizim de imtihan eksenli yaşatıldığımız unutulmamalıdır.

Evet bu gün "Arz-ı Mev'ud" üzerinde fırtınalar kopuyor. Muhbir-i Sadık (A.S.M) Efendimizin ihbar buyurduğu bu fırtınalar dindiğinde Dünyanın çehresi çok değişmiş olacak. Ömrü olanlar bunu görecek, buna şahit olacak!

Başta siyonistleri; zalim facirleri ve işbirlikçilerini dehşetli bir akibet bekliyor.

Korkakların, riyakârların, menfaatperestlerin, müdahinlerin o gün de kendilerine göre mazeretleri olacaktır.

Rabbimden temennimiz bu hizmette bizim de payemizin olmasıdır. Bazılarınca öncesinde imkansız gibi görülen sonrasında ise küçümsenmeye çalışılan; Ayasofya'nın esaretten kurtulduğu gibi Mescid-i Aksa'nın da tasalluttan kurtuluşunu bizim gözlere de göstersin.

Her zamanın bir hükmü vardır. Yaşadığımız bu zamanda da Bediüzzaman Hazretlerinin hiç şüphesiz ki Kur'an ve Hadis-i Şeriflerde istihrac ettiği düsturlar müvacehesinde hareket etmek istikamet ve muvaffakiyete hız kazandırır.

Cenab-ı Hak bu düsturlara riayetle hizmette payemizi artırsın.

Cenab-ı Hak Bilad-ı İslamda hususan Filistin’de işlenen şenaetin, vahşetin izalesi hizmetine bizim de elimizi değdirsin.

Cenab-ı Hak bizi; "Hakkı; hak olarak görüp ona taraf olan, ona yönelen, ona sahip çıkan, ona tebaiyetle rızıklanan ve batılı da batıl olarak görüp ondan kaçınan" kullarından eylesin.

Cenab-ı Hak bizi kizbde kemale ermiş; fasık, facir, hain, muhteris güruha destek olmak, alet olmaktan muhafaza eylesin.

Cenab-ı Hak sakalının arkasına ihtiraslarını gizlemeye çalışan art niyetli insanların emellerine bizleri alet eylemesin.

Cenab-ı Hak kişiliğini yitirmiş, hilkat garibesine dönüşmüş veya basit menfaat ve hevesatla her türlü mukaddesata sırt çeviren insî şeytanların şerrinden Alem-i İslamı muhafaza eylesin.

Cenab-ı Hak bu meyanda cansiperane çalışan, gayret eden, emek sarf eden, feda-i can eden yiğitlere müzahir olsun, muvaffak etsin, gidenlerine rahmet etsin.

Cenab-ı Hak ehli imana, Alem-İslama feraset, gayret, ittika, istikamet, vahdet ve his-si uhuvvet versin.

Âmîn; Bi hürmeti Seyyidil Mürselîn.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum