Habip ARTAN
Düşünce İklimi-16
Aşırı stres ve vesvese
Çağımızın en yaygın psikolojik hastalıklarında birisi de stres ve vesvesedir. Birçok hastalıkların altında stres yatmakla birlikte vesvese de bu hastalıkların daha da ilerlemesine sebep olabilmektedir. Stresin en büyük nedenlerinde birisi de hızlı yaşama biçimidir. Zamanla yarışmak, acele etmek, on günlük işi bir güne sığdırmaya çalışmak strese davetiye çıkarır. En iyisi vasat çalışmaktır. İnsanoğlu gücünün yetebileceği kadar çaba sarf etmelidir. Aynı zamanda kendimizden daha aşağıda olana bakarak elimizdekine şükür etmek stresi uzaklaştırır. Yerli yersiz kaygılanmadan yükü gemiye bırakmak gerekir. Yeryüzü ve gökyüzünün ve dahası kâinatın yükünü taşıyan Allah elbette bizim gibi aciz kullarının yüküne de yardımcı olur.
Allah rızasını esas almalıyız
Bizim için bir kulun razı olup olmaması önemli değildir, “bu amelimde öncelikle Allah ne diyor” o önemlidir. Bizim davranışlarımızdan meydana gelecek sonucu herhangi bir kişinin beğenmesi veya beğenmemesi önemli değildir. Bununla birlikte toplum içinde yaşamamız itibariyle gelenek ve göreneklerimiz, inanç ve ahlaki değerlerimiz insanın davranışlarına sınır koyar. Bu kırmızı çizgi dinimizin bize öğretmiş olduğu emir ve yasaklar çerçevesinde değerlendirilmelidir. Her ikisini üst üste koyduğumuzda eğer bir sapma yoksa doğru yoldayız demektir.
Vaadedenler, vazedenler
İstisnalar kaideleri bozmaz derler, genel olarak siyasiler ve idareciler iktidara gelmeden evvel bir takım vaatlerde bulunurlar. Muhalefette iken sanki halkın içinden birisi imiş gibi konuşurlar, iş iktidar olmaya ve icraata gelince yan çizmeye başlarlar. Giydikleri elbise kendilerine ya sıkı gelir veya bol olur. En iyisi, büyük lokma yemek, büyük konuşmaktan iyidir. Altından kalkamayacağın sözü vermeyeceksin. Siyaset meydanının buna daha çok ihtiyacı var. Milletimiz özü sözü bir olanları gönüllerinde yaşatmasını bilir. Tarih buna çoğu zaman şahit olmuştur. Lafla peynir gemisi yürümeyeceği gibi iştir kişinin ölçüsü lafına bakılmaz.
Denetim ve sorgulama mekanizması
Geçenlerde bir ilçe belediye başkanımızı sebze ve meyve pazarında denetleme yaparken gördüm. Birkaç metre beride duran satıcıda bir ürün 90 lira iken aynı kalitede aynı ürün bir başka kişinin tablasında tam iki katına olduğunu görünce başkan, “faturanızı görelim” dedi. Tabi satıcı kem küm edince başkan, “derhal tablanı topla ve bu pazardan ayrıl” diyerek tepkisini gösterdi. Bu arada faturasız mal satmaktan belediye zabıtası ayrıca bu şahsa cezada kesmiş oldu. Denetim böyle olur, yerinde oturmakla iş hallolmaz. Alacaksın amirini, memurunu sahayı gezeceksin Hz. Ömer gibi adaletin şaşmaz terazisi olacaksın.
Ürünler tarlada bir lira, markette on lira
Bir arkadaşımız geçen yıl yazın kendi limon bahçesine bizi götürdü, dönüşte arabamızın arkasını tam beş kişi belki 100 kg. limon ile doldurduk. Kış boyunca bol bol limon tükettik. Üretici arkadaş “bu limonu maalesef 50 kuruşa ancak satabiliyoruz, bu da hasat masrafını bile karşılamıyor. Sizin gibi konu komşu ve arkadaşlara ikram ediyoruz, fakir fukaraya dağıtıyoruz” dedi. Tarlada limonun o şartlarda en az beş lira etmesi gerekirken elli kuruş olması, bunun yanında markette 15 lira olması bizi epeyce şaşırtmıştı. Sonunda çiftçi arkadaş o sene limon ağaçlarını kökünden çekti ve kurtuldu. Kendisi kurtuldu ama 2024 yılında limon fiyatları markette 30-35 Lirayı geçince tüketicinin bu sefer cebi yandı. Kısaca bir türlü denge kurulamıyor. Aynı şekilde geçen sene kırmızıbiber hal pazarında yirmi liraya zor alınırken bu yıl piyasası yirmi liradan açıldı, sonlara doğru on liraya kadar düştü. Bu da üretim organizasyonunda tutarsızlık ve denetimin olmadığının göstergesidir. Ürün az olduğu zaman, ihracat fazla olunca, fiyat tabiatıyla yüksek oluyor, bunu gören üretici bu sefer bir sonraki yıla daha fazla üreterek hırsla adım atıyor ve ters köşe oluyor. Bu nedenle tarımsal üretim planlaması Tarım Bakanlığı tarafından izlenmeli ve denetlenmelidir, üretim miktarı ve deseni programlanmalıdır. Bu durumda ne üretici ve nede tüketici mağdur olmaz.
Pazarcı ve ormancı
Günümüzde popüler mesleklerden birisi doktor veya profesör olmak. Doktorluk ve akademisyenlik gerçi zor kazanılan bir iş olsa da en azından masa başında beyin gücü ile çalışıyor ve hayatınızı idame ettiriyorsunuz. Bir akademisyen kolay yetişmiyor en az 12 yıl ilk ve orta öğretim, 10 yıl yükseköğrenim görmek zorundasınız. Toplamda 22 yıl emek veren birisi artı beş yıl daha doçentlik yaptıktan sonra ancak profesör olabiliyor. Bir profesörün aldığı maaşı söylemeye gerek yok sanırım. Hatırı sayılır bir pazarcı bu ekonomik kriz ortamında bir profesörden daha fazla kazanıyor diyebilirim. Bir pazarcı ile görüştüm, “çocuklarımı yanımda tutuyorum, hep birlikte çalıyoruz. Hiç birini üniversiteye göndermedim, zaten okuyanlar boş boş geziyorlar, bari bunlar boş gezmesin diyerek çalışıyoruz” dedi. Pazarcı kardeşimiz çalışmakta haklı, geçerli akçenin ne olduğunu görmüş ve kararını vermiş. Tebrik ederim onu. Geçenlerde bir memur arkadaş “keşke orman işçisi olsaydım” diyerek ah vah etti. Memur emekli olunca tazminatı ve emekli maaşı bir orman işçisinin tazminatı ve emekli maaşından en az iki kat daha düşükmüş. Dengeyi sağlamak ve sağlama almak önemli.
Bu duygu ve düşüncelerle siz değerli okuyucularımızı en derin duygularımla selamlar, dualarınızı beklerim.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.