Mustafa ÖZCAN
Adem-i merkeziyet etrafındaki tartışma
Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde Milliyet Fikri ve Kürt Meselesi eksenli Münazarat Sempozyumu icra edildi. Ben de katılımcılar arasındaydım. Medresetüzzehra modeli üzerine bir sunum yaptım. Konuşmacılar İttihat ve Terakki ile Prens Sabahaddin arasında adem-i merkeziyet çekişmesini değerlendirdiler. Bu tartışmanın günümüze bakan ve ışık tutan yönleri var. İttihatçılar birlik ve bütünlüğü korumak için merkeziyetçi anlayışı tesis ettiler. İttihatçıların sloganları önce kimse tarafından pek anlaşılamadı. Mesela onların hürriyetçi sloganları ne anlama geliyordu? Padişahın merkeziyetçi veya otoriter anlayışından kurtulmak mı yoksa dini değerlerin 'cenderesinden veya baskısından' mı kurtulmak? İttihatçılar nokta-i nazarından veya zaviyesinden her ikisi de mümkündür. Dönemlerinin ulusalcıları olan İttihatçılar devletin bekası için pratikte merkeziyetçi anlayışa sarılmışlardır. Buna mukabil Prens Sabahaddin tam da Osmanlı’nın bekasını temin için adem-i merkeziyetçi yaklaşımı benimsemiş ve savunmuştur. Aynı gaye yani Osmanlı’nın parçalanmasını engellemek maksadıyla Prens Sabahaddin de adem-i merkeziyetçi tezini ortaya koymuştur. Tevsi-i salahiyet yani yerel bölgelere merkezden yetki aktarımını savunmuştur. İttihatçılar kendileri fiiliyatta memleketi bölerken Prens Sabahaddin’i bölücülükle itham etmiş ve yaftalamışlardır. Kimse ayranım ekşi demez zaten.
Bediüzzaman ise üçüncü bir yolu temsil eder ve Prens Sabahaddin’in tezlerini yersiz ve zamansız bulur. Daha doğrusu ‘şimdi vakti değil’ der. Öyleyse vakti ne zamandır ve gelmiş midir? Sempozyumda bu da tartışıldı. İster meseleye Türk meselesi ister Kürt meselesi nazarıyla bakalım mesele PKK’nın tekelinde olduğu müddetçe ne siyasi ne de idari idari adem-i merkeziyetçiliğin vakti gelmemiştir. Zira bununla bölücülüğün zeminini genişletecek ve bunu kendi gündemlerine alet edeceklerdir. Çünkü PKK istibdat-ı mutlakı temsil etmektedir. Bediüzzaman İkinci Abdulhamit Han’ın istibdadından şikayet eder lakin İttihat Terakki dönemi ve sonrasını yaşadıktan sonra ‘asıl istibdat atide imiş’ diye iki tarz-ı istibdadın arasında mukayese yapar.
*
İttihat ve Terakki ve akabinde gelen yapıların istibdadı örgütlü ve sistematik istibdattır. Bundan dolayı buna totalitarizm diyoruz. Kürtler açısından hafif istibdat, ağalık sistemiydi. Onu ve bölgedeki diğer Kürt örgütlerini Türk devletinin yardımlarıyla yıkan ve yerine geçen PKK ise Kürt İttihatçılarını ve onun ötesinde Kürt Kemalistlerini temsil etmektedir. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın kayd-ı ihtirazisi aşılmamış veya zamanın kaydı hala açılmamıştır. Ağalık istibdadından kurtulan Kürtler başka bir istibdadın veya mutlak istibdadın cenderesine ve pençesine düşmüşlerdir. Ağalık istibdadından kurtulan Kürtler isteyerek veya istemeyerek kendilerini PKK istibdadının kanatları altına buluyorlar. Şuubi damarla bazıları da buna can atıyor. Ağalık İkinci Abdulhamit Han’ın saltanat ve otoritesine benzetilirse Bediüzzaman’ın asıl istibdat atide imiş sözü bir taraftan Kürtlerin kaçınmaya çalıştıkları devlet zorbalığını akla getirirken ikinci şıkta da PKK totalitarizmine bakmaktadır. Bundan dolayı da idari adem-i merkeziyete daha vakit var. Bunun vakti PKK asabiyetinin aşılmasıyladır. Yrd. Doç. Dr. Mahmut Bozan adem-i merkeziyetinin idari olması gerektiğini savunmuştur. Risale-i Nur’un anlayışıyla siyasi adem-i merkeziyetin bağdaşmadığını söylemektedir. Bunun ayrılıkçılığa kapı aralayacağını ifade etmiştir. Kürtlerin ve Türklerin ruhu İslamiyettir ve siyaset de İslami eksenli olmak zorundadır. Zira şuubi eksenli siyaset cahiliyet siyasetidir ve Müslümanlar arasında yabancılaşmaya yol açması kaçınılmazdır. Gerçekten de siyasi adem-i merkeziyet anlayışına taraftar gözüken Nubihar çevresinden Muhyeddin Kaya, Mahmut Bozan ile girdiği polemikte tartışma sınırlarını aşmış ve bu fikirlerinden dolayı Bozan’ı kınamıştır. Bu üslup kardeşliğe yabancılaşmış bir üslubudur. Bununla birlikte ortada yaralı bir bilinç de var. Bu nedenle bu tür istenmeyen durumlar da ortaya çıkabilmektedir.
*
Adem-i merkeziyet meselesiyle birlikte bir de dil meselesi gündeme geldi. Dil meselesinde de Üstadın talebelerinden Abdulkadir Badıllı ile Servet Armağan hocamız karşı karşıya geldiler ve ters düştüler. Mesele ‘Kürtçe öğretilsin mi yoksa eğitim dili mi olsun?’ çatallaşmasında düğümleniyordu. Abdulkadir Badıllı eğitim dili olması gerektiğiniz savunurken öte yandan Servet Armağan çeşitli kıyaslamalarla sadece öğretilmesi gerektiğini söyledi. Bazıları da bu meselenin teknik bir mesele olduğunu ve eğitim dili noktasında kasıtlı bir zorlanmanın bulunduğunu ifade ettiler. Dünyada yüzlerce dil olduğunu ve bu dillerin bir kısmının eğitim dili olmadığını ifade ediyorlar. Hatta Pakistan’da Urduca ve Cezayir’de Arapça resmi dil olmasına rağmen aktif olarak kullanılamamakta ve birinde İngilizce diğerinde de Fransızca daha egemen ve etkili olmaktadır. Elbette Bulgarca, İbranice yeniden geliştirilmiştir. Bu anlamda Kürtçe de zamanla tekamül edebilir. Burada sedd-i zerai babından bölücülüğe varacak diye dil konularında kısıtlama getirmek yerine ortak ruha daha ağırlık vermek ve onu canlandırmak gerekir. Nefse baskı yapmak yerine ruhu yüceltmek daha uygun olur. Yani Kadiri riyazatı, perhizi yerine Nakşibendi anlayışını (siyaseti) uygulamak. Ortak ruh ve kimya fiziki duvarları ve engelleri aşacaktır. Fiziki farklılıklar, geçişken ortak ruhun devranına engel olamayacaktır. Bu ruhun üzerine yoğunlaşmak ve canlı tutmaya çalışmak gerekir. Yasaklamak elbette çözüm değil. Lakin fiziki veya fıtri veya kültürel haklara kavuşmak sanıldığı gibi dünyanın sonu olmadığı gibi, insanın başının bulutlara değmesi de değildir. Fakat empati ile kabul edelim ki, Kürtler bu hususta muazzam bir psikolojik baskı altında bulunuyorlar. Behemehal çarpıklık tamir edilmelidir. Bu çarpıklık sadece mefulü değil faili de yaralamaktadır. Bediüzzaman’ın dediği gibi, tarihi parantez kapatılmalı ve her şey normaline avdet etmelidir. Bu, ayrışarak değil bütünleşerek ve yasaklayarak değil ihkak-ı hak ederek mümkündür. Ama yine unutmadan PKK ve türevleri çözümün değil sorunun adresi ve bir parçasıdır.
Bitirmeden önce; Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in bu husustaki onca yapıcı söylem ve eylemine rağmen BDP Milletvekili Altan Tan, Hocaya sataşmış ve neredeyse kendisine, bölgedeki kürsüleri yasaklamakla tehdit etmiştir. Üslubu beyan ayniyle insandır. Görmez ortak değerlerden ve üst değerlerden bahsetmiştir. Bundan ancak şuubi mantık rahatsızlık duyabilir. Eski bir İslamcının hırsı maalesef inandığı değerleri gölgelemiştir. Bundan dolayı sürekli yatıştırıcı değil kızıştırıcı bir üslup kullanıyor. Görmez’in üslubu acaba birilerinin siyasi ticaretine kesat mı getiriyor? Ancak siyasi anlamda hayat alanları kuruyanlar veya daralanlar böyle feryat edebilirler!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.