Habibi Nacar YILMAZ
Ahiretin giriş kapısı kabir
Bazı tartışma ve itirazları çok anlamlı bulmam. "Kabir hayatı var mıdır?"tartışması da bunlardan biridir. Adam kocaman profesör, kabir hayatının güya olmadığını ispat etmeye çalışan bir kitap bile yazdı. Canlı tartışmalarda da epeyce gürültü çıkarıyor. Kitabını kısmen okudum. Okuduğum kısımlar, ikna edici değil.
Aynı hocanın kader konusundaki sohbetini de dinledim. Bayağı iç geçirdim. Epeyce âyet okudu, izahlar getirdi. Fakat işin nirengi noktasına bir türlü gelemedi. Âyetlerin izahında yavan ve eksik kaldı. Bu cahil hâlimle bile ifade edebildiğimiz "Bu fiilleri, Cenab-ı Allah ezeli ilmiyle bilip ve kaderimize yazdığı için yapıyor değiliz. Bizim bu fiilleri yapacağımızı bildiği için, kaderimize yazmış. Bizim yaptıklarımızın O'nun ilminden gizli kalması mümkün mü? Ve öyleyse yapan biziz, ezelden beri bilen O'dur. Hâliyle mesul de bilen değil, yapandır" hakikatini dile getiremedi. Hatta bunu yorum kısmına da yazdım. Döndü, dolaştı ama anlattıkları bir sadre çare olamadı.
Kabir hayatının olmadığı konusunda ise, iknadan uzak yorumlar yapılıyor maalesef. Fakat âcizane ben bunlara takılmıyorum. Maksadı sorguluyorum. "Kabir hayatının varlığı ya da yokluğu" bizi ne kadar ilgilendiriyor? Bu tartışma, hangi derdimize çare olur? Diyelim ki kabir hayatı yok. Ne olacak yani. Bir rahatlık mı olacak, bilmediğimiz ne gibi önemli bir eksiklik giderilmiş olacak? Bunun olmayışı, bizim ahiret hayatımızı nasıl etkileyecek? Veya kabir hayatının varlığına iman, insanı neden geri bırakır, nasıl bir dengesizliğe sebep olur? Mesela var olsa, neyimiz eksik olur?
Ahiret hayatının ölümle başladığı, ahiretin dünyanın bir devamı ve dünya hayatı üzerine kurulduğu olduğu, kıyamet kopmadığına göre de ölümle kıyamet arasında bir mesafe olduğu açık. Mü'minun Suresinin pişman olup dünyaya dönmek isteyenlerin, dünyaya dönüşüne engel "iki sura" üfleme arasındaki süre olarak, berzah(kabir hayatı) bulunduğunu anlatan 100. Âyetinin tefsirini okudum. Tefsirlerin tamamına yakınında, ölümle başlayıp dirilme vaktine kadar olan bu âleme, süreye, berzah deniliyor. Ayrıca daha net ve açık olarak, Bakara Suresinin "Şehitlere ölü demeyiniz, onlar diridirler. Siz bilemezsiniz." mealindeki 154. âyetine dahi bakmak yeterli. Şüheda hayatı denilen bu hayat mertebesine yükselenler için Üstad: "Hayat-ı dünyeviyelerini hak yolda fedâ ettikleri için, Cenab-ı Hak Kemâl-i Kereminden onlara, dünya hayatına benzer; fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı alem-i berzahta (kabirde) onlara ihsan eder." buyuruyor. Bu hayatın biraz ruhla ilgili olduğu, asıl hayat olan ikinci dirilmeden sonra ise, ruhun ceset ile birlikte kedersiz bir hayata geçeceği anlaşılıyor. "Cennet bahçesi ya da cehennem çukuru" benzetmesi de aslında kabir hayatının, ölümle başlayan uhrevî hayatın önemli bir boyutu olduğunu gösteriyor.
Âcizâne, "kabir hayatı var ya da yok" tartışmasını, "Açıkeniz dergisinin" Mayıs sayısında Mehmet Görmez Hoca ile yapılan ve "Yeni bir kelâm ilmine ihtiyacımız var" başlığıyla verilen bir yazıda bahsettiği tartışmaya benzetiyorum. Mehmet Hoca, "İslam Düşünce Enstitüsünün" hem kurucularından hem de şu anda başkanı. Enstitü, İslam âlemine de açılmış ve ilk şubesini Bangladeş'te kurmuş. Mehmet Görmez Hocamız da açılan bu merkezde geçenlerde ders vermeye gitmiş. Ulema arasındaki tartışmaya temas eden suale verdiği cevabın ilgili kısmında şöyle diyor: "Bir defa tartışılan konulardan usul ile fürû yer değiştirmiş vaziyette. Yani öncelikler tamamen kaybolmuş. Ben haftada bir gün, burada ders veriyorum. İki hafta önce ders verirken, buradaki kardeşime dedim ki şu anda orada tartışılan ne var? Dedi ki hocam iki tane cinayet var. Birisi, tahiyyatta şehadet parmağını kaldırmak ile ilgili. Birisi de namazda imam "veleddallin" dedikten sonra, sesli mi âmin diyeceğiz sessiz mi? Bu sebepten. Bunlar, cinayet sebebi olmuş. İşte bu cehaletin izahı yoktur."
"Kabir hayatı var mı, yok mu tartışması" netice itibariyle, ahirette alacağımız keyfiyetimizi değiştirmeyeceğine göre, tartışılması da bana göre çok da lüzumlu değil. Bu tartışma, şehadet parmağını kaldırmak ya da âmin kelimesinin ifade şeklinin tartışması kadar abes gibi bir şey. Zamanımızda imanın temellerine hücüm ediliyor. Kur'an hakikatleri hem tartışılıyor hem de kati farzlar, terke uğruyor. Böyle bir zamanda bu tür tartışma ve münakaşaların hem yapılmaması hem de ön plana alınmaması elzem.
Kabir hayatı varmış gibi hazırlanmanın ne gibi bir mahzuru olabilir? Rabbimiz, rahmet ve adaleti ile birtakım isyan ve zulümlerimizi İlk durak olan kabirde temizleyip piru pak olarak ebedî saadete alamaz mı? Bu hangi mantık ve hakikate uymaz? Bunu tartışmak sonuçta da "tekçi, mutlakçı, hakikat bende, benim avucumda" tavrında olmak, bir fikre değil, sadece kendine davet ve tebliğinizi tenzil yerine koymak, bâki bir hakikati, fâniye bağlamak olur. Esas olan da tevil değil, tenzil; şahıs değil hakikattir.
Risale-i Nurlarda kabir hayatına epeyce yerde hem mevzu hem de dua olarak rastlarız. 13. Söz'de kabrin iman ehli; imanlı fakat günahlara dalan; bir de inkâr ehli için olmak üzere üç keyfiyeti anlatılır. İman ehli için, "Bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısı"olduğu muhakkak. Çünkü rahmete doğru gidiyoruz. Rahmetin de ehl-i imana sürpriz hediyeleri, kabir ile başlıyor. Diğer ikisi için ise, her şey, itikat ettiği ve inandığı gibi olacak. 21. Söz'de namaz bahsinde namaz için geçen "Elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya" nitelemesi var. Demek namaz, kabirdeki nurumuz ve azığımız konumunda.
Nasıl, çoğu meşakketlerin sonu, sevinçle bitiyor. Ya da sevinçler, meşakkatlerden sonra geliyor. Cennete davet de zâhiren sıkıcı, boğucu ve ağlatıcı olan kabir çukuru ile başlıyor; ağlayarak değil, gülerek karşılayalım. Kabir kapısı kapanmadığı gibi, ölüm de ölmüyor. Ama ister istemez bir durağımız olan kabrin ve ölümün mâhiyetini değiştirmek, idamhaneyi piyango dairesine çevirmek bize bağlı. Elimizde hakikatler hazinesi olan Kur'an ise, bunun yolunu bize gösteriyor.
Evet dostlar, kabre gitmemek, elimizde değil; ama kabrimizi bâki ve nurânî bir ziyafetgâh ve bağistana açılan bir kapıya çevirmek elimizde. Biz de zaten elimizde olmayandan değil, olandan mesulüz. Dünyamızı Kur'an'la cennete çevirebildiğimiz gibi, yine Kur'an'la, kabirle başlayacak ebed yolculuğumuzu da cennete çevirebiliriz.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.