Cemaat Şuuru ve Şahs-ı Manevi

“Allah’ın rahmeti ve bereketi cemaat üzerinedir” beşaretinden hissedar olmak üzere gönüllü olarak bir araya gelen, gönlüne göre hareketi reddeden, meşveret-i meşrua ile ortak akla eren, aralarında emniyeti tesis ile teavün düsturunu temin eden, hizmet-i imaniyede vazife taksimi ile ihtisasa önem veren, mesai tanzimi ile üç iğneyi üç yüz iğneye çıkarma hedefi gözeten fertlerin bir araya gelmelerine ‘cemaat’ denilmektedir.

İman şeceresinin dalları hükmünde olan İslami cemaatlerin asli vazifeleri; hayra davet edip şerre dikkatleri çekmek, akla kapı açıp insanların iradelerine ilişmemek, hakka hizmeti tapulu mülkü olarak görmemek, Kur’an hakikatlerini ene saikiyle sahiplenmemek, bina edilecek hayırları engellememektir.

İnkârın tüm şubeleri ve güçleri ile imani değerlere saldırdığı bir asırda; müminler için sağlam bir sığınak, aidiyetini fark etmiş kişiler için sarsılmaz bir dayanak hükmünde olan İslami cemaatler; hak ve adalet şuuru gelişmiş, feraset kabiliyeti derinleşmiş, birlikte çalışmaya muntazır, efkârda hürriyete kelamda serbestiyete erişmiş, rey-i vahidi ve keyfiliği reddetmiş, kendi aralarında uhuvvet-i hakikiyeyi tesis etmiş müesseseler olarak tarif edilmektedir.

Ahlaki değerlerin sukuta uğradığı, şerrin aleni olarak etrafa yayıldığı, imani esasların yara aldığı bu helaket asrında, müslümanları ‘cemaatleşmeye’ teşvik etmek, –Hz. Nuh’un (a.s) asrındaki gibi isyanın tuğyana, tuğyanın manevi bir tufana sebebiyet vereceği endişesinden hareketle–, insanları emniyetli bir sefineye davet etmek manasına gelmektedir.

Bilgi alışverişinde bulunmak, ilim hazinesinden nasibini artırmak, hafızasında bulunan sınırlı malumattan külli ve sınırsız mana tabakalarına ulaşmak isteyen bir bilgisayarın Network’a, yani bir internet ağına bağlanması ne anlam ifade ediyorsa, şahıslar için de Kur’an etrafında halka olmaları, hissi ve fikri aidiyetler kurmaları ciddi bir zaruret olarak değerlendirilmektedir.

Kur’ani hakikatlere dayanan, Sünnet-i Seniyyeyi esas alan İslami cemaatler toprağın derinliklerine kök salmış sağlam ağaçlar gibidir. Manevi yüklerin altında ezilenler, günah seline kapılmaktan kurtulmak isteyenler bu ağaçların gövdelerine sarılmaları, günah sağanağına karşı şahs-ı manevilere sığınmaları lüzumlu bir ihtiyaç olarak görülmektedir.

Nurlu külliyatta; “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.” (K.Lahikası, 6) denilmekte, cemaate yani şahs-ı maneviye dikkatler çekilmektedir.

Kur’an’a hizmeti gaye edinen, Sünnet-i Seniyyeyi esas-ı hakikat addeden cemaatler ile alakalanmak, nefsani bağımlılıklardan kurtulmak üzere bir ‘ağa bağlı’ olarak yaşamak, yani sabit bir merkez ile kalbi aidiyet kurmak, şahsî kuvvetinin üzerinde manevi bir güce dayanmak, her müslüman için ciddi bir ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.

İslami cemaatleri güruh olmaktan ayıran esas; hak ve adalet şuurunun inşa edilmesini, ittihad ve vahdet unsurunun vücuda getirilmesini temin ile meşru meşveretin varlığını iktiza etmektedir. Hak ve adalet şuuru inkişaf ettirilmemiş, ittihad ve vahdet unsuru tesis edilememiş, külli aklın önemi görülememiş zümreler, cemaat isminden ziyade ‘güruh’ ismiyle tesmiyesi daha münasip düşmektedir.

Kur’an’a ve imana hizmet hükmünde bir kısım faaliyetler yürüten ve Risale-i Nur cemaatini temsil eden ‘şahs-ı manevi’ iki açıdan tahlil edilmektedir:

Birincisi; halka nazar eden, kemiyete medar ve umum beşerin hidayetine vesile olması beklenen insanları temsil eden bir şahs-ı manevidir. İkincisi, Hakkın rızasına ve şuunatına bakan, ve makbuliyete ve temsiliyete medar meleküt âlemine müteveccih bir manayı anlatan has şakirdlerin şahs-ı manevisidir.

Nurlu eserlerde bu mana için; “Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi Ferîd makamına mazhar oldukları…” (K. Lahikası, 196) bildirilmekte, şahs-ı manevi iki noktadan tahlil edilmekte, yani nurlu dairede birbiri içinde iki farklı şahs-ı maneviden bahsedilmektedir. Biri tüm talebelerden meydana gelen bir şahs-ı manevi, diğeri onları temsil eden ve “Ferd” ismine mazhar bir şahs-ı manevinin varlığı görülmektedir.

Birinci şahs-ı manevi, “İsm-i Zahir’e” bakan ve umum insaniyetin hidayetine çalışan bir hizmeti deruhte etmektedir. İkinci şahs-ı manevi ise, fena fi’l ihvan düsturuna dayanan, sırr-ı ihlası esas alan ve kâmil bir veli manasında “İsm-i Batın’a” ve “İsm-i Ferd’e” mazhar mesturin âli bir hey’eti bildirmektedir. Tabirde ve teşbihte hata olmasın, “rical’ul gayb” manasında nurlu dairenin melekût cephesinde ‘Kayyumiyeti’ temsil eden bir zümre-yi kâmileyi ifade etmektedir.

Birinci şahs-ı manevi, nurlu cemaatin ortak aklı olan meşveret-i meşrua ile vücuda gelmekte; ikinci şahs-ı manevi cemaatin kalbini, bir cihette ruh-u manevisini temsil ettiği değerlendirilmektedir. Evet birinci şahs-ı manevi, insaniyetin hidayetine çalışan bir hizmeti deruhte etmekte, yani hayat-ı içtimaiyenin ıslahına, hayat-ı kalbiyenin ihyasına kuvvet vermektedir.

Kabuliyete ve makbuliyete medar ve hizmetin melekût cephesini, yani şahs-ı manevinin mümessilleri hükmünde “Abdurrahman Abi” modeli ile bizlere takdim edilen, ve sayıları 30-130 ve 1130 olarak bildirilen ikinci şahs-ı manevi, nurlu hizmetin “erkânları, sahipleri, hasları ve naşirleri” olan bir kısım eşhas ile temsil edildiği düşünülmektedir. (Kastamonu L., 5-248)

Elhasıl; meşveret-i meşruayı işlettiren, selamet-i kalp ve istikamet-i akıl ile “vahid-i sahih” manasını, yani akıl kalp bütünlüğünü deruhte eden cemaatler ittihad-ı İslamiyeyi ve vahdet-i gayeyi temine hizmet etmektedir. Hakiki ittihadı ve vahdet-i içtimaiyeyi tahakkuk ettiremeyen, sürekli niza ve ihtilaf ile birbirleri reddeden zümreler büyüdükçe küçülmekte, nazar-ı ammede kıymetlerini yitirmekte, inkâr ve ahlaksızlık yangınını söndürme yerine yeni yangınlara sebebiyet vermektedir.

Şahsiyet şuuru gelişen, hakka hizmette ‘biz’ şuurunu merkeze yerleştiren, meşru meşveretin vücut bulması ile ortak akla erişen, meşveret kararlarını gönülden benimseyen, alınan kararları içlerine sindiren zümreler, ‘cemaat’ olarak isimlendirilmeyi hakketmektedir.

Fikren tecdidi ve tekmili reddedenler, kendilerini ilim ve marifetle yenilemeyenler, her yönüyle değişen bir dünyada esasata ilişmeyen fikirlerin istihsalini sadakatsizlik olarak niteleyenler, hürriyet-i fikre erişmiş insanları yetiştirme yerine onları kayıtsız şartsız itaat ile sürüleştirenler, rey-i vahid ile hareket eden zümreler ‘cemaat’ olarak isimlendirilmeyi haketmemektedir...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum