Ahmet AKCAN
Şerh ve İzah Zarureti-IV
Nurlu davada bir kısım ağabeylerin şahsi kanaatleri ile hususi tarzlarını umuma ait ‘farz’ bir mükellefiyet gibi görmek ve göstermek, usule dair fer’i bir mes’eleyi asli bir emir gibi telakki etmek, nazarları lübb’den libasa ve surete çevirmek, “Hidayet-i Amme ile İttihad-ı İslam’ı” tahakkuk gibi mühim vazifeleri olan bir cemaat için bir sıralama hatası olarak değerlendirilmektedir.
Zübeyr ağabeyimizin “Konferansta” şerh ve izah mevzuundaki beyanatını makam, maksad, muhatap, zaman ve iktiza-yı mekân gibi noktalardan ayrı ayrı değerlendirmek ve ona göre hüküm vermek yerine, mutlak bir kaide gibi telakki edip umuma teşmil etmek, manevi müktesebatı bilinen manalara hasretmek (sabitlemek), dolayısıyla istikbale ait fikri istihsalleri engellemek, insan fıtratına zıt tekellüflü bir müşkilat olarak nitelendirilmektedir.
Üniversite talebelerine Risale-i Nurları düz okumak yerine “Konferans” vermek, yani onlara doğrudan hitap ile bir nev’i sohbet etmek, mukteza-yı mekân ve iktiza-yı makam noktasında bir ‘izah’ teşebbüsü olarak tarifi mümkün görünmektedir.
Aynı gibi görünen her bir kanaati yahut mutlak zannedilen hükümleri makam ve maksad noktasından incelemek, zaman, mekân ve muhatap unsurları itibarıyla farklı yönleri olabileceğini görmek, belli şartlar dâhilinde red yahut kabul etmek, mutlak yahut mukayyet olduğunu söylemek, ilim ve hikmete mazhariyetin iktizaları olarak tarif edilmektedir.
Teşbihte hata olmasın bu mes’ele; fukahanın Kur’an ayetleri haber mi veriyor emir mi bildiriyor, hangi mükellefiyet seviyesine (farz, vacib, müstehab) işaret ediyor gibi farklılıkların içtihat ile izah edilmesine benzemektedir...
Demek zamana ve mekâna göre değişebilen hususi kanaatleri ve şahsi tavsiyeleri umuma ait mutlak kaideler gibi telakki etmek, zihinleri teşviş ile beraber ilmi istibdadı tevlid ile nizaya ve tefrikaya sebebiyet vermektedir.
Zaman, mekân, iktiza-yı makam ve muhatapların ihtiyaçlarına göre ders ve sohbetlerin takdimine dair tarzın tespiti, mukteza-yı hale göre tebliğ vazifesinin yerine getirilmesi hikmete ve hakikate, lütf-ü irşada daha uygun olacağı düşünülmektedir.
Evet “risaleler şerh ve izah edilemez” diyerek mutlak bir hüküm vermek, bunu umuma teşmil etmek bir nev’i “istibdad-ı ilmiye” manasını tevlide sebebiyet vermekte, akılların inkişafını engellemekte, insanları taklitte kalmaya adeta teşvik etmektedir. Çünkü nurlu eserlerin dışında fikir beyan etmeyi bir cürm-ü azim gibi görmek ve göstermek, dolaylı olarak düşünmeyi engellemekte, yeni mana istihsallerine set çekmektedir.
“Söylenmesi gereken her şey söylenmiştir, şerh ve izahı gerektiren bir husus kalmamıştır” manasına gelen iddiaları dillendirmek; “düşünmeyin, üretmeyin, nurlu eserleri kıraat ile sadece nakledin” manasını zihinlere getirmektedir.
Şerh ve izah ile ilgili bir müzakere açıldığında Zübeyr ağabeyimizin Üstadımızdan rivayetle “Risale-i Nurun hocası Risale-i Nur’dur” ifadesi bir ders takdim tarzı olarak gündeme getirilmektedir. Nurlu eserlere vukufiyeti derin ehliyetli kişiler tarafından yapılması durumunda faydası görülen bir tarzı olması gerektiği gibi gerçekleştiren, yani tafsilata muhtaç olan yerleri külliyatta geçen diğer yerler ile takviye ile tavzih eden ağabey ve kardeşlerin kemiyeten yetersiz oldukları görülmektedir.
Bir kısmına yukarıda işaret olunan vaziyetler, şerh ve izah gerçeğinin mutlak manada reddinin yahut tek bir usul ile götürülmesinin mümkün olmadığını, mekâna ve iktiza-yı zamana ve muhatapların ihtiyaçlarına göre rivaî ve diraî olarak ifa edilmesinin irşadî bir lüzûmiyet hatta vicdanî bir zaruret olduğunu göstermektedir.
Ancak her mes’elede olduğu gibi bu şerh ve izah mevzuunda da “ilmi muhalefet” tahkike kuvvet vermekte, “hissi muhalefet” aczden, hasetten ve cehaletten haber vermektedir. Evet hissi muhalefete acziyet ile beraber cehalet, inat, kibir ve haset gibi nefsani saikler hükmetmektedir.
Kemiyeten büyümüş, vazife külliyetini ve manevi mükellefiyetlerini kısmen ihmal etmiş oldukları görünen bir cemaati yeniden şevkli ve şevketli bir vaziyete getirmek için fikri zenginliği tevlid edecek zihni bir teceddüde, aslı rencide etmeyecek usul talimlerine ihtiyacın olduğu görülmektedir.
Elhasıl; ihtilafa medar harekât tarzlarında ifrat ve tefritten âzade adilâne hüküm vermek, hadd-i vasatı tam teşhis etmek, delile ve hüccete, ilim ve hikmete istinat etmeyi gerektirmektedir. İlimden ve hüccetten nasipsiz, ispatsız ve isnadsız hissi iddialar, ilme ve mantığa ters bir kısım savunmalar fikri savrulmalar olarak tarif edilmektedir. Benimsediği bir usulü teke indirmek, onun haricindeki tüm usulleri reddetmek, kendi delillerini mutlaklaştırmak, karşı tarafın usul tekliflerini ve mukni delillerini yok saymak, manevi ihtiyaçların çeşitliliğini ve hayatın gerçeklerini göz yummak demektir.
“Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir” düsturuna ittibâen, nurlu davanın kemali ve devamı adına hakikat hesabına hatalı yahut noksan görülen bir kısım mes’eleleri izaha kalkıştık. Hata ettikse affola...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.