Akgündüz'den Ömer Öztürk'e: Said Nursi için bunu diyen cahil ve haindir!
Ahmet Akgündüz, kendisini 'MTTB eskimez başkanı ve Nakşibendi Şeyhi’ olarak tanıtan Ömer Öztürk’e tokat gibi cevap verdi
Risale Haber-Haber Merkezi
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, “Meşhur Nakşibendi Şeyhi Ömer Öztürk” olarak sosyal medyada videolar yayınlayan şahsa tokat gibi cevaplar verdi.
Kendisini “MTTB eskimez başkanı, Fatih Gençlik Vakfı başkanı, büyük Nakşıbendi Şeyhi ve Sami Ramazanoğlu'nun mutlak vekili muhterem Ömer Öztürk Hocaefendi” olarak tanıtan şahıs videolarında neredeyse herkesi kafir ilan ediyor.
SAİD NURSİ, MENZİL, MEHMET AKİF, CÜBBELİ AHMET, HAYRETTİN KARAMAN, MEHMET GÖRMEZ… HERKESE İFTİRA ATIYOR
“Said-i Nursi şirk ve küfür içindedir” iddiasını bütün cehaleti ile sergileyen Öztürk, Risale-i Nur’u bile okumadan başka müfterilerin videoları üzerinden yorum yapıyor. Said Nursi’nin “Elmadağ Lahikası” kitabına işaret eden Öztürk, Said Nursi’nin bu isimde bir eserinin olmadığını bile bilmiyor.
AK Parti'ye "İsrail ile birleşme" önerisinde bulunan Öztürk’ün videolarından başlıklar şöyle:
“Aleviler Müslüman Değildir”, “İstanbul'daki tarikatların icazeti yoktur. Hepsi güdümlüdür”, “Diyanet kökten kapatılmalı. Bu teşkilat adam olmaz. Hepsi para “, “Cübbeli'ye reddiye”, “Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez İngiliz Uşağıdır”, “Mehmet Akif Ersoy Kafir Olmuştur”, “Keşke Ak Parti İsrail İle Birleşip İran'ı Yok Etse!”, “Hayrettin Karaman Müslüman Kadınlara Cennette Zina İsnat”, “Ey menzilciler! Hocanızın gavs olduğunu kim söyledi? Geçin bunları.”
FETÖ SEBEBİYLE OLUŞAN PUSLU HAVAYI FIRSAT BİLEREK
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'ün cerdiği cevap şöyle:
Kardeşlerim! Son zamanlarda, tıpkı İsmet İnönü dönemindeki bazı cahiller gibi, zır cahiller türemeye ve FETÖ sebebiyle oluşan puslu havayı fırsat bilerek, Risale-i Nur'a ve Nur talebelerine iftiralar atmaya başlamışlardır. Maalesef, kendilerine kaynak olarak da, bazı modernist ilahiyatçılar ile sahte şeyhlerin yalanlarını göstermektedirler. Bunun asılsız bir iddia olduğunu bazı konuları izah ederek açıklayacağız:
I)RİSALE-İ NUR VE BEDİÜZZAMAN, KUR'AN'IN MÜCEVHRAT DÜKKANININ DELLALIDIR
Bediüzzaman bu manayı çok açık bir şekilde eserlerinin hepsinde açıklamaktadır. Nur Talebeleri, haşa Risale-i Nura nass yani Kur'an ve Hadis metni gibi bakıyor diyenlere tokat olarak bu cümleleri söyleseler yetecektir. Kur'an'ın mücevherat dükkanında dellal olan kimsenin sözlerini o mücevherler ile eş tutan ahmaklar, Nur talebesi olamazlar; belki bunlar Nurlardan nasibini almamış insanlardır. Anlayabilenlere bazı cümlelerini nakletmek istiyoruz:
"Âdi bir neferin müşir makamının evamirini tebliği gibi, ben de manevî bir müşiriyet makamının evamirini tebliğ ediyorum. Hem müflis bir adamın, gayet kıymetdar ve zengin elmas ve mücevherat dükkânının dellâlı olduğu gibi; ben dahi, mukaddes ve Kur'anî bir dükkânın dellâlıyım." (Mektubat, 354)
"Bu muhtelif turukların (tarikatların) başı ve bu cedvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi, Kur'an-ı Hakîm'dir. Hakikî tevhid-i kıble bunda olur. Öyle ise, en a'lâ mürşid de ve en mukaddes üstad da odur. Ona yapıştım. Nâkıs ve perişan istidadım elbette lâyıkıyla o Mürşid-i Hakikî'nin âb-ı hayat hükmündeki feyzini massedip alamıyor; fakat ehl-i kalb ve sahib-i halin derecatına göre o feyzi, o âb-ı hayatı yine onun feyziyle gösterebiliriz." (Mektubat, 356)
"Çünki ben Kur'an-ı Hakîm'in sırf bir hizmetkârıyım, o mukaddes dükkânın bir dellâlıyım. Şahsî dükkânımdaki perişan, ehemmiyetsiz şeyleri satışa çıkarmayacağım ve çıkarmak istemiyorum. Çünki Kur'an-ı Hakîm'in kudsî elmaslarının kıymetlerine şübhe îras etmemek için, perişan ve şahsî dükkânımda bulunan kırık cam parçalarını satsam; hakikî sarraf olmayan müşteriler, dellâllık vaktinde elimde gördükleri elmaslara da şişe nazarıyla bakabilirler, zihinlerine bir iltibas, bir şübhe gelir. Onun için şahsî dükkânımı kat'iyyen kapamışım. Bana o mukaddes dükkânın hizmetkârlığı yeter. Müflis bir hizmetkâr olsam, daha hoşuma gidiyor."
II)DOĞRUDAN VAHİY OLAN KUR'AN YAHUT VAHYE DAYANAN SÜNNET İLE HİÇ BİR KELAM MUKAYESE EDİLMEZ
Bediüzzaman bu konuyu da çok açık bir şekilde beyan eylemiştir. Ancak ilham ve sünuhat gibi, bütün ehl-i sünnet alimlerinin kabul ettiği hakikatleri inkar edenler, vahiy ile ilhamı birbirinden ayıramayacak kadar cahildirler. Anlamayanlara bir paragraf aktaralım:
"Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hem beşerdir, beşeriyet itibariyle beşer gibi muamele eder; hem Resuldür, risalet itibariyle Cenab-ı Hakk'ın tercümanıdır, elçisidir. Risaleti, vahye istinad eder. Vahiy iki kısımdır:
Biri: "Vahy-i sarihî"dir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur'an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi...
İkinci Kısım: "Vahy-i zımnî"dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde, Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilât ve tasviratı, ya vazife-i risalet noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder." (Mektubat, 93)
III)RİSALE-İ NUR, DOĞRUDAN KUR'AN VE SÜNNETE DAYANAN MA'NEVİ BİR TEFSİRDİR
Buna benzer tefsirler, İslam tarihinde gelmiş ve geçmiştir. İmam-ı Rabbani'nin Mektubat’ı, Mevlana Celaleddin Rumi'nin Mesnevi’si gibi. Nur talebeleri, Kur'an'ın ve Sünnet'in hakiki ve manevi bir tefsiri olduğuna inanmaktadırlar. İsmet İnönü dönemi cahil ilahiyatçıları da, Risale-i Nuru çürütmek için benzeri iddiaları ileri sürmüşlerse de, Bediüzzaman şu cevabı vermiştir:
"Risale-i Nur Kur'an’ın çok kuvvetli, hakikî bir tefsiridir" tekrar ile dediğimizden, bazı dikkatsizler tam manasını bilemediğinden bir hakikatı beyan etmeğe bir ihtar aldım. O hakikat şudur:
Tefsir iki kısımdır:
Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur'an'ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin manalarını beyan ve izah ve isbat ederler.
İkinci kısım tefsir ise: Kur'anın imanî olan hakikatlarını kuvvetli hüccetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir. Bu kısmın pekçok ehemmiyeti var. Zahir malûm tefsirler, bu kısmı bazan mücmel bir tarzda dercediyorlar. Fakat Risale-i Nur; doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannid feylesofları susturan bir manevî tefsirdir." (Şualar, 515-516)
IV) FETÖ'CÜ VE BAZI CAHİL İNSANLAR, NUR TALEBELERİNİN RİSALE-İ NUR'UN SADELEŞTİRİLEMEYECEĞİNE AİT GÖRÜŞLERİNİ, BÖYLE BİR İFTİRA İLE ÇÜRÜTMEK İSTEMEKTEDİRLER
Bediüzzaman, Risale-i Nur'un kaleme alırken, istihdam edildiğini, kendisinin de Kur'an tefsiri olan Risale-i Nur'un bir talebesi olduğunu açıkça beyan etmektedir. Elbetteki böyle bir istihdam altında kaleme alınan eserleri, onun ilmen ve manen seviyesine çıkamayan insanların tam sadeleştirmede muvaffak olamayacağı aşikardır. Şu cümleler, Nurların ilham ve sünuhat ile kaleme alındığının delilleridir:
"Bu zamanda gayet kuvvetli ve hakikatlı milyonlar fedakârları bulunan meşrebler, meslekler bu dehşetli dalalet hücumuna karşı zahiren mağlubiyete düştükleri halde; benim gibi yarım ümmi ve kimsesiz, mütemadiyen tarassud altında, karakol karşısında ve müdhiş, müteaddid cihetlerle aleyhimde propagandalar ve herkesi tenfir etmek vaziyetinde bulunan bir bîçare, o mesleklerden daha ileri, kuvvetli dayanan Risale-i Nur'a sahib değildir. O eser onun hüneri olamaz ve onunla iftihar edemez. Belki doğrudan doğruya Kur'an-ı Hakîm'in bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesidir ve rahmet-i İlahiye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşıyla beraber o hediye-i Kur'aniyeye el atmış. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil, Risale-i Nur'un öyle parçaları var ki; bazı altı saatte, bazı iki saatte, bazı bir saatte ve bazı da on dakikada yazılan risaleler var. Ben yemin ile temin ediyorum ki, Eski Said'in kuvve-i hâfızası beraber olmak şartıyla o on dakikalık işi on saatte fikrimle yapamıyorum. O bir saatlik risaleyi, iki günde istidadımla, zihnimle yapamıyorum ve o altı saatlik risale olan Otuzuncu Söz, ne ben, ne de en müdakkik dindar feylesoflar altı günde o tahkikatı yapamaz ve hâkeza...
Demek biz müflis olduğumuz halde, zengin bir mücevherat dükkânının dellâlı ve bir hizmetçisi olmuşuz." (Tarihçe-i Hayat, 306-307)
V) BEDİÜZZAMAN'IN SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ ADLI KİTABINDA YAPTIĞI, BAZI KUR'AN AYETLERİNE AİT İŞARİ TEFSİRLER, BAHANE EDİLMEKTEDİR
Şunu unutmayınız ki, işari tefsir, Kur'an'ın doğrudan manası değil, sadece işaretidir. Kur'an-ı Kerim'deki "Ey İman Edenler!" hitabının işaret yoluyla iman eden bu asırdaki Müslümanlara da işaret ettiği gibi. Aynı şekilde, Bediüzzaman, bazı Kur'an ayetlerinin cifir yahut işari mana ile bu asrımızdaki bazı olaylara ve Risale-i Nur'a işaret ettiğini zikretmesi bu kabildendir. Zaten o da bunu açıklamaktadır:
"Tevafukla işaretler eğer münasebet-i maneviyeye istinad etmezse, ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delalet hükmünde onu gösterir. İşte gelecek âyât-ı Kur'aniyenin Risale-i Nur'a işaretleri ve tevafukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 70)
Kaldı ki, Bediüzzaman bu işaretleri açıklarken de asla hiçbir eserin Kur'an ve sünnetle kıyaslanamayacağını her münasebetle açıklamaktadır:
"Tevafuka zarar vermeyen cüz'î ve sırlı beş farkla Risalet-ün Nur adedi olan dokuzyüz doksansekize (998) tevafukla manasının dahi muvafakatine binaen ona işaret eder." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 72)
MÜFTERİLER CESARETİ VE İDRAKİ VARSA BUNU OKUSUN
Bu sırlı farkları anlamayanlara Bediüzzaman ve Nur Talebeleri ne yapsın. "Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker."
Cesareti ve idraki olanlar, Nur talebeleri "Risale-i Nur'u nass gibi kabul ediyorlar diyeceklerine, aşağıdaki Kur'an ile alakalı yüksek hakikati okusunlar; Kur'an ve Sünnet nedir? Vahiy ve ilham ne demektir öğrensinler.
"Kur'an der ki: "Eğer yerdeki ağaçlar kalem olup, denizler mürekkeb olsa, Cenab-ı Hakk'ın kelimatını yazsalar, bitiremezler." Şimdi şu nihayetsiz kelimat içinde en büyük makam, Kur'ana verilmesinin sebebi şudur ki: Kur'an, ism-i a'zamdan ve her ismin a'zamlık mertebesinden gelmiş. Hem bütün âlemlerin Rabbi itibariyle Allah'ın kelâmıdır. Hem bütün mevcudatın ilahı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır. Hem Semavat ve Arz'ın Hâlıkı haysiyetiyle bir hitabdır. Hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir. Hem saltanat-ı âmme-i Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir. Hem rahmet-i vasia-i muhita noktasında, bir defter-i iltifatat-ı Rahmaniyedir. Hem uluhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır. Hem ism-i a'zamın muhitinden nüzul ile arş-ı a'zamın bütün muhatına bakan, teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. İşte bu sırdandır ki, "Kelâmullah" ünvanı kemal-i liyakatla Kur'ana verilmiş.
Amma sair kelimat-ı İlahiye ise: Bir kısmı, has bir itibar ile ve cüz'î bir ünvan ve hususî bir ismin cüz'î tecellisi ile ve has bir rububiyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususî bir rahmet ile zahir olan kelâmdır. Hususiyet ve külliyet cihetinde dereceleri muhteliftir. Ekser ilhamat bu kısımdandır. Fakat derecatı çok mütefavittir. Meselâ en cüz'îsi ve basiti, hayvanatın ilhamatıdır. Sonra, avam-ı nâsın ilhamatıdır. Sonra, avam-ı melaikenin ilhamatıdır. Sonra, evliya ilhamatıdır. Sonra, melaike-i izam ilhamatıdır. İşte şu sırdandır ki: Kalbin telefonuyla vasıtasız münacat eden bir veli der: حَدَّثَنىِ قَلْبىِ عَنْ رَبِّى Yani: "Kalbim benim Rabbimden haber veriyor." Demiyor: "Rabb-ül Âlemîn'den haber veriyor." Hem der: "Kalbim, Rabbimin âyinesidir, arşıdır." Demiyor: "Rabb-ül Âlemîn'in arşıdır." Çünki kabiliyeti miktarınca ve yetmiş bine yakın hicabların nisbet-i ref'i derecesinde mazhar-ı hitab olabilir. İşte bir padişahın saltanat-ı uzması haysiyetiyle çıkan fermanı, âdi bir adamla cüz'î bir mükâlemesinden ne kadar yüksek ve âlî ise; ve gökteki güneşin feyzinden istifade, âyinedeki aksinin cilvesinden istifadeden ne derece çok ve faik ise; Kur'an-ı Azîmüşşan dahi, o nisbette bütün kelâmların ve hep kitabların fevkindedir." (Sözler, 134)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.