Recai ALBAY
Akil Kişiler, Bediüzzaman ve Rus Mojikleri!
Ülkemizin son gelindiği noktada oluşan oluşum üzerine hayli fırtınalar kopuyor. Sanki her şeyi alabora eden bir fırtınaya tutulmuş bir görünüm sergilenmeye çalışılmaktadır. Bilhassa bazı kesimlerin müthiş tepki verdiğini, sanki bir ölüm-kalım meselesi ile karşı karşıya kalmışız gibi, şuursuzca, bilinçsizce davranışlar, ataklar sergilediğini görüyoruz, üzülüyoruz.
Akıl kulübesine çekilmiş, yerine hisler, duygular eline kılıcı almış, meydanda savaş naraları, yürüyüşlerle, mitinglerle ortalık toz duman bürünmüş, göz gözü görmüyor, kalp kalbi duymuyor…
İşte “akil adamlar” parolası ile halka doğru atılan ilk adımdan sonra ortaya böyle bir tablo çıkmıştır. Esasen bu memlekette acının zirve yaptığı, vicdanların paramparça olduğu anlarda bile, böyle bir infial görmemiştik ve akl-ı selim elden hiç bırakılmamıştı. Onlarca cenazenin geldiği zamanlarda, çocukların, masum insanların cenazelerinin yan yana dizildiği anlarda, asker tabutlarının yan yana dizildiği günlerde bile böyle bir tepki verilmemişti.
Müslüman halk o zaman da sokaklardaki olayları hep dışarıdan takip etmiş, sokağa pirim vermemişti. Bugünde vermeyecektir. Zira sağlam bir “İman ve Kur’an” tezgahından geçen halkımız senaryosu hariçte hazırlanmış bir oyun ve hilenin, aklı kesmese bile “imanlı kalbi ve vicdanı” farkında idi. Bu film uzun yıllar vizyonda kalmasına rağmen, bazı yerlerde zaman zaman küçük çaplı olaylar olmasına rağmen (ki bunlarında Ergenekon adlı örgütün deşifre olmasından sonra birden bire kesilmesi hayli düşündürücüdür) halkımız bu kardeşi kardeşe düşürme senaryosuna hiç itibar etmemiş ve bundan sonra da etmeyecektir.
Evet senaryo fevkalade sinsice hazırlanmıştı. Zira senaryoya “Yahudi” eli değmişti, ta Lozan’da. Film “vatan, millet” ambalajına sarılarak sahneleniyordu. Fakat nedense bir türlü halktan itibar görmüyordu. Olsun, halk itibar etmese bile gündem teşkil ediyor ve bazılarına da prim sağlıyordu ya! tâ ki şu “akil adamlar” projesine kadar. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Etkililer, yetkililer ve husussan kendini memleketin yegane maliki sayanlar ve milletini ölçüsüz derecede sevdiğini her fırsatta yüksek frekanslarla ilan edenler, dört elle böyle bir projeye sarılması gerekirken, ortalığı birbirine katan ölçüsüz tavırlar ve davranışlar sergilemeye başladılar.
Peki neden?
Elbette bir çok neden sayabiliriz, ama ben onları medyadaki işin erbaplarına havale ederek farklı bir pencere açmak istiyorum:
Mehmet Akif’in külliyatında (1) geçen şu hikaye sanırım iddiamıza ışık tutacak bir neden olabilir.
Külliyatta; “ Ünlü Rus yazar Tolstoy, ülkesinin yazar- çizer tabakasının, “elit yönetici tabakası” ile sıkı-fıkı ilişkiler içinde olduğunu söylüyor. Bunun karşılığında da “aristokrasi”nin imkanlarından fazlasıyla pay alıyorlar. Aldıkları bu payın karşılığında da, Rus mojik ve köylülerin “istibdadın” pençesi altında ezilmelerini, sefalet ve zaruret içindeki geçen hayatlarını görmezden gelmişler, bigane kalmışlar. Onların insanca bir hayat sürmeleri için hiçbir gayret ve mücadele vermemişler, diyor Tolstoy. Şöyle devam ediyor; Bu entel kesim sadece kontlarla, zengin şatolarda yaşayan elitlerle bir irtibat içine girmeleri ve yazdıkları bir-iki makale ile kendilerinin de çok önemli insanlar oldukları vehmine kapılmaları sonucunda , “İstibdad ve Otoriter yönetimin” devamına sebep olmuşlar.
Yukarıdaki nedenlerden dolayı, “Çarlık İstibdadı”na hoş görü ile bakan Rus yazar-çizer takımı, ne vakit içindeki bir avuç hamiyet sahibi insanlar vicdanlarının sesine kulak vererek, bu duruma içten karşı çıkarak köylüler ve mojikler arasına girmeye başladılar, olandan bitenden köylüleri haberdar ettiler, dönen yalan dolanlar hakkında mojikleri bilgilendirdiler, altmış yetmiş yıl böyle fedakârane çalışıldıktan sonra, işte o zaman şu meşhur değişim başladı ve Rus inkılabı oldu. Saltanat süren bir avuç müstebitler ve aristokratlar patır patır dökülmeye başladılar. Rus mojikleri (2) ve halkı Çarlığın istibdat zincirlerini parçalayarak, müthiş değişimi ve dönüşümü gerçekleştirdi, diyor Tolstoy.” (İkrar-ı Zünub/Tolstoy)
İlk defa “akil adamlar” ifadesini duyunca hemen Tolstoy’un yukarıdaki sözlerini hatırladım. İşte dedim, bu hareket ve aydınlanma karşısında hiçbir şey duramaz. Kartondan kuleler bir bir devrilecek. Hakiki hamiyetkârlar ile sahte hamiyetkârlar bu turnosol kağıdında ortaya çıkacak ve yüzlerindeki maskeler, sahte insancıl boyalar bir bir dökülecek ve milletimiz de karşısındaki entelektüelleri net çehreleriyle görecektir, diyerek ümidimi ve beklentimi ifade ettim.
Ayrıca “akil adamlar” sözünü ve bu şahısların yedi bölgeye dağılıp da halkı aydınlatma vazifesini üstlenme görevini basında duyunca; asrın başında “istibdat” prangasını kırmak için Doğu ve Güneydoğu Anadolu vilayetlerini gezerek halkı “Hürriyet” konusunda aydınlatmaya çalışan, birebir aralarında dolaşarak onları uyaran, onlardan “Hürriyet, Adalet ve Eşitliğin” önündeki engelleri kaldırıp “İnsanca yaşamanın” yolunu açmalarını isteyen ve böylelikle “halk ve sivil toplum güçleri” ile belki de tarihimizde ilk olarak irtibata geçen ve halk ile aralarında geçen bu konuşmaları “Münazarat” adlı eserinde 1911’de neşreden Bediüzzaman hazretlerini de hatırlamamak mümkün değil. Hazret adı geçen kitabın bir yerinde; acele edip “Hürriyet”in önünü açmalarını şayet tembellik edilirse ancak yüzyıl sonra ancak cemalini, yüzünü (hürriyetin) görebileceklerini söylüyor ki, elhak bu da keramet derecesinde tahakkuk etmiştir. Aradan yüzyıl geçmiş ve şimdi biz “hürriyet, adalet ve eşitlik” temelleri üzerine kurulu bir anayasa çalışmalarını daha yeni yeni gerçek gündemimize ve hedefimize almışız.
Evet, doğru bir yolda ilerliyoruz, eksikliklerimiz olmakla birlikte. Keşke her türlü olumsuz tavırlara karşı “Ulema ve din alimlerimizden de “akil adamlar” seçilse idi. Unutmayalım cumhuriyet boyunca adam yerine konulmamalarına rağmen bu manevi şahsiyetlerin halkın arasındaki bir çok nizai problemleri çözdüğünü, kan davalarının çözümünde, barış ve sulh sağlama konularında oldukça etkin bir görev üstlendiklerini bilhassa o bölgenin insanları çok iyi bilmektedirler. Halk bu şahsiyetlere şarkta ve hatta garpta saygı ve sevgisinde hiçbir kusur etmiyor.
Her şeye rağmen halka gidildiği için “Kürt meselesinin” çözümünde ümitvarız.
Halkın önünde hiçbir set duramaz. Sulh için aranan zemin de Müslümanlık zeminidir ve sağladığı “hürriyet, adalet ve eşitlik” hepimizin üzerinde mutabık olduğu bir şaşmaz hakikattir. Biz halk olarak ne azına ve ne de fazlasına razı değiliz. Kriterler üzerine kafa patlatanlar, şöyle bir geriye, bin yıllık tarihimize ve Osmanlı’ya baksalar, değil bizi, insanlık alemine (ki, şiddetle muhtaçtır) rahat, huzur ve emniyet getirecek binlerce örnekler, kural ve kaideler bulabilirler. Yeter ki kafa fenerimizi ve egolarımızı bir tarafa bırakalım. Hariçten medet ve nur aramayalım. Aradığımız medeniyet bu topraklarda medfundur.
1-Mehmet Akif Külliyatı. 5. Cilt/İ.H.Şengüler
2-Rus Mojiği ise Rus köylü kadını anlamına geliyor. Rusyadaki rejimin değişmesinde köylü kadınlarının önemli bir rolü olmuştur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.