Dr. Selçuk ESKİÇUBUK
Akıp giden bu alemde nasıl bir seyirciyiz?
Bizler hem birer seyirciyiz hem de seyredilen bireyleriz. Evrendeki olayları seyreder, gözlemler, araştırabilir ve de düşünürüz ama bazılarımız sadece bakar, baktığıyla yetinir. Gözü vardır görmez bile, kulağı vardır işitir ama duymaz bile. Mesela bir konserde sazları çalan bir çok sanatkar vardır ve bunları bir şef idare eder, seyirci kulağıyla dinler, gözüyle her şeyi görebilir. Bir tiyatroda, bir sinemada oynayan sanatçıların arkasında bir yönetmen, bir senarist vardır, seyirci oyun esnasında yönetmeni ve senaristi sahnede hiç görmez. Fakat bilir ki bu tiyatro eseri ve bu film onlarsız olmaz. Oyuna ve filme hayran kalan seyirci, orada olmayan yönetmenini tanımak istemez mi? Bir sanat galerisinde sergilenen birbirinden güzel eserleri seyreden izleyici bu eserlere hayran kalırken bunların sanatkarını da tanımak, görmek istemez mi?
Evrene baktığımızda küçük büyük bütün alem bir sanat galerisi, içinde ayrı ayrı yazılmış bölümleri olan büyük bir kitap, belki de okuyucularına gönderilmiş birer mektup olarak görülebilir. Evet gözle gördüğümüz güneş, ay ve yıldızlar ile teleskoplarla gördüğümüz veya onlarla bile henüz göremediğimiz sonsuz yıldızlar kümesinden bahsediyorum. Dünyaya baktığımızda da burada yaşayan bitkiler, hayvanlar ve insanları kast ediyorum.
Gerek makro alemde gerekse mikro alemde gözlenen onca sanat eserini gözlediğimizde birbirleriyle olan ilişkileri uyumlu, kendi iç alemlerinde çalışma düzeni ve işleyiş kusursuz görünüyor. Aralarında çatışma değil yardımlaşma ön planda. Sanki evren büyük bir tiyatro sahnesi, bir sinema perdesi gibi oyuncular geliyor, rollerini oynayıp gidiyorlar. Her biri usta birer oyuncu, nereden geliyor nereye gidiyorlar? Bu oyuncuların yönetmeni, ustası, amiri veya sanatkarı kim? Oyuncular değişiyor ama sanatkar/yönetmen hep aynı, devamlı ve kalıcı.
Oyuncuların birbirinden çok farkları olmasına rağmen ortak özellikleri de var. En önemli ortak özellikleri “Hidrojen, Oksijen, Azot ve Karbon” dörtlüsünün hepsinin yapısında değişik oranlarda bulunması. Canlıların dünyasında ise hücre çekirdeği içindeki DNA'larında yine “Sitozin, Timin, Adenin ve Guanin” denilen 4 nükleik asidin ikili ikili farklı tanzimiyle tek hücreliden dinazorlara kadar çok farklı canlıların sahneye sürülmesi güçlü bir sanatkar, eşsiz bir yönetmenin olmasını gerektirmez mi?
Evet bu alemde olup bitenleri anlamak için canlı bir varlık olmak yetmez şuurlu bir varlık olmak da gerekir. İnsan da böyle şuurlu bir varlıktır ama bazıları sinemadaki filmi, tiyatrodaki oyunu en ince teferruatına kadar merak edip öğreniyor, oyuncuları, yönetmeni ve senaristi hiç görmediği halde tanıyorken gördüğü güzelliklerin, işittiği güzel seslerin, tattığı güzel lezzetlerin kokladığı güzel kokulu çiçeğin sanatkarının kim olduğunu merak etmiyor, eşyanın teferruatına dalıp O'nu unutuyor. Halbuki canlılardaki tek hücre bile onlarla mukayese bile edilemeyecek kadar tasarım bilgisi, mühendislik, sanat, zevk, estetik, yetenek, ilim, irade ve güç gerektiriyor.
Dünyada 8 milyara yakın insan var, dilleri, renkleri, boyları, kiloları ve de en önemlisi kişilikleri farklı. "İnsan küçük bir kâinat, kâinat ise küçük bir insan” gibi hareket ediyor.
Yeryüzünde bugün için 7.700.000 hayvan, 298.000 bitki türü bulunduğu öngörülüyor ancak bu arada her yıl da 15.000 yeni tür keşfedilerek araştırmacılar tarafından bildirilmeye devam ediyor.
Bu kadar çok oyuncunun olduğu ve sahnelerin süratle değiştiği bu dünyada her şeyden önce şuurlu bir seyirci ve gözlemci, derin bir düşünür olmak gerekmez mi?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.