Allah kıyâmet günü 'ortaklarım nerede?' buyurur
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Nahl Sûresi 24-29. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
24-Onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman ise: “Evvelkilerin masalları!” derler.
25-(Böyle derler) ki kıyâmet günü hem kendi günahlarını tamâmen yüklensinler, hem de kendilerini bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarından bir kısmını! Dikkat edin ki, yüklenecekleri şey ne kötüdür!
26-Şüphesiz onlardan öncekiler de tuzak kurmuştu; fakat Allah(’ın emri) binâlarına temellerinden geldi de tavan, tepelerinden üzerlerine çöktü ve azab onlara (böylece) ummayacakları bir yerden geldi. (*)
27-Sonra (Allah) kıyâmet günü onları rezîl eder ve: “Uğurlarında (mü’minlere) düşmanlık edip durduğunuz ortaklarım nerede?” buyurur. Kendilerine ilim verilmiş olanlar (peygamberlerle mü’minler) der ki: “Şüphesiz ki bugün, rezillik ve kötülük kâfirler üzerinedir!”
28-Onlar ki, nefislerine zulmedici kimseler oldukları hâlde iken, melekler onların canlarını alırlar. O vakit (onlar): “(Biz) hiçbir kötülük yapmıyorduk!” diye teslîm olmuşlardır. Hayır! Muhakkak ki Allah, sizin yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilendir.
29-Öyle ise içinde ebedî kalıcılar olarak Cehennemin kapılarından girin! Artık kibirlenenlerin kalacakları yer ne kötüdür!
(*) “Ekseriyâ (çoğu kere) zâlim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübrâya (âhiretteki en büyük mahkemeye) bırakılıyor, te’hîr ediliyor (erteleniyor). Yoksa, bakılmıyor değil. Bazen dünyada dahi cezâ verir. Kurûn-ı sâlifede (önceki asırlarda) cereyân eden âsî ve mütemerrid (inadcı) kavimlere gelen azablar gösteriyor ki: İnsan başıboş değil, bir celâl ve gayret sillesine (tokadına) her vakit ma‘ruzdur.
Evet, hiç mümkün müdür ki, insan umum mevcûdât (varlıklar) içinde ehemmiyetli bir vazîfesi, ehemmiyetli bir isti‘dâdı (kābiliyeti) olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam (intizamlı) masnûâtıyla (san‘atlı eserleriyle) kendini tanıttırsa; mukābilinde (karşılığında) insan îmân ile O’nu tanımazsa, hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse; mukābilinde insan ibâdetle kendini O’na sevdirmese, hem bu kadar bu türlü ni‘metleriyle muhabbet (sevgi) ve rahmetini ona gösterse; mukābilinde insan şükür ve hamdle O’na hürmet etmese, cezâsız kalsın, başıboş bırakılsın!” (Zülfikār, 10. Söz, 18)