Allah, kuvvetin ardından size zayıflık ve bir ihtiyarlık verendir

Allah, kuvvetin ardından size zayıflık ve bir ihtiyarlık verendir

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Rum Sûresi 51-54. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

51-Celâlim hakkı için, eğer (zararlı) bir rüzgâr göndersek de onu (o bitkileri) sararmış (solmuş) görseler, bundan sonra elbette nankörlük etmeye başlarlar.

52-O hâlde, şübhesiz ki sen ölülere işittiremezsin; arkalarını dönen kimseler olarak yüz çevirirlerken, o sağırlara da da‘veti(ni) işittiremezsin! (*)

53-Ve sen, körlerin sapıklıklarından (kendilerini çıkaran) hidâyet vericisi değilsin! Çünki sen (da‘vetini), ancak âyetlerimize îmân edip de kendileri Müslüman olan kişilere işittirebilirsin.

54-Allah, sizi zayıf yaratan; sonra zayıflığın ardından (size) bir kuvvet veren; sonra kuvvetin ardından (tekrar) bir zayıflık ve bir ihtiyarlık verendir. (O,) dilediğini yaratır. Çünki O, Alîm (kullarının her hâlini hakkıyla bilen)dir, Kadîr (her dilediğine gücü yeten)dir.

(*)“Kulaktaki zar, nûr-ı îmân ile ışıklandığı zaman, kâinâttan gelen ma‘nevî nidâları (sesleri) işitir. Lisân-ı hâl (hâl dili) ile yapılan zikirleri, tesbîhâtları (tesbîhleri) fehmeder (anlar). Hattâ o nûr-ı îmân sâyesinde, rüzgârların terennümâtını (tatlı tatlı seslenişlerini), bulutların na‘râlarını, denizlerin dalgalarının neğamâtını (nağmelerini) ve hâkezâ (bunun gibi) yağmurlardan, kuş vesâire gibi her nev‘den Rabbânî (Allah’ı düşündüren) kelâmları ve ulvî (yüce) tesbîhâtı işitir. Sanki kâinât İlâhî bir mûsikī dâiresidir. Türlü türlü âvazlarla (seslerle), çeşit çeşit terennümâtla kalblere hüzünleri ve Rabbânî aşkları intıbâ‘ ettirmekle (hissettirmekle) kalbleri, ruhları nûrânî âlemlere götürür. Pek garib misâlî levhaları (manzaraları) göstermekle, o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere gark eder (boğar). Fakat o kulak küfür ile tıkandığı zaman, o lezîz (lezzetli), ma‘nevî, yüksek savtlardan (seslerden) mahrum kalır ve o lezzetleri îrâs eden (veren) âvazlar, mâtem seslerine inkılâb eder (döner). Kalbde o ulvî hüzünler yerine, ahbâbın fıkdânıyla (sevdiklerin yok olmasıyla) ebedî yetimlikler, mâlikin ademiyle (sâhibsizlikle) nihâyetsiz vahşetler (yalnızlıklar) ve sonsuz gurbetler hâsıl olur.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 64)