Allah, peygamberlik vazîfesini nereye vereceğini en iyi bilendir
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), En'âm Suresi 122-125. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
122 . (Küfür içinde olmakla) ölü (hükmünde) iken, bunun ardından kendisini (îmanla) dirilttiğimiz ve kendisine insanlar içinde, sâyesinde yürüye(bile)ceği bir nûr verdiğimiz kimse, hiç karanlıklarda kalan, (ve) ondan (bir türlü) çıkamayacak durumda olan kimse gibi olur mu? İşte kâfirlere, yapmakta oldukları şeyler böyle süslü gösterildi.
123 . Ve böylece, her şehirde oranın günahkârlarını, ileri gelenler kıldık ki, orada (insanları, îmandan men‘ etmek için kendilerince) tuzak kursunlar! Hâlbuki ancak kendilerine tuzak kurarlar da farkına varmazlar.
124 . Onlara bir âyet geldiği zaman da: “Allah’ın peygamberlerine verilenlerin benzeri, bize de verilmedikçe aslâ îmân etmeyeceğiz!” dediler. Allah, peygamberlik vazîfesini nereye vereceğini en iyi bilendir. Günah işleyenlere, kurmakta oldukları (tuzak) dolayısıyla, Allah katında bir zillet ve şiddetli bir azab yakında isâbet edecektir! (1)
125 . Artık kim ki, Allah onu (hikmetine binâen, kendi lütfundan) hidâyete erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Ve kim ki, (küfründeki inâdı sebebiyle, Allah) onu dalâlete atmak isterse, sanki göğe tırmanıyormuş gibi göğsünü iyice daralmış sıkıntılı hâle sokar. (2) Allah, îmân etmeyenlerin üzerinde böyle kötülük (rezillik ve azab) bırakır.
1- Velid b. Muğîre, Hz. Peygamber (ASM)’a gelerek: “Eğer peygamberlik gerçek ise ben senden daha lâyığım. Çünki hem malım, hem yaşım seninkinden ziyâdedir” dedi. Diğer bir rivâyete göre ise Ebû Cehil: “Biz, Abd-i Menafoğullarıyla, şerefte koşu atları gibi hepberâber iken şimdi onlar: ‘Bizim aramızda nebî var ve ona vahiy geliyor’ diyorlar. Öyleyse, Muhammed’e verilen şey bize de verilmedikçe biz aslâ îmân etmeyiz” dedi. Bunun üzerine bu âyet-i celîle nâzil oldu. (Celâleyn Şerhi, c. 2, 432)
2- Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a, kalbin İslâm’a açılmasından suâl olundu. Buyurdular ki: “O bir nûrdur ki, Allah onu mü’minin kalbine koyar da o kulun kalbi genişler ve rahata kavuşur. Bunun alâmeti ise, o kulun âhirete yönelmesi, dünyanın fânî muhabbetinden uzak durması ve ölüm gelmeden evvel ölüme hazırlıklı olmasıdır.” (Kurtubî, c. 4/7, 81)