Allah, sizin görmediğiniz ordularla Resûlüne kuvvet vermişti
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Tevbe Sûresi 38-40. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
38-Ey îmân edenler! Size ne oldu ki: “Allah yolunda seferber olun!” denildiği zaman (olduğunuz) yere ağırlaştınız (çakılıp kaldınız)! Âhiretten (vazgeçip) dünya hayâtına mı râzı oldunuz? Fakat (iyi bilin ki) dünya hayâtının menfaati, âhiretin yanında ancak pek azdır.(1)
39-Eğer (savaş için) koşup toplanmazsanız, (Allah) sizi (pek) elemli bir azâb ile cezâlandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; hem O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Çünki Allah, herşeye hakkıyla gücü yetendir.
40-Eğer ona (Muhammed’e) yardım etmezseniz o takdirde (bilin ki), muhakkak o inkâr edenler, (Ebû Bekir’le berâber) iki kişiden biri olarak onu (Mekke’den) çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti. O zaman o ikisi mağaradaydılar da hani arkadaşına: “Üzülme, şüphesiz ki Allah bizimle berâberdir!” diyordu. (2) Artık Allah, ona sekînetini (kalblerine sükûnet ve huzur veren rahmetini) indirmiş, sizin görmediğiniz ordularla da ona (Resûlüne) kuvvet vermiş ve inkâr edenlerin sözünü (küfür da‘vâlarını) en alçak kılmıştı. En yüce olan, ancak Allah’ın sözüdür. (3) Çünki Allah, Azîz (kudreti herşeye üstün gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.
(1)Bu âyet Tebük Seferi hakkındadır. Mevsim çok sıcak, yol pek uzun ve Medîne’de tam hurma toplama zamânı olduğundan, bazı mü’minlerin bu sefere iştirâkte ağır davranması bu âyetin nüzûl sebebi oldu. (Celâleyn Şerhi, c. 3, 253)
(2)“O zâtın (asm) evvel ve âhir bütün ahvâl (hâlleri) ve harekâtı nazar-ı dikkatten geçirilirse, her bir hareketi, her bir hâli hârikulâde değilse de onun sıdkına (doğruluğuna) delâlet eder. Ez-cümle: Ğâr (mağara) mes’elesinde, Ebû Bekri’s-Sıddîk ile berâber halâs ve kurtuluş ümîdi tamâmıyla kesildiği bir anda: لَاتَخَفْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَناَ ‘Korkma, Allah bizimle berâberdir!’ diye Ebû Bekri’s-Sıddîk’a verdiği tesellî, hem tavk-ı beşer fevkınde (insanların tâkatinin üzerinde) bir ciddiyetle ve bir metânetle (sağlamlıkla) ve bir şecâatle (kahramanlıkla), hem havfsız (korkusuz) ve tereddüdsüz gösterdiği vaziyet, elbette sıdkının (doğruluğunun) ve nokta-i istinâdı (dayanma noktası) olan Hâlık’ına (yaratıcısına) i‘timâdının güneş gibi parlak bir bürhânıdır (delîlidir). (...) O zâtın (asm) ahvâl ve harekâtı birer birer, yani tek tek onun (asm) sıdkını ve hakkāniyetini (haklılığını) gösterirse, hey’et-i mecmûası (hep birlikte), onun sıdk-ı nübüvvetine (peygamberliğinin doğruluğuna) öyle kuvvetli bir delîl olur ki, şeytanları bile tasdîke mecbûr eder.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 155)
(3)“Evet söz odur ve ona derler: Hak olup, Hakk’tan gelip, hak diyen ve hakīkati gösteren ve nûrânî hikmeti neşreden odur.” (Sözler, 7. Söz, 19-20)